Beslenme değil, yaşam biçimi!

Bitkisel mutfak giderek gelişen ve adını her gün daha çok duyduğumuz bir gerçek. Bu kadar çok duymamızın ise birçok nedeni var. Önce veganlık ile bitkisel beslenmenin farkını anlamakta fayda var.

Bitkisel mutfak giderek gelişen ve adını her gün daha çok duyduğumuz bir gerçek.

Bu kadar çok duymamızın ise birçok nedeni var.

Öncelikle vegan hayat biçimini tercih edenlerin sayısı giderek artıyor ve %100 bitkisel beslenen veganlar, bu beslenme biçiminin yaygınlaşmasında önemli bir rol oynuyor.

Ancak vegan olmasalar dahi bitkisel beslenen birçok kişi var.

Önce veganlık ile bitkisel beslenmenin farkını anlamakta fayda var.

Veganlık bir yaşam biçimi.

Yalnızca beslenme biçimi değil.

Veganlar hayatın her alanında hayvan kullanımını, onlardan elde edilen herhangi bir ürünün kullanımını reddeden, kozmetikten paketlemeye, beslenmeden giyime kadar birçok alanda hayvanların rızası dışında kullanılmasına karşı duruyor.

Dolayısıyla bir vegan için kıyafette deri kullanmak, üzerinde hayvan deneyi yapılmış bir ürün kullanmak neyse süt, yumurta, peynir gibi ürünleri tüketmek özünde aynı şey.

Hayatı bu felsefe ile yorumlayarak yaşamak, her geçen gün daha da yaygınlaşıyor.

BİTKİSEL BESLENMEK İSE BU İŞİN YALNIZCA KÜÇÜK BİR KISMI

Vegan mutfak ya da bitkisel mutfak, çevresel endişelerle, küresel iklim krizleriyle, sağlık gerekçeleriyle ve daha pek çok nedenden dolayı vegan olmayanlar tarafından da giderek daha fazla benimseniyor.

Vegan yaşam biçiminin küçük bir kısmı olan vegan mutfak, gastronomi dünyasında da her geçen gün daha çok konuşuluyor ve tartışılıyor.

Peki bu tartışmalar hangi başlıklardan oluşuyor?

Sağlık kuşkusuz en fazla öne çıkan başlık.

Konuyu bilmeyenlerin kafasında deli sorular var.

Proteini nereden alıyoruz?

Gün içerisinde almamız gereken tüm besin değerlerine ulaşabiliyor muyuz?

Süt olmazsa kalsiyumu nasıl alırız? gibi bir çok soru araştırılıyor her gün.

Aslında zaten günlük besin değeri ihtiyaçlarımızın çoğunun bitkisel kaynaklı gıdalardan elde ediyoruz.

Dengeli ve bilinçli beslenme ile hiç uğraşmasak dahi temel ihtiyaçlarımızın çoğunu her gün karşılıyoruz.

Birçok mineral ve vitamini, hayvanlar da otlardan ve bitkilerden alıyor.

Dolayısıyla uzmanlar da artık en sağlıklı beslenme biçimlerini araştırırken, yanlarında her ne tavsiye edilirse edilsin bitki ve bakliyat ağırlıklı beslenmenin en sağlıklı beslenme biçimi olduğu konusunda birleşiyor.

Özellikle sıfır kolesterol içermeleri nedeniyle bitkisel kaynaklar kalp ve damar sağlığını koruyan bir beslenme biçimi olması nedeniyle öne çıkıyor.

Hastanelerin protein eksikliği yaşayan hastalarla değil ama pandemi nedeniyle, kalp krizleri ve şeker hastalığı gibi nedenlerle dolu olduğu gerçeğini göz önünde tutarak, dengeli ve sağlıklı beslenmenin temel dinamiklerini öğrenmemiz çok önemli.

BESLENİRKEN DE DÜNYANIN GELECEĞİNE YATIRIM YAPABİLİRİZ

Dengeli ve sağlıklı beslenirken dünyamızın ekolojik dengesini gözetmek, bitkisel beslenme söz konusu olduğunda öne çıkan başlıklardan bir diğeri.

Gezegenimizin kaynaklarını üzerindeki tüm canlılarla birlikte paylaşma sorumluluğumuz var. Ekolojinin müdahale edilmediğinde kendi kendine yetebilen muazzam bir dengesi var.

Her bir organizmanın, evrenin devamlılığında bir yeri ve amacı var.

Tüketmek için “hayvan ürettiğimizde” hem bu dengeleri geri dönüşü olmayacak şekilde bozuyor, hem de sınırlı olan kaynakları verimsiz halde kullanıyoruz.

Örneğin doğada kendi halinde var olan hayvanlara ek olarak üretilen milyonlarca hayvanı beslemek için, bütün insanlığı beslemeye yetecek kadar tarım arazisini yem üretmek için kullanıyoruz.

Söz dünyanın ekolojik dengesine geldiğinde tabii ki ilk akla gelen soru bu kadar insan beslenirken bunu nasıl sürdürülebilir kılarız?

Cevap insanların beslenme biçiminde gizli.

Bitkisel beslenme sürdürülebilir bir dünya için bireysel olarak yapılabilecek en önemli tercihlerden biri.

Yalnızca bir öğününüzü bile %100 bitkisel bir opsiyon ile değiştirdiğinizde, uzun vadede 3 metre kare orman arazisinin, 3500 m3 suyun israf olmasını önlemiş olacağınızı biliyor musunuz?

Bu sadece sizin yaşadığınız dünyaya değil, çocuklarınızın ve gelecek nesillerin yaşayacağı dünyaya sağladığınız katkı.

Endüstrinin doğa ile barış ve uyum içerisinde gelişmemesi, yalnızca şu an yaşadığımız dünyayı ve bizi değil, bizden sonra gelecek yüzlerce jenerasyonu olumsuz etkilemeye devam ettiğini bilerek hareket etmeliyiz.