İstisna çağından felaket çağına

Çünkü büyük kapitalistler bırakın eşitsizliği ortadan kaldırmayı, onu makul bir şekilde yeniden dağıtmak yerine kendi servetlerini koruma uğruna küresel ölçeğe yayılan yeni savaşlara, toplumsal çatışmalara ve felaketleri göze almaktadır.

Ekonomik krizler, savaşlar, büyük göç dalgaları, faşizmin yükselişi, toplumsal eşitsizlik ve adaletsizlikler artışı ve diğerleri. Liste uzatılabilir ancak bugünden bakıldığında geleceğin hiç de parlak görünmediği söylenebilir ve felaket vari bir geleceğe doğru yöneldiğimiz söylenebilir. Sosyalizmin çöküşünden kısa süre sonra kapitalizm en uygun ve yaşanılabilir sistem olarak ifade edilmesinden 30 yıl sonra bu felaket çağına nasıl bu kadar kolay geçiş yaptık?

İSTİSNA ÇAĞI

Bu soruya bir istisna çağı tanımıyla cevap vermek yerinde olabilir. Ancak istisnayı tanımlamada iki farklı perspektif vardır. Bunlardan ilki neoliberal ortodoksiye aittir. Buna göre kapitalizm, insanların yaşamlarını idame ettirebilecekleri en mantıklı sistemdir. Daha iyi bir yaşam için kapitalist piyasalar küresel ölçeğe yayılmalı hatta onu “küresel köy”e çevirmelidir. Sermaye hareketlerinin önündeki engel kaldırılmalıdır. Kapitalist sistemin içsel doğası ile insanın doğası ortaktır ve tüm insanlık bu piyasa içine dahil olmalıdır. Bütün toplumsal ilişkileri bu temelde şekillenmelidir. Aksini iddia eden ve bu gidişatı engelleyen dışsallıkların ortadan kaldırılması gerekir.

Neoliberalizmin inşasında bu arka plan 20. yüzyıla damgasını vurmuş büyük altüst oluşları bir tür “istisna” olarak tanımlama konusunda heveslidir. Bir başka ifadeyle sosyalizm, faşizm ve Keynesçilik, kapitalist piyasaları bir şekilde sınırlandırmaya çalışan ideoloji ve hareketler olarak ortaya çıkmıştır ve neyse ki faşizm 1945’te, sosyalizm 1991’de ve Keynesçi kalıntılar da neoliberal dönemde adım adım ortadan kaldırılmıştır. Artık sistem özüne dönmüştür ve kapitalist piyasaları sınırlandırma hevesi taşıyan bu girişimler birer istisna olarak kalacaktır.

Neoliberal ideologlar yeni bir köktenci piyasalaşma dalgasının ortasında bu hikâyeyi ve tarih yazımını ana akım haline getirmeye başarmış ve kapitalist sistem eleştirilerinin çoğunu bu istisna döneme atıfla gerici ve tarih dışı olarak konumlandırmıştır. Sosyalizm, faşizm ve Keynesçiliğin çöküşünün ardından orta sınıf evrenselciliğine dayanan, insanların müşteri olarak konumlandığı yeni bir kapitalist piyasa toplumu inşa etmeye girişmiştir.

Bugün yaşadığımız koşullar bu hikâyenin açmazlarını belirginleştirmektedir. O halde buradaki soru şudur; istisna olan nedir? Eric Hobsbawm’ın 20. Yüzyılı ifade ederken kullandığı “aşırılıklar çağı” mı yoksa kapitalizmin bu hikayeyle insanları ikna edebilmesi ve kendi geleceğimizi ve güvencemizi kapitalist piyasa tahayyülünün içine kolayca teslim etmek midir?

FELAKET ÇAĞI

Bugün sosyalizm hem fikri olarak hem de yer yer hareket olarak güç kazanmaktadır. Diğer taraftan avrupa başta olmak üzere göçmen, LGBT-İ ve kadın düşmanlığı faşist hareketlerin yükselişi için önemli bir kaldıraç olarak kullanılmaktadır. Ya da bazı ana akım iktisatçılar bile gelir eşitsizliğinin artması, en zenginle en yoksul arasındaki aranın giderek açılmasından sonra sisteme sübvansiyon gerektiğini ifade ederek “keynesyen” adımlar atılması için büyük şirketlere ve devletlere çağrılar yapmaktır. Bir başka ifadeyle neoliberal ideologların “istisna” olduğunu ifade ettiği her şey yeniden ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla istisna olanın bunlar olmadığı, bu hikâyenin anlatısı içinde kendi geleceğimizi doğrudan ve dolaylı yoldan şekillendirme yetisini kaybetmemiz olduğu söylenebilir. Bir başka ifadeyle istisna olan bize biçtikleri role girmek ve neoliberallerin şekillendirdiği gelecekte yaşamaya mahkûm olmayı kabullenmektir. Çünkü Fredric Jameson’ın dediği gibi “dünyanın sonunu düşünmek kapitalizmin sonunu düşünmekten daha kolaydır.”

Tüm karşı koyuşlara rağmen toplumsal hareketler açısından da durum Jameson’ın çizdiği sınırın ötesine geçememiştir. Bugün sosyalizmin nasıl bir alternatif olacağıyla ilgili tartışmalar oldukça yetersizdir. Kapitalist sistemin yarattığı büyük çelişkiler radikalleşme eğilimini arttırırken bu felaket vari gidişatta iki belirgin çözüm öne çıkmaktadır; bunlardan ilki faşizmin küresel ölçekteki yükselişidir. Klasik faşizmden farklı olarak faşizmin kitleselleşmesi sadece Avrupa ülkeleriyle sınırlı değildir ve küresel bir nitelik kazanmaktadır. Avrupa’nın iki savaş arası dönemine bakmak bu çözümün olası sonuçları hakkında bize ipucu verebilir. İkincisi ise büyük kapitalistlerin ve milyarderlerin yaklaşan kıyametten kaçınmayı hedeflediği adımlardır. Devasa izole yerlerin ve üretim alanlarının inşası, toplumun geri kalanından soyutlanmış malikaneler, özel koruma orduları gibi tüm önlemler belirsiz bir geleceğe bugünden hazırlanmanın adımlarıdır.

Kısacası yaklaşan felaketler silsilesi büyük kapitalistlerin kendilerini şimdiden güvence altına aldığı ve milyarlarca insanı faşizmin yükselişiyle karşı karşıya bıraktığı bir gerçekliği, kapitalist gerçekliği ortaya çıkarmıştır.

FELAKETİN ÖRGÜTLENMESİ

20. yüzyılın yukarıdaki anlatı gibi şekillenmesini sağlayan en önemli nedenlerden biri kapitalizmin yarattığı felaket vari gidişatı örgütleme konusunda kapitalist tekelin kırılmasıdır. Marksist tarihçi Paul Le Blanc, felaketin örgütlenmesi konusunda Lenin ve arkadaşlarının “zamanın gelişen gerçekliğine” dair özel bir kavrayışlarının olduğunu ifade eder. Buna göre Lenin ve Bolşevikler, emperyalist rekabetin ve militarizmin artışını, milliyetçiliklerin gelişimini ve diğer tüm olayların farkındadır. Elbette bunları engelleyecek güçten yoksunlardır ancak bu büyük felaketlerin hem Rusya’da hem de dünya çapında pek çok yerde yıkıcı sonuçlarının olacağının bilincindelerdir. Dolayısıyla Le Blanc’e göre Lenin, bu felaket vari sonuçların insanlar üzerinden radikal bir etkisini görmüş ve stratejik ve taktiksel düşüncesini bu bağlam üzerine kurgulamıştır.

Yine de Lenin’in düşüncesindeki bu merkezi unsurun güncel kavranışında bazı sorunlar vardır. Çoğu kişi için felaket “zamanın gelişen bir gerçekliği”, yani süreç olarak kavranmaz. Felaket zaten gelmiştir. Bu nedenle yaşanan durumun daha kötü olamayacağı ihtimali, negatif öncüllere ve kaygılara dayanan bir örgütlenme çağrısına dönüştürülür. Ancak buradaki sorun bu çağrı ve kaygıların, yan yana gelme ihtiyacının hem insanlığı kapitalist kıyametten kurtaracak stratejik bir temele dayanmaması hem de daha kötüsünün ve radikalleştirici etkisinin de ortaya çıkmaya devam etmesidir. Bir başka ifadeyle milyonlarca insan çaresizce bu sistem içinde sıkışıp kalması, panik halinde toplumsal olmak yerine bireysel çözümler araması söz konusudur. Bir avuç zengin ise geleceğini şimdiden planlamış ve olası bütün senaryolara dair stratejiler geliştirmektedir.

Sonuç olarak egemen sınıfların geçen yüzyıldan çıkardığı bir ders varsa bu da 20. yüzyılın şekillenmesine neden olan sistem dışı radikal seçeneği, yani sosyalizmi başından itibaren itibarsızlaştıran, toplumsal temelini budayan, örgütlenmesini engelleyen stratejik hamleleri hızlıca geliştirmektir. Çünkü felaket vari gidişatın insanları radikalleştireceği açıktır. Ancak bu radikalleşmenin zorunlu olarak kapitalist sistem dışı seçeneklere yöneleceğine dair bir emare yoktur. Ya da yönelmemesine dair özel çabalar sarf edilmelidir. Bu nedenle radikalleşmenin yöneliminin faşizme doğru kaymasının temel sebeplerinden biri de 20. yüzyıldan alınan bu temel derstir. Çünkü büyük kapitalistler bırakın eşitsizliği ortadan kaldırmayı, onu makul bir şekilde yeniden dağıtmak yerine kendi servetlerini koruma uğruna küresel ölçeğe yayılan yeni savaşlara, toplumsal çatışmalara ve felaketleri göze almaktadır.