Kongo-Nil parkurunda üç gün

Bu üç günde onlarca kilometre yürüdüm, zaman zaman zorlayıcı olan bu parkurda hayatımın en güzel manzaralarına karşı en güzel kahveleri içtim, onlarla çok sohbet edemesem de köylerde misafirperver insanlarla tanıştım.

Sabahın erken saatlerinde Ruanda’nın başkenti olan Kigali’den ülkenin batısındaki Gisenyi şehrine geçmek için otobüs terminaline gittim. Esenler veya AŞTİ’nin biraz daha küçük bir versiyonuyla karşılaşmayı bekliyordum. Çünkü otobüs terminali, en nihayetinde otobüs terminalidir ve hemen hepsi çok çirkindir. Kigali’de de estetik olarak bir dünya harikasıyla karşılaştığımı söyleyemem ama ağır egzoz kokusunu bile unutturacak tarzda bir renklilik vardı. Renkler öyle kuralsız ve güzel şekilde yayılmıştı ki etrafa, terminal Kandinsky ya da Miro tarafından tasarlanmış gibiydi. Sağdan ve soldan akıp giden motosiklet seli, tabela ressamlarının ellerinden çıktığı her hallerinden belli olan eski usul otobüs firması reklamları, durakların aralarından geçen seyyar satıcılar ve onların arkalarından koşan çocuklar… Diğer otobüs terminallerinde çok sık rastlanmayan diğer şey ise devasa büyüklükteki hoparlörlerden yayılan Afrika pop müziğiydi. İnsanlar ya terminale gelmişken oynuyorlardı ya da dans etmeye buraya geliyorlardı. Muavinler bilet satmaya çalışırken kendilerini müziğin temposuna kaptırıp yolcularla dans ediyorlardı.

Kongo-Nil parkurunda üç gün - Resim : 1

Bu hengamede bilet alırken cam kenarında bir yer bulabilir miyim acaba diye düşündüm. Bu talebim, çalışanlar tarafından gülümsemeyle karşılandı. Tahmin edebileceğiniz gibi belirli bir oturma planı yoktu. İstediğiniz yere oturmak için tek yol vardı, o da hızlı olmaktı.

Şehrin çıkışında kilometreler boyunca uzanan çiçekçiler gördüm. Hayatımda bu kadar çiçek dükkanını bir arada görmemiştim. Yeşil tepelerin aralarından dolaşarak çıktığımız ana yol gayet bakımlıydı. Zaman zaman ağaçlarda sallanıp daldan dala atlayan maymunlar da yolculuğa eşlik etti. Dünyadaki tüm otobüs terminallerinin aynı olduğu konusundaki öngörümde yanılmış olsam da dinlenme tesisleri hakkındaki düşüncelerimde haksız değildim sanırım. Kahve molası için durduğumuz yerde acemice yapılmış olan bir heykel, ışıklı bir fıskiye ve kolye-tesbih satan dükkanlar vardı. Eksik olan tek şey, “dinlenme tesisi soğuğu”ydu. Ekvator’a yakın olan Ruanda’da, yılın hemen her mevsimi kısa kollu tişörtle, şortla gezilebiliyor. Afrika güneşinin, teninizi, diğer güneşlerle kıyaslanamayacak kadar keskin şekilde yakabileceğini ve Afrika sineklerinin, muadilleriyle kıyaslanamayacak kadar rahatsız edici olabileceklerini unutmadan elbette.

Kongo-Nil parkurunda üç gün - Resim : 2

Yol boyunca uğradığımız köyler de çok güzeldi. Otobüsün gelmesiyle hayat, buralarda daha da renkleniyordu. Kim gelip kim gidiyor diye merak eden çocuklar, otobüse binip bakıyorlar, seyyar satıcılar ellerindeki muzlarla ya da et şişlerle koltukların aralarında dolaşıyorlar, teyzeler otobüsteki yolcuları göstererek kim bilir aralarında neler konuşuyorlar. Otobüsün köye uğradığı o bir iki dakika, ahali için televizyonda en sevdikleri programa denk gelmek gibi bir şey herhalde.

Afrika için kısa kabul edilebilecek bir yolculuğun sonunda, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne de sınır olan Gisenyi şehrine vardım. Ülkenin en güzel yerlerinden biri olarak kabul edilen Kivu Gölü’nün çevresine kurulu bu şehir. Hemen hemen bütün evler tek katlı. Afrika’daki diğer küçük şehirlerde de olduğu gibi otobüs terminali, şehrin tam merkezi olarak kabul edilebilir. Hayat burada da terminalin, merkez pazarın ve pazarın çevresindeki lokantaların üzerine kurulu diyebiliriz. Otobüsten indiğimde beni “Bismillah Lokantası” karşıladı. Yalnızca yüzde ikisi müslüman olan Ruanda’da, birçok yerde bu isimle açılmış olan restaurantlar, giyim ve berber dükkanlarıyla karşılaştım. Şehrin pazarında balık temizleyen kadınlar beni yanlarına çağırdılar. Özellikle fotoğraflarını çekmemi istediler. Pazarcıların misketle oynadıkları bir oyuna denk geldim. Adı, “igisoro”ymuş. Dikkatle izlediğimi görünce beni de oyuna davet ettiler ama çok hızlı oynadıkları için kuralları anlamam zor oldu ve izlemeyi tercih ettim.
Kivu Gölü’nün kıyısına indiğimde karşılaştığım manzara, beni gerçekten çok etkiledi. Çarşaf gibi olan berrak göl suyunun güzel mavisi, kıyıdaki çimenlere karışıyor. Yukarı baktığınızda gökyüzünü, tavus kuşuna benzeyen ağaç dalları kesiyor. Yoldan geçen insanların zaman zaman çıkardıkları sesleri saymazsak kuş sesleri dışında bir ses yok. Sabah otobüs terminalinde karşılaştığım kaos ortamı da aklıma geldince ister istemez gülmeye başladım.

Kongo-Nil parkurunda üç gün - Resim : 3

Ertesi gün, üç gün sürecek bir yürüyüşe başladım. Yürüyeceğim yolun ismi, Kongo-Nil Rotası’ydı. Bu rotanın tamamını yürümek için on güne yakın bir zaman gerekiyor. Ben, vaktim az olduğu için yalnızca iki etabını yürüme imkanı bulabildim. Bu yürüyüşte beni etkileyen birçok şey oldu. Bunlardan biri doğaydı. Yeşilin bu kadar tonuyla karşılaşabileceğiniz çok az yer vardır dünyada. Yokuşu tırmanıp dağ köylerine çıktıkça Kivu Gölü ve gölün ortasındaki adalar da inanılmaz bir manzara sunuyor size. Sağ tarafınız muz ağaçları, sol tarafınız kahve çekirdeğiyle dolu dallar, aşağıda ahşaptan yapılmış tekneleriyle, şarkı söyleyerek ava giden balıkçılar. Yolda karşılaştığım insanların hepsi beni konuk etmek istedi, bahçelerini görmem, kahvelerini içmem için ısrarcı oldu. Yol boyunca, zaman zaman seçim çalışması için köy köy gezen bir siyasetçi gibi hissettim kendimi. Gittiğim köylerde tüm çocuklar başıma toplandı. Yalnızca “hello” demeyi biliyorlardı. Biri yaklaşıp hello diyor, cevap verip bir soru sorduğumda, toplu halde hello diye cevap veriyorlar. Bu şekilde her köyde, çocuklarla yüzlerce kez “hello”laştım. Birbirlerinin evlerine gidip benim geldiğimi haber verdiler ve arkadaşlarını çağırdılar her seferinde. Köyden çıkana kadar da peşimden gelip beni uğurladılar.

Kongo-Nil parkurunda üç gün - Resim : 4

Her köyün girişinde, yerel dilde tabelalar var. Bu tabelalar önce köyü, ziyaretçilere tanıtıyor. Sonra da köye verilen görevleri açıklıyor. Bu görevler, çevreyi temiz tutmak, okulun ihtiyaçlarını gidermek ya da gençlere önem vermek olabiliyor. İlk gün takip etmeyi planladığım patika, yağmurdan dolayı çökmüştü. Bu yüzden balıkçıların teknelerinden birine atlayıp, kalacağım yere onlarla gittim. Konaklayacağım yer, bir kilisenin pansiyonuydu. Civarda kalacak başka bir yer bulamamıştım. Afrika mutfağıyla aramın çok iyi olmadığını her fırsatta dile getiriyorum. Bu durumlarda bir çeşit muz kızartması olan plantain, imdadıma yetişiyor. Hergün yesem bile şikayet etmeyeceğim nadir yemeklerden.

İkinci gün, küçük bir limanı olan güzel bir köyü ziyaret ettim. Kivu Gölü’ne sınırı olan köyler, bu küçük limanlara mallarını yükleyip diğer köylerin mallarıyla takas ediyorlarmış. Bu köyde birer de meyve-sebze ve bit pazarı vardı. Bu pazarlarda, kilise tarafından kendilerine verilen şeyleri ya da bir şekilde ellerine geçen eşyaları satıyorlardı. Yağmurdan dolayı o günkü patika da kapanmıştı. Bisiklet yolundan motosikletle aşağı inerek kalacağım yere ulaştım. Vardığım yerde bir kahve üretim tesisi vardı. Tesisin sahibi, beni gezdirmek istedi. Böylece kahvenin dalından bardağa kadar nasıl işlemlerden geçtiğini görme imkanım oldu. Manzaraya karşı üretimi izlerken, “makineler de Ruanda üretimi mi?” diye sordum. Çeşitli ülkelerden ithal ediyorlarmış. Uğradığımız son odada, “acaba bu makine nerden gelmiş” diye baktığımda, “Bornova/İzmir” yazısıyla karşılaştım. Ruanda’nın pek de uğrak olmayan bir köyünde, yerel bir kahve üretim tesisinde, doğduğum şehirde üretilmiş olan bir makineye rastlamak ilginç bir tesadüf oldu. Bunu anlattığımda şaşıran tesis sahibi, “hemşehrin iyi bir makine, ondan memnunuz” dedi, gülerek. İçtiğim kahvenin lezzeti de “hemşehrimin” performansını kanıtlar nitelikteydi.

Son gün, gölden uzaklaşarak bölgenin iç kesimine doğru yürümeye başladım. Dönüş yolu başlamıştı. Muz ağaçlarının yerini okaliptus ağaçları aldı. Bitki örtüsü, yavaş yavaş değişiyordu. Yolda rastladığım bir okulun tabelasında, “aklına gelenleri yapmayı öğren” yazıyordu. Bölgede gördüğüm tüm okulların önlerinde bu tarzda motivasyon tabelalarıyla karşılaştım. Artık şaşırmadığım şekilde, o gün takip edeceğim patika da çökmüştü. Bu sefer ana yola çıktığımda otostop çekmekte buldum çareyi. Gisenyi’ye dönerek oradan Kigali’ye gidecek olan otobüse atlayacaktım.

Kongo-Nil parkurunda üç gün - Resim : 5

Bu üç günde onlarca kilometre yürüdüm, zaman zaman zorlayıcı olan bu parkurda hayatımın en güzel manzaralarına karşı en güzel kahveleri içtim, onlarla çok sohbet edemesem de köylerde misafirperver insanlarla tanıştım.

Dünyada her yer ve her şey giderek birbirine benziyor. Aklımıza gelebilecek hemen her şey özgünlüğünü, anlamını ve derinliğini yitiriyor. Durum böyle olunca, üzerine uzun uzun düşünmeye değecek şeyleri bulmak da daha zor hale geliyor. Bana; kahve ve muz tarlalarını, güzel köyleri ve sıcakkanlı insanları, şarkı söyleyerek kürek çeken balıkçıları ve çöken patikaları düşünme imkanı verdiği için bu ülkeyi çok seviyorum.