Türkiye Yüzyılı Muhalif Modeli

Yeni açılan ortaokulların %95’i İmam Hatip. İşte asıl dikkat çekilmesi gereken nokta bu!

Kabul edin, bazılarınız başlığı Maarif Modeli diye okudu. O bazılarının yanlış okuması çok doğal. Endişe ve düş kırıklığı zihnimizi bulandırır.

Rezalete doymayan cennet vatanımız yine yeni bir çağ atlamanın eşiğinde; son yıllarda olduğu gibi gene geriye doğru. Böyle gidersek çağ atlaya atlaya Osmanlı’nın kuruluşuna kadar gideceğiz diye korkuyorum. Hatta zorunlu dersler arasına Ebced hesabının da sokulması pek bir hayırlı olur. Bilmeyenler için söyleyeyim, Ebced, Arap alfabesindeki ilk dört harfin (Elif-Ba-Cim-Dal) ilk sesleri bir araya getirilerek uydurulmuş bir isim olup İslamiyet'in kabulünden ve Arabistan'da Hint rakamları kullanılmaya başlanmadan önce hesap yapabilmek için harflerin rakam olarak kullanıldığı bir sayı sistemidir. Tam anlamıyla hüküm edenlerin anlayışıyla yerli ve milli. Yerli ve milli derken ülkemizden değil ümmetimizden bahsediyorlar tabii.

Şaka bir yana, eğitim ve öğretim konusunda dibe vurduğumuz bu dönemde ortaya çıkan bu yeni model aslında pek de yeni değil, yerli hiç değil.

“1973 yılında Trilateral Commission adıyla bir düşünce grubu kurulur. Bunu kuran da her taşın altından çıkan David Rockefeller. Amacı, Japonya, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkeleri arasında yakın iş birliği sağlamak. Bu grup 1975 yılında Demokrasi Krizi adlı bir rapor yayımlar. Bu rapordan iki alıntı yapmak istiyorum size:

“Halk gereğinden daha yüksek bir eğitime sahiptir. Amerikan hükümeti, vatandaşlarına sunduğu eğitim olanaklarıyla, onların daha iyi bir yaşam beklentisine sahip olma inançlarını artırıyor ve böylece üniversite diplomasına sahip kişiler hayatlarında daha fazla kontrol sahibi olmak istiyorlar.”

İkinci alıntıdaki tanım ise bundan da ürkünç.

“Makine kullanmaya yetecek, ancak çok fazla şey öğrenip talepkâr olmayacak, isyan çıkarmayacak” kadar eğitilmiş işçi ve memur yaratmak hedeflenir. İşin acı tarafı, bu raporu 1976’da kaleme alanlardan birinin ünlü siyaset bilimci Samuel Huntington[1] olması.”[2]

Kısacası konu sadece “Abovvv! Her okulu İmam Hatip’e çevirecekler” demenin biraz daha ötesinde. (İmam Hatip konusunda fikirlerimi birazdan paylaşacağım.) Daha çok 3 temel konu üzerinde yoğunlaşmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Birincisi, bilinçli olarak eğitim kalitesini düşürerek toplum yapısını değiştirmek. İkincisi, kültürel anlamda dinsel ağırlıklı bir anlayış yerleştirmek. Ve üçüncüsü, eğitimde eşitsizlik yaratarak belli bir kesimin yurtdışında okuyarak edindiklerine ulaşılmasını önlemek.

Eşitsizliği sadece gelir dağılımıyla açıklamak sığ bir yaklaşımdır. Böyle bir eğitimin diretildiği kimselerin, bunu diretenlerle eşit şartlarda yaşaması ne kadar da zor, değil mi?

Bu konu ayrıntılı ve uzun anlatmayı gerektirir. Ben kısaca söylemeye çalıştığımı sokak diline çevireyim: Hocam, koyun, manda ve papağan karışımı bir halk istiyoruz. Bir de bunların beyinlerine kolayca manipüle edeceğimiz dini bir anlayışı kazırsak tadından yenmez. Bu arada bizim için münasip olanların çocuklarını yurtdışında en ala okullara göndeririz ve bu sayede bir sonraki kuşağın elitlerini, yöneticilerini de doğal yoldan elde ederiz.

Modeli iyi kötü inceleyenler hemen fark edecektir. Öğretim iyice güdükleştirilirken, eğitim adı altında eklenen derslerin ağırlığı bir hayli artırılmış durumda. Öğretim bilgi aktarımıdır ve bunu elde etmenin birçok yolu vardır. Oysa eğitim karşındakini dönüştürmeyi amaçlar, yani bilgiler ışığında kişinin algısını, yaklaşımını, tutumunu, davranışlarını, düşünce yapısını hedefler.

Şimdi, daha integral bilmeyen veya evrim teorini okumamış bir öğrenci ilgili bir üniversiteye gidip öğrenime başladığında orada geçireceği 4 yılın bir bölümünü türev, integral, türlerin çeşitliliği, doğal ayrışma vs. öğrenmekle geçirecek ve sonrasında diğer dersleri hızla okuyup mezun olacak. Üniversitelerin çoğunluğunun ticari kaygılarla liyakate bakmadan öğrenci ve öğretim üyesi almasının sonucunda zaten mezun olanların iş dünyasının talep ettiği vasıfları barındırması imkânsız. Bir de üstüne bu model gelince, elimizde birbirinden sakil bir kitleyle karşı karşıya kalacağız demektir. Ve bu kitle sakil olduğunu bildiği için de fazla maaş, fazla hak istemeden kendini kabul eden işyerlerinde vasat veya vasat altı bir kalitede ürün / servis üretiyor olacak.

-------------

Bunun yanı sıra, bir de herkesin dilinde olan İmam Hatip Liseleri var. Bana göre temel sorun liseler değil, ortaokullar. Anlatayım…

Millî Eğitim Bakanlığı istatistiklerine dayanarak basit bir kıyaslama yapalım. 2023 Ekim ayında yayınlanan kitapçıkta toplam 12.686 lise (onlar ortaöğretim diyorlar) içinde 1.715 tanesi İmam Hatip yani %13.52’si. Yine aynı kitapta toplam ortaokul sayısı 18.907 ve İmam Hatip sayısı 3.432 yani oran %18.15.

Şimdi bu İmam Hatip sayılarının patlamaya yeni başladığı 2015 yılına gidelim. İlk hızlı artışın olduğu yıldır 2015. Toplam 9.060 lise içinde 1.017 tanesi İmam Hatip yani %11.22’si. Yine aynı kitapta toplam ortaokul sayısı 16.968 ve İmam Hatip sayısı 1.597 yani oran %9.41.

Liselerin oranı %11’den %13.5’e çıkmış ama ortaokulların oranı iki kat artmış.

Bir başka dikkat çekici nokta ise ortaokul artış sayısındaki gariplik. 8 yılda ortaokul sayımız 1.939 adet artmış ama bunun 1.835 tanesi İmam Hatip. Yani yeni açılan ortaokulların %95’i İmam Hatip. İşte asıl dikkat çekilmesi gereken nokta bu!

Son olarak, ilkokul ve sonrasında Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde olmayan ve tarikatların kontrolünde eğitim gören bir kitle var. Ne yazık ki, bir hayli araştırmama rağmen net bilgilere ve rakamlara ulaşamadığım için herhangi bir rakam veya istatistik vermem mümkün değil.

Uzun lafın kısası, arkadaşlar olaya “topraktan” girmeye başlamış epey bir süredir. Anladığım kadarıyla tüm okulları “müfredat” adı altında sığlaştırmaya ve “hizaya getirmeye” ant içmişler.

Herkesin kör olduğu bir dünyada görmek korkunç bir şey olsa gerek…



[1] Samuel Phillips Huntington (1927-2008), Amerikalı siyaset bilimci, danışman ve akademisyen. 1993’te yazdığı Medeniyetler Çatışması ile de tanınır.
[2] Şimdi Bitti, Burak Uluer, 2000, Erik Yayınları