Yener Çıracı yazdı: Sol ve toplumsal hareketler

Sol ve toplumsal hareketler ise hem sınıf mı yoksa toplumsal hareketler mi düalizmi içinde sıkışıp kalmakta hem de inşacı bir alanla sınırlanmaktadır. Bu nedenle kurguladığı ve tahayyül ettiği gerçeklik ve eylem planıyla var olan gerçeklik arasındaki boşluk artmaktadır.

Yakın zamanda küresel faşizmin yükselişi ve nedenlerinden bahsetmiştim. Köktenci bir piyasalaştırma dalgasının yani üretim, tüketim ve dolaşımın 1980'lerden itibaren eski Sovyet ülkelerinin de dahil olmasıyla küresel bir nitelik kazanması bugün yaşadığımız toplumsal, siyasal, kültürel ve ekonomik krizin temelini oluşturmaktadır.

Kapitalist piyasa kendi toplumsal ilişkilerini inşa ederken var olan toplumsal ilişkileri de parçalar ya da yeniden konumlandırır. Polanyi'nin de belirttiği gibi piyasa doğal olmayan bir kurumdur ve nihai olarak toplumu yıkıma uğratır.

Polanyi, köktenci bir piyasanın karşı hareketlerini üç ana düzlemde tarif eder; sosyalizm, faşizm ve new deal (Keynesçilik olarak da bilinir). Bunlardan her biri kapitalist piyasanın yarattığı yıkım karşısında yeni bir toplumsal düzen inşası hedefler. Bu hedefler kapitalist sistemden radikal bir şekilde kopma (sosyalizm) ya da olağanüstü bir rejim biçimiyle yeniden tahsis etme (faşizm) veya zenginliğin görece adil bölüşümünü, işçi haklarını ve ücretlerini iyileştirmeyi hedefleyen (new-deal) bir dizi farklı çerçeveye sahiptir. Bugün neoliberalizm adı verilen yeni piyasalaştırma dalgasının yıkıcı sonuçları bunlardan her birini farklı düzeylerde de olsa güçlendirmektedir.

Yine de bu noktada bunlar arasındaki farklılıkları belirtmek gerekir. Örneğin New Deal, bugün sadece var olan gidişatın felaketvari yıkıcı sonuçları olacağından endişe eden ve bu nedenle sistem içinde çeşitli sübvansiyonların gerekli olduğunu düşünen kişiler, politikacılar ve ekonomistlerle sınırlıdır. Diğer taraftan sosyalizm, fikri olarak güçlense bile programatik ve siyasal bir harekete dönüşme konusunda önemli zayıflıklar yaşamaktadır. Bunların yanında faşizm; gerek hareket formunda gerekse de merkez siyaset içindeki galibiyetleriyle giderek ana akım bir nitelik kazanır. Piyasanın karşı hareket formu olarak faşizm pek çok anti-kapitalist niteliği örgütlenme ve yükseliş sürecinde kullanır. Hatta çoğu kişi bugün solun yapması gerekeni aslında faşistlerin yaptığı yönünde serzenişleri bile dile getirir. Peki sol açısından ya da genel olarak ilerici toplumsal hareketler açısından bu sıkışmışlığın sebepleri nedir?

Solun ve toplumsal hareketlerin giderek hareket formunu kaybettiği, örgütlenme zeminlerini yitirdiği ve özellikle kimlik eksenli politik doğruculuk çizgisine yöneldiği son dönemde sıkça dile getirilir. Ancak bunların neden değil de sonuç olduğu düşünülürse bu sonuçlar üzerinde yeniden düşünmek için bir kapı aralanabilir. Bu sıkışmışlığın önemli nedenlerinden biri eski ve yeni toplumsal hareketler arasındaki krizdir. Bugün hala bu krizin yansımaları devam eder. Bir diğeri ise “kültürel dönüş” ya da “dilbilimsel dönüş” adı verilen yeni teorik atılımlardır. Şimdi biraz bunları açalım.

ESKİ VE YENİ TOPLUMSAL HAREKETLER

Sosyolog Charles Tilly göre modern dönemde toplumsal hareketlerin tarihi 1780'lerde başlar. Eski toplumsal hareketler ile ifade edilen ağırlıklı olarak işçi hareketleridir. 1848 devrimleri bu anlamıyla bir dönüm noktasıdır ve proletaryanın bağımsız bir biçimde kapitalizm karşısında konumlanmasının ifadesidir. Eski toplumsal hareketler sanayi kapitalizminin, modern kapitalist ulus devletin ve bunlarla ilişkili kurumların, aygıtların, sınıf egemenliği biçimlerinin yükselişiyle doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle eski toplumsal hareketler üretim sürecinde şekillenir, sistemsel bir toplumsal değişim hedefler ve sınıf mücadelesini merkezi hale getirir.

1960'lara kadar işçi sınıfı hareketinin toplumsal mücadelelerdeki bu rolü önemli ölçüde kabul görmüştür. Tüm bu süre zarfında işçi sınıfı hareketleri ücretlerden çalışma saatlerine, sendikal hareketlerden siyasal iktidar mücadelesine kadar yapısal değişimleri hedeflemiştir. Bu hedeflerin 20. yüzyıldaki sonucu -tüm eleştirilere rağmen- dünyanın üçte birinin sosyalist olması ve sosyalist hareketle ilişki içinde ya da ondan etkilenen anti-emperyalist hareketlerin yükselişidir.

1960'lardan itibaren yeni bir hareket dalgası başlar. 1968 yılında pek çok ülkeye yayılan isyanların ardından eski toplumsal hareketlere yönelik çeşitli eleştiriler gündeme gelir. Örneğin Marksist Feministler ev içi emek tartışmalarını öne çıkarır ve işçi sınıfının erkek merkezli bakışını sorunsallaştırır. Benzer şekilde yükselen çevre hareketi sosyalizmi ekoloji perspektifinden yeniden düşünmeye çağırır. Diğer taraftan özellikle Avrupa’da sanayi sonrası toplum tartışmaları yükselir. Buna göre çağdaş dönemde bildiğimiz anlamda sanayilerin ve işçi sınıfının sayısı önemli ölçüde azalmaktadır ve sanayi sonrası bir dünyaya geçiş yapılmıştır. Dolayısıyla toplumsal hareketleri eskisi gibi üretim temelinde düşünmek gerekmez. Bunun yerine sivil toplum ve kimlik hareketleri ön plana çıkar. Sanayi sonrası toplum tartışmalarıyla birlikte yeni toplumsal hareket kuramcıları kendi paradigmalarını inşa eder. Ancak bu inşa sürecinde işçi sınıfı büyük ölçüde toplumsal dönüşümün merkezi bir aktörü olmaktan çıkarılır.

Bugün sınıf mı yoksa toplumsal hareketler mi sorusu etrafında süregiden düalizmin temellerinden biri de budur. Her ikisi de toplumsal mücadelede bir tür seçenek ya da taraf olarak sunulmaktadır. Bu nedenle eski ve yeni toplumsal hareketler arasındaki bu kriz hala aşılabilmiş değildir.

KÜLTÜREL YA DA DİLBİLİMSEL DÖNÜŞ

Sosyolog Sidney Tarrow, ABD tarihinde belirli türden kesişmeler ya da karşılaşmalar olduğunu ifade eder. Örneğin yirminci yüzyılın başlarında kadınların oy hakkı mücadelesinin ardından oy hakkına karşı bir hareket ortaya çıkar. Benzer şekilde 1960’larda sivil haklar hareketi daha sonra Siyah haklarına karşı olan girişimlere de yol açar. Burada bir tür hareket/karşı hareket dinamiği söz konusudur ve bugün 1980’lerden itibaren spesifik alanları değiştirme hedefiyle gelişen “yeni toplumsal hareketlerin” yaşadığı da benzerdir. Özellikle kimlik eksenli hareketler giderek daha fazla eleştirilmekte ve dahası yeni sağ tarafından hedef haline getirilmektedir. Dolayısıyla hareket/karşı hareket dinamiğinin çağdaş bir ifadesi yaşanmaktadır. Elbette bu hareketlerin pek çok açmazı ve sorunu vardır. Ancak bunların eleştirisinde yeni sağın tartışmayı çektiği zeminden kaçınmak son derece önemlidir.

Öncelikle bu hareketlerin açmazı basitçe kimlik politikalarını benimseyip sınıftan uzak durmaları ya da kaçmaları değildir. Sınıf dahil olmak üzere diğer yapısal ilişkilerden uzak durmalarına neden olan hareketlerin arka planındaki felsefi ve düşünsel çerçevedir. Bunu biraz açalım.

Yeni toplumsal hareket kuramcılarının 1980'lerden itibaren postmodernizmden, kültürel ya da dilbilimsel dönüşten etkilendiği söylenebilir. Bu dönüşle birlikte gerçekliğin birincil inşası söyleme dayanmıştır. Bir başka ifadeyle bu söylem düzeni; kültürü, dili ve diğer toplumsal pratikleri kapsar. Söylem, var olan toplumsal ilişkilerin de yegane kurucusudur. Örneğin çağdaş dünya egemen bir söylem düzeninin ifadesidir ve iktidar her yerdedir. Dolayısıyla iktidarın olduğu her durumda direniş de toplumsal hareketlerin kurucu unsurudur. Direniş ve karşı-söylem aracılığıyla toplumsal ilişkiler yeniden şekillenir ve inşa edilir.

Eski toplumsal hareketler ve yeni toplumsal hareketlerin farkı da aslında buradadır. İlki var olan toplumsal düzende kurumları, aygıtları ve sınıf egemenlik biçimleri gibi yapısal (structural) unsurları değiştirme ve dönüştürme hedefini taşırken, diğeri toplumsal ilişkileri, değerleri, toplumsal cinsiyet ve normları kültürel ve dilsel bir değişimle yeniden tanımlamayı içeren stratejiye sahiptir. Bu nedenle yeni toplumsal hareketler için toplumsal dönüşüm, gerçekliğin toplumsal alanda yeniden inşasını (construct) içerir.

Bu teori, 1960’ların yapısalcı teorilerine karşı gelişmiş ve bugün en uç noktalara doğru savrulmaya başlamıştır. Ancak daha da önemlisi toplumsal hareketler için söylemi değiştirmenin gerçekliği değiştirmeye yetmediği de açık hale gelmiştir. Bu nedenle var olan toplumsal ilişkileri basitçe yerinden etmek, yerine yenisini tanımlamak, ahlaki tutumları siyasal söylemin bir parçası haline getirmek çoğu zaman yetersiz kalmaktadır. Yapısal bir değişimin ihtiyacı giderek kendini dayatmaktadır.

Elbette çözüm basitçe yapısalcılığa geri dönmek ve 1960’lardan itibaren yükselen bu hareketleri görmezden gelmek olmamalıdır. Bu nedenle eski ve yeni toplumsal hareket arasındaki kriz aynı zamanda yapısal (structural) ve inşacı (constructivist) teorinin de nasıl yan yana gelebileceği gibi bir sorunu içermektedir.

SONUÇ

Kapitalizmin küresel ölçekte farklı tezahürlerle kendini gösteren krizi yapısal bir krizdir ve bu nedenle ancak büyük yapısal dönüşümlerle çözülebilir. Bugün yükselen faşist hareketler geçmişinden ders çıkarma konusunda soldan daha etkin konumdadır. Bu nedenle kapitalizmin yarattığı büyük yıkım karşısında köklü bir yapısal dönüşümü hedefleyen bir programatik de geliştirmeye başlamıştır.

Sol ve toplumsal hareketler ise hem sınıf mı yoksa toplumsal hareketler mi düalizmi içinde sıkışıp kalmakta hem de inşacı (constructivist) bir alanla sınırlanmaktadır. Bu nedenle kurguladığı ve tahayyül ettiği gerçeklik ve eylem planıyla var olan gerçeklik arasındaki boşluk artmaktadır. Bugün çoğu kişi için sol imgesi, politik doğruculukla özdeşleşme eğilimindedir.

Etiketler
faşizm sosyalizm Kapitalizm İşçi