“Çalınan Dikkat” üzerine

Basit olan, bu sorunun farkında olarak inzivaya çekilmek, bireysel yetkinlik ve gelişkinlik peşinde koşmaktır. Zor olan ise bu soruya kolektif bir yanıt aramaktan geçmektedir.

Her toplum ya da bir toplumsallık kendi içinde bir dizi çelişkiyi ve sorunu beraberinde getirebilir. Toplumun bireylerinin bu sorunlar ve çelişkiler karşısında nasıl konum alacağı bir yana, mevcut ilişkilerin devamını sağlamak için kimi yöntemler ve stratejiler uygulanır. Elbette bunlar o toplumun egemenleri ve yöneticileri tarafından sağlanır. Bu anlamda herhangi bir sorun ve çelişki karşısında en bilindik ve en çok başvurulan yöntemlerden biri sorunun bireyselleştirilmesidir. Bu gibi durumlarda sorun varlığı, onu deneyimleyen kişilerin yetersizliğine bağlanır. Başka bir ifadeyle ortada bir hata varsa o her zaman kişinin kendisinde aranmalıdır. Söz gelimi bir işçinin neden hep işçi olarak kaldığının ya da zengin olmadığının cevabı olarak onun tembelliği gösterilir. İşçi riskten almaktan kaçınıyordur, yeterince girişimci değildir, vizyonu sınırlıdır vs. Yine de yöntem çok eski olsa bile bugünün dünyasında uygulanma biçimi kelimenin gerçek anlamıyla bir tür “ustalık eseri” olarak sergilenmektedir.

Günümüzde belirli sorunlar ve krizler içinde yaşadığımız neredeyse herkesin ortak kabulüdür. Elbette ayrılık noktası bunların üstesinden nasıl gelineceği konusunda yaşanmaktadır. Bir diğeri ise bu sorunların hangi biçimlerle algılanacağı konusunda yaşanır. Örneğin, bugünün dünyasında toplumsal düzen ya da sistemin (adına ne dersek diyelim) egemenleri ve yöneticileri, kriz durumlarına iki tür büyük anlatı ile yanıt verir; ilki gündelik hayatın, çalışma koşullarının ve genel olarak yaşam biçiminin sürdürülemez hale geldiği durumlarda ortaya çıkar. Yukarıda da bahsedildiği gibi sorun bireyin yetersizliğiyle alakalıdır. Buradaki öneri oldukça basittir: Yeterince çalışmayan, disiplinli olmayan, hayalinin peşinden gitmeyen, kendini geliştirmeyen, yeni beceriler elde etmeyen kişiler bulunduğu konumda kalmaya mahkûm olacaktır. Daha iyi bir yaşam isteniyorsa birey kendi sınırlarını sonuna kadar zorlamalıdır. Bunu yapmamasının önündeki tek engel ise bireyin kendisidir.

KOLEKTİFLEŞTİRİLEN SORUN

Bu bilindik taktiğin yanında bana göre ikincisi daha kompleks bir yanıtı içerir. “İnsanların dünyanın sonunu düşünebildiği ancak kapitalizmin sonunu düşünemediği” tespiti bu kompleks yanıtla iç içe geçmiştir. Günümüzde herkes yaşadığımız dünyanın sorunları hakkında belirli fikirlere sahiptir. Çevre kirliliği, orman yangınları, ekolojik tahribat, ekonomik krizler, savaşlar, göçler vs. vs. Tahmin edilebileceği gibi bunlar “devasa” sorunlardır ve sadece bireyin kendisine indirgenemeyecek kadar karmaşıktır. Ancak tam bu noktada yeni bir strateji devreye girer: Sorun kolektifleştirilir.

Baştan belirtmek gerekirse sorunun kolektif hale getirilmesi herhangi bir çözüm önerisi bağlamıyla ilgili değildir. Tıpkı sorunun bireyselleştirilmesinde olduğu gibi kolektifleştirilmesi de sorunların kaynağını görünmez kılmanın bir yoludur. Örneğin Hollywood’ın son yıllarda “dünyanın sonu” temalı pek çok film çektiği bilinmektedir. Birkaç filmi izledikten sonra ana bağlantı noktası hemen ortaya çıkar. Dünyayı yok olma eşiğine getiren sorunlar ortaya çıkmakta ve bunlar insanlığın ortak hatası olarak meydana gelmektedir. Dolayısıyla bu noktada kolektifleştirme süreci belirli sorumlulukları gizleme aracı olarak kullanılır. Devasa şirketlerin kar hırsıyla her yeri talan etmesiyle sıradan birinin araba kullandığındaki etki aynı düzeye indirgenir. Ya da çok basit ve belki de klişe bir örnek olarak denize çöp atan biriyle tonlarca atığı boşaltan fabrika sahibinin kirlenmedeki sorumluluğu aynılaştırılır ve dolayısıyla görünmez hale gelir. Kısacası sorunun kolektifleştirilmesi, bütün bunların ortaya çıkmasında en fazla pay sahibi olanların sorumluluğunu dünyanın geri kalanıyla aynı miktara indirgemesidir.

***

Şimdi ilk noktaya, bireye indirgenme noktasına tekrar dönelim. Bu sıralar Johann Hari’nin “Çalınan dikkat” adlı kitabını okuyorum. Yazar, belirli cevaplara ulaşmak için dünyanın dört bir tarafında bilim insanlarıyla konuştuğunu söylüyor. Aynı zamanda odaklanma konusunu kendi yaşam öyküsü ve deneyimiyle anlatıyor. Kitabın ortalarında olduğum için dikkat konusundaki yanıtın ne olacağı belirsizliğini korusa da sorunun tespiti güzel bir çerçeveye yerleşiyor. Başlıktan da anlaşılabileceği gibi bugün dikkat kaybı, bireyin bilişsel kapasitesi ve yetkinliğinden daha çok yaşadığı toplumsal çerçeve ve sistem tarafından şekillendiriliyor. Devasa enformasyonlara maruz kalmak, sürekli tıklanma ve birileri tarafından “yoklanma” durumunu deneyimlemek ve yazarın bahsettiği pek çok şey dikkati parçalayan bir çerçeveyi ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla dikkat eksikliği, bugünün üretim ve toplumsal ilişkilerin bir sonucu olarak ama ondan soyut bir biçimde insan yetersizliği olarak algılanıyor.

Johann Hari, kitap boyunca belirli dengeleri gözetiyor. Öncelikle kendi iddiasını bireysel odaklanma ve derinleşme olarak ortaya koyuyor. 3 ay boyunca inzivaya çekiliyor, internet ve telefondan uzak kalmayı tercih ediyor. Ancak bir yerde belirgin bir sorunla karşılaşıyor. Bu becerileri elde etse bile üç ayın sonunda aynı toplumsal ilişkiler içine döneceğini fark ediyor. Çalışma ritmini ve alışkanlıklarını değiştirmeyen arkadaşlarıyla ilişkisi nasıl olacağı konusu bir tür belirsizlik yaratıyor. Bu gibi sorunlar Hari’yi kolektif cevaplar ve kolektif dikkat kazanımı gibi beceriler üzerinde düşünmeye yöneltiyor. Çünkü bireysel yanıtların belirli sınırlılıkları olduğunu kabul ediyor.

Hari’nin dikkat eksikliği üzerinde getirdiği anlatı, aslında eski bir sorunsalın sadece bir yönüdür. Buradaki temel tartışma, insan bilinciyle toplum arasında nasıl bir ilişki olduğu sorusudur. Örneğin Marx buna “toplumsal koşulları belirleyen bilinç değil, bilinci belirleyen toplumsal koşullardır” diye cevap verir. Dolayısıyla içinde yaşadığımız çevre, dünyayı kavrama biçimimize doğrudan müdahil olmaktadır. Bunun dışına çıkmak neredeyse imkansızdır ya da toplumsal yaşamdan tamamen dışlanmayı, izole bir yaşamı gerektirir. Son yıllarda bu tarz eğilimlerin arttığı söylenebilir. Şehirlerin yaşanmaz hale gelmesiyle pek çok kişinin şehirlerden kaçtığı ve kırsal bölgelere doğru akın ettiği bir gerçektir. Yine de bu, sınırları olan bir faaliyettir. Bu tarz faaliyetler hem soruna bireysel bir yanıt üretir hem de belirli ekonomik gelir talep eder. Bu nedenle Hari’nin kendi ailesinden örnek vermesi oldukça yerindedir. Hari, Cambridge’de okumuştur, gazetecilik yapmaktadır ve ekonomik durumu yerindedir. Bu nedenle üç ay boyunca inzivaya çekilme ayrıcalığına sahiptir. Ancak anne ve babası işçidir. Onlar için böyle şeyler yapmak düpedüz imkansızdır. Dahası Hari, dikkat ya da benzeri sorunların çözümü için inzivaya çekilme tavsiyelerinin onlar için ağır bir hakaret olduğunu düşünür.

Hari’nin sorunsallaştırdığı mesele, gündelik hayatımızda yaşadığımız şeylerden sadece biridir. Bugünün çalışma koşulları, devasa enformasyonlar, teknolojik gelişmeler vd. insan bilincini ve yaratıcı faaliyetini ortaya çıkartacak zamanı elimizden almaktadır. Basit olan, bu sorunun farkında olarak inzivaya çekilmek, bireysel yetkinlik ve gelişkinlik peşinde koşmaktır. Zor olan ise bu soruya kolektif bir yanıt aramaktan geçmektedir.