Bask Ülkesi’nde bir hafta sonu

Avrupa şehirlerinin büyük bir çoğunluğunda alışkın olduğumuz şekilde bir nehrin iki yakasına kurulu olan, Avrupa’nın çoğu şehrinde alışkın olmadığımız şekilde de hayatın hızlı aktığı bir şehir Bilbao.

Liman şehirleri, hayatımda her zaman iz bırakmıştır. İzmir’de doğdum, üniversiteye kadar yaşadığım Kuşadası’nda limana gelip giden gemilerin nereden gelip nereye gittiklerini hep merak ettim. Seyahat tutkumun temelleri bu yıllarda atıldı. Başka bir liman şehri olan İstanbul’da okurken ilk seyahat planlarımı yaptım. Pire ve Porto’nun yeri bende hep ayrı oldu. Paşa Limanı’nda içtiğim ilk uzonun tadı hala damağımda, Gaia’dan Porto’ya şarap fıçılarını taşıyan derme çatma ahşap kayıkların gün batımındaki manevraları hâlâ izlemekten en çok keyif aldığım şeylerden biri. Durum böyle olunca, “Bir liman şehrine seyahat etmekten daha iyi ne olabilir?” sorusuna verebileceğim tek cevap, “Yola çıkılan şehrin de bir liman şehri olması”dır.

Hamburg-Bilbao biletini alırken de aklımda hep limanlar vardı haliyle. 6 senedir yaşadığım ülke olan Almanya’da vakit geçirmekten en çok keyif aldığım şehirlerden biri Hamburg. Şehrin adını ilk defa çocukken, İzmir Limanı’ndaki konteynırların üzerinde görmüştüm, Fatih Akın filmleri ve şehrin en büyük iki takımından biri olan St. Pauli’ye lise yıllarında duyduğum sempati de takip etmişti bunu. 2017’de yüksek lisans eğitimim için geldiğim Almanya’da, okumayı planladığım şehirde ilk ay için kalacak yer bulamamış ve neredeyse benim kadar büyük ve ağır olan valizlerimle Hamburg’un yolunu tutmuştum. Konut krizini fırsata çevirerek yaptığım bu keşif de güzel bir anı olarak kalmıştı.

Amsterdam’da ya da Brugge’de görebileceğiniz tarzda olan kızıl tuğlalı evlerin ve kanalların yanlarından geçerek tüm gün sıkılmadan yürüyebilirsiniz bu şehirde. Elb Filarmoni Orkestrası’nın özgün bir mimariye sahip olan binasında bir konsere denk gelebilir, Cotton Club’da caz dinleyebilir, şehrin ünlü müzikallerinden birine bilet alabilirsiniz. Kordonda yürüyüp balık ekmek yemek de -eğer hava rüzgarlı değilse- çok keyifli olur. Yolu zamanında Hamburg Limanı’na düşen ve buraya yerleşen Portekizlilerin ve Brezilyalıların kurduğu mahallede de en güzel Portekiz şarabını içebilir, Porto’ya özel bir yemek olan francesinhayı bol soslu olarak yiyebilir ve hemen her köşe başında Portekiz tatlısı natayı tadabilirsiniz.

İşte, Hamburg ritüeli olarak kabul ettiğim bu aktiviteleri tamamladıktan sonra, arkadaşlarımla planladığım Bask Ülkesi seyahati de başlamış oldu.

Bask Ülkesi’nde bir hafta sonu - Resim : 1

Bask Ülkesi, İspanya’nın özerk bölgelerinden biri. Ülkenin kuzeydoğusunda yer alıyor. Bu özerk bölgede yaklaşık üç milyon kişi yaşıyor. Herhangi bir dil ailesine aidiyeti kanıtlanamamış olan Baskçanın kullanımına büyük önem veriliyor. İlginç şekilde bu dilin Gürcüce ile epey ortak noktasının olduğu iddia ediliyor. Daha önce Katalonya’ya yaptığım seyahatlerden alışkın olduğum üzere Bilbao Havalimanı’nda da bizi Baskça tabelalar karşıladı. Kelimelerin İspanyolca karşılıkları ise, İngilizceden bile sonra yazılmıştı. Katalancadan farklı olarak tınısı İspanyolcaya ve diğer Latin dillerine hiç benzemeyen bu özgün dili duymaya alışmak da haliyle zaman aldı. Bask ülkesinin yeşil-kırmızı bayrağını da seyahatimiz boyunca hemen her yerde gördük.

Havalimanından kiraladığımız araçla şehir merkezine doğru giderken, dağlık olan şehirlerin hemen hepsinde göze çarpan düzensiz kentleşme dikkatimizi çekti. Deniz kenarında olması, bol yağmurlu ve rüzgarlı bir iklime sahip olması da buna eklenince Bilbao’yu ilk bakışta Karadeniz şehirlerine benzettik. Eski şehir kısmına varana kadar da bu izlenimimiz değişmedi.

Avrupa şehirlerinin büyük bir çoğunluğunda alışkın olduğumuz şekilde bir nehrin iki yakasına kurulu olan, Avrupa’nın çoğu şehrinde alışkın olmadığımız şekilde de hayatın hızlı aktığı bir şehir Bilbao. Eski şehre vardığımızda sokaklarda top oynayan çocukların yanlarından geçip şehrin ana meydanındaki bir Bask tavernasına oturduk.

Bask Ülkesi’nde bir hafta sonu - Resim : 2

Bask mutfağının temel taşı, İspanyolların mezesi olan “tapas”ların ekmek üzerindeki versiyonu olan “pintxo”. Küçük bir dilim ekmeğin üzerine konulan et ve balık parçalarının üzerlerinde hep sos veya kızarmış biber var. İnsanlar, tanesi yaklaşık bir buçuk euro olan bu mezelerden birer tabak yapıp bira ya da sangria eşliğinde karınlarını doyuruyorlar. Lokantalarda ana yemek yiyen birini görmek güç. Biz de özellikle seyahatimizin ilk günlerinde, Baskların hiçbir zaman tam bir öğün yemediklerini, saat kaç olursa olsun sürekli olarak bir atıştırma halinde olduklarını düşündük. Mezeler lezzetliydi ve doyurucuydu doyurucu olmasına ama sürekli olarak böyle besleniyor olsaydım bu durumu aileme nasıl açıklardım diye de aklımdan geçirdim. Annemin, “Doğru düzgün bir yemek ye oğlum, hep öyle ekmek üzeri abur cuburla olur mu” şeklindeki feryatları şimdiden kulağıma geliyor.

Bilbao’daki problemlerin ana yemek bulmak ile sınırlı olmadığını anlamamız çok uzun sürmedi. Tam olarak iki buçuk saat boyunca park yeri aradık. Penceresi hava boşluğuna açılan ve bir nevi koğuşu andıran hostelimize giriş yaptıktan sonra şehri keşfe çıktık. Sert rüzgardan dolayı bu keşif çok da uzun sürmedi. Gerçek Bask rüzgarı ile karşılaşmamız içinse iki gün daha bekleyip Biskay Körfezi’ne doğru yola çıkmamız gerekecekti.

Ertesi gün şehir turumuza başladığımızda şehrin eski kısmındaki rengarenk binaların üzerinde güneş ışığı dolaşıyordu. Tren garının üst katında bizi karşılayan cam işlemeleri uzun süre inceledik. İşlemelerde demiryolu işçileri, köylüler ve şehrin önemli binaları tasvir edilmişti. Renk kullanımını takdir ettiğimiz bu işlemeler, gün ışığının geliş açısına göre günün her saatinde farklı bir estetik sunuyordu.

Bask Ülkesi’nde bir hafta sonu - Resim : 3

Şehrin kütüphanesinin önünden geçerken Türkçe bir cümle takıldı gözümüze: İnsan yedisinde neyse, yetmişinde de odur. Kütüphanenin cam cephesine birçok dilden birer cümle seçip yazmışlar. Türkçedeki seçimleri neden böyle olmuş, merak konusu.

Bask Ülkesi’nde bir hafta sonu - Resim : 4

Sokaklarda yürürken klasik İspanyol mimarisinin yanında modernizm ile inşa edilmiş olan birçok binanın olduğunu gördük. Bunlardan biri de henüz yeni sayılabilecek bir bina olsa da özgün tasarımı ve görkemli yapısıyla şehrin bir numaralı sembolü olan Guggenheim Müzesi.

Bask Ülkesi’nde bir hafta sonu - Resim : 5

Guggenheim Ailesi’nin adıyla New York, Venedik ve Abu Dabi şehirlerinde de müzeler var. Yapıyı görüp de hayran kalmamak çok zor. Şehri ikiye bölen Nervion Nehri’ni süsleyen bu çelik bina, kimi zaman keskin kimi zaman oval olan hatlarıyla sizi etkisi altına alıyor. Biz de hem ilk günkü keşifte hem de ertesi günkü yürüyüşümüzde bakmaya ve fotoğraflarını çekmeye doyamadık. Şimdiye kadarki seyahatlerimde dışardan beğendiğim binaların içleri beni çoğunlukla hayal kırıklığına uğrattı. Bilbao Guggenheim Müzesi de bu listeye eklenmiş oldu. Modern sanata çok büyük bir ilgi duymayan birisi için hayal kırıklığı sayılabilecek bir koleksiyona sahip olduğunu düşündük bu ziyaretimizde.

Şehirde ziyaret ettiğimiz, Picasso ve Bask sanatçılardan eserlere ev sahipliği yapan Bilbao Güzel Sanatlar Müzesi, klasik sanata daha çok ilgi duyduğumuz için daha çok hoşumuza gitti. Tutkulu bir futbol seyircisi olarak, gittiğim şehirlerin futbol takımları hakkında araştırma yapmayı ve o takımlardan hatıra olarak bir şeyler almayı zamanla alışkanlık haline getirdim. 1898 yılında kurulan ve çok uzun zaman yalnızca Bask futbolcular ile oynayarak şampiyonluklar kazanan Athletic Bilbao takımının stadyumu olan San Mames’i ziyaret etmek ve oradan hatıra niteliğinde bir şeyler almak da şehir turu yaptığımız günü renklendiren aktivitelerden biri oldu. İlk defa denediğimiz güveçte siyah kalamar ile günü kapatmış olduk.

Bask Ülkesi’nde bir hafta sonu - Resim : 6

Bask Kıyıları’nı gezdiğimiz güne, Game of Thrones’un bazı sahnelerinin de çekildiği Gaztelugatxe ile başladık. Engebeli bir yolla ana karaya bağlanan yarımada, özellikle havanın sisli olduğu günlerde etkileyici bir manzara sunuyor. Rüzgar ve yağmura rağmen gözlerimizi açabildiğimiz nadir anlarda biz de o manzaranın tadını çıkardık.

Bask Ülkesi’nde bir hafta sonu - Resim : 7

Sonraki durağımız olan Guernica, adına Picasso’nun ünlü tablosundan aşina olduğumuz şirin bir kasaba. 1937’de bombalanan ve yok olmanın eşiğine gelen bu kasabada eşsiz cam işçiliğiyle dikkat çeken kent meclisi ve bölgenin bombalanışını anlatan Barış Müzesi, gezilecek yerlerden. Şehrin meydanında da Guernica tablosunun büyük bir replikası bulunuyor.

Bask Ülkesi’nde bir hafta sonu - Resim : 8

Şehirde dolaşırken dikkatimizi çeken bir anıtta Bask bayrağı tutan bir asker var. Altındaki yazıda da “Çok sevdiğimiz özgürlük için her şeyimizi vereceğiz” yazıyor.

Bask Ülkesi’nde bir hafta sonu - Resim : 9

Ayrılıkçı politikalarıyla bilinen ve silahlı örgüt ETA ile bağlantılı olduğu iddiasıyla İspanya Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılan Batasuna Partisi’nin yazılamalarının ve afişlerinin bolluğu da Bilbao’dan uzaklaştıkça gözümüze çarptı. Bir saate yakın bir yolculukla vardığımız San Sebastian, kıyıları dalgakıranlarla ve sıra sıra binalarla kaplı olan tatlı bir şehir. San Sebastian, kelime anlamı olarak “Aziz Sivaslı” demek. Şehrin “cheescake”i dünyaca ünlü. Bu ünün abartı olmadığını ve tamamen hak edilmiş bir ün olduğunu anlamak için kekten bir çatal almamız yetti. Peynirin tazeliği, kekin ağızda dağılan kıvamı ve bitirdiğinizde dahi damağınıza saatlerce eşlik eden tadı kolay kolay yakalanabilecek bir şey değil şüphesiz.

Bask Ülkesi’nde bir hafta sonu - Resim : 10

Şehir, birkaç köklü müzeye de ev sahipliği yapıyor. Bask seyahatimizde en çok beğendiğimiz müze olan San Telmo Müzesi klasik sanat, modern sanat, tarih ve etnografyayı bir arada bulabileceğiniz nadir müzelerden. Bilbao’ya dönmemiz gerektiği için bu müzede yeteri kadar vakit geçirememiş olsak da burayı ziyaret edebilmiş olmak bizi çok mutlu etti. Şehre ev sahipliği yapan Real Sociedad futbol klübünün atkılarını boynumuza sararak, şehrin sert rüzgarının zamanında Nihat ve Kovacevic’i en az Real Madrid kadar zorlamış olabileceğini düşündük.

Bask Ülkesi’nin başkenti olan Vitoria-Gasteiz’i de gezmeyi planlamıştık ama hiçbirimiz Nihat ya da Kovacevic olmadığından hava koşulları bizi fena halde etkilemişti. Artık dönme vaktiydi. Türkiye’de kullanımı popüler olan ve her derde deva olarak nitelendirilen portakal-limon aromalı sıcak karışımı bir nöbetçi eczaneye sorduk ama “sakın bunu içmeyin, içinde çok fazla zararlı madde var” cevabını aldık. Parasetamol etken maddeli ilaçların iyileştirici etkisine bırakmak durumunda kaldık kendimizi.

Bask Ülkesi’nde bir hafta sonu - Resim : 11

Seyahat isterse aylarca sürsün, isterse birkaç günlüğüne olsun, dönüş yolu hemen her zaman üzer insanı. Bilbao Havalimanı’nda seyahatin kritiğini yaparken de “ana yemek yok mu” diye yakınmamıza sebep olan mezeleri şimdiden özlemiş, Bilbao’yu park yeri problemine rağmen benimsemiş ve Bask rüzgarına alışmaya başlamıştık bile. Belki de seyahat etmeyi güzel yapan şey de bu. Gezerken başımıza gelen talihsizlikler, yadırgadığımız davranışlar, asla aramam dediğimiz yemekler, eve vardığımızda özlem duyduğumuz şeylere dönüşüyor. Her seyahat, hayatın aksilikler de getirebileceğini ve aksiliklerin de sevilebileceğini anlatıyor bize.

Etiketler
İspanya Gezi Seyahat Futbol Asker Dizi