Afrikalı Sergen Yalçın, Kahve Çekirdekleri ve Boda Boda: Bin Tepeli Ülke Ruanda

Brüksel’den, Ruanda’nın başkenti olan Kigali’ye dokuz saatlik bir uçak yolculuğunun sonunda ulaştım. Dinlemekten çok keyif aldığım Kongolu rumba grubu Bakolo Music International’ın belgeseli sayesinde bu uzun yolculuk da hızla akıp geçti.

Avrupa’da kışın dondurucu soğukları egemenken, uçaktan indiğim andan itibaren tatlı tatlı esen sıcak rüzgâr, kemiklerimi ısıttı. Para çevirmek için uğradığım döviz bürosundan; kahve çekirdeği ve yalnızca bu bölgede yaşayan gümüş sırtlı gorillerin resimleriyle süslenmiş Ruanda frankları ile çıktım. Ruanda’ya “bin tepeli ülke” diyorlar.

Afrikalı Sergen Yalçın, Kahve Çekirdekleri ve Boda Boda: Bin Tepeli Ülke Ruanda - Resim : 1

Şehirlerin tepeler ile özdeşleştirildiğini çok duydum ama tüm ülkenin bununla anılması, ilk defa karşılaştığım bir şey oldu. Ruanda’nın, haritadaki komşularının arasında kaybolacak kadar küçük bir yüzölçümüne sahip olmasının da etkisi vardır elbette bu unvanı almasında.

Bu kadar küçük bir alanda coğrafya da pek değişmiyor olsa gerek. Nüfusu on üç milyon. Afrika’nın en küçük ülkelerinden biri olan Ruanda, kilometrekare başına düşen insan sayısı açısından en üstlerde. Ülkeyi bir hafta boyunca gezince, nüfusun neden bu kadar yoğun olduğunu anlama fırsatı buldum. Ruanda, birçok insanın yaşamak isteyeceği güzellikte bir ülkeymiş. Seyahatin sonunda bu isteğe sahip olanlara ben de eklendim.

Ertesi sabah ilk işim, şehirde vızır vızır gezen ve her yerde görebileceğiniz motor taksilerden birine binmek oldu. Normal taksiler pahalı ve zaman zaman tıkanan trafikte büyük zaman kaybına yol açıyor. Trafikten pek etkilenmeyen motor taksiler ise ucuz. Bu taksilere “boda boda” deniyor ve yalnızca Ruanda’da değil bütün Doğu Afrika ülkelerinde çok popülerler. Bu popülerlik, hediyelik eşyalara bile yansımış. Buzdolabı süsleri de dâhil olmak üzere birçok şeyin üzerinde boda boda resimleri var.

Afrikalı Sergen Yalçın, Kahve Çekirdekleri ve Boda Boda: Bin Tepeli Ülke Ruanda - Resim : 2

Trafik işaretleri, boda bodalar için düzenlenmiş. Yalnızca boda boda çağırmak için taksi uygulamaları var. Ben de ilk motor taksimi durdurdum ve şoförün yanında taşıdığı ek kaskı bana vermesiyle, Ruanda seyahatim tam anlamıyla başlamış oldu.

Sokakların temizliğine çok şaşırdım. Hayatımda bu kadar temiz olan bir şehir görmemiştim. Şehir, tepelere kurulmuştu ve düzenli bir yapıya sahipti. Yol kenarlarından adeta fışkırarak çıkan bitkiler, şehre ayrı bir hava katıyordu. İlk önce ülkenin en büyük pazarı olan Kimironko’ya gittim. Her yer rengârenk. Yerlerde halı gibi serili muz ağacı dalları, geleneksel desenli kumaşların süslediği tezgâhlar, hediyelik eşya dükkânları, kadın kooperatifinin dikiş atölyesi, barlar, hırdavat dükkânları, aklınıza gelebilecek her şey. Aynı anda çok şey görebileceğiniz ve bunun doğal sonucu olarak da hiçbir şey yapmasanız bile çok yorulabileceğiniz bir yer. Aslında bu yorumu tüm Afrika için de yapabiliriz.

Oradan çıktığımda, yalnızca plastik sandalyelerin olduğu, yıkık dökük bir bara oturdum. İlk Ruanda biramı da orada içmiş oldum: Virunga. Yüzde 6,5’lik alkol oranıyla sert olarak kabul edebileceğimiz bu bira, Afrika sıcaklarına bire bir. Ancak kesinlikle ülkenin favori içeceği değil. O tahtta oturan arkadaşın yeri çok sağlam çünkü.

Şehre hâkim bir tepeye açılmış olan bir kafeye oturdum oradan çıktıktan sonra. Kigali’yi bir ifadeyle özetleme imkânım olsaydı, “kahve kokan yeşil tepeler ve bu tepelerin aralarından geçip giden motosikletler” derdim. Gerçekten de öyle. Hayatımda içtiğim en güzel kahvenin Ruanda’da olduğunu tereddüt etmeden söyleyebilirim. Bu güzel kahvenin güzel kokusu da şehre yayılmış durumda. Yolda yürürken size hep eşlik ediyor. Motosiklet nüfusunun fazlalığından kaynaklanan egzoz kokusunu saymazsak hiç de kesilmiyor bu koku. Önce pazar ziyareti, sonra sokaklarda küçük bir tur derken karnımın acıktığını fark ettim.

Afrikalı Sergen Yalçın, Kahve Çekirdekleri ve Boda Boda: Bin Tepeli Ülke Ruanda - Resim : 3

Sokak lezzeti dendiğinde tüm Doğu Afrika’da akla gelen ilk yemek olan rolexi denemek için yola koyuldum. Rolex, çeşitli malzemeler eklenip çıkarılsa bile omletin her zaman içinde olduğu bir çeşit dürüm. Adını ilk duyduğumda çok gülmüştüm. Bir tane klasik rolex söyledim.

Afrikalı Sergen Yalçın, Kahve Çekirdekleri ve Boda Boda: Bin Tepeli Ülke Ruanda - Resim : 4

Yerken kırmızı kasklı bir motosikletli gözüme takıldı. Siyah beyaz bir forma giymişti, on numara. Sonra numaranın üstündeki yazıyı okudum. Yanlış okumuş olabilirim diye tekrar okudum. Tekrar. Hayır, bir yanlışlık yoktu. Sergen yazıyordu. Heyecanla kalkıp motosikletlinin yanına gittim.

Afrikalı Sergen Yalçın, Kahve Çekirdekleri ve Boda Boda: Bin Tepeli Ülke Ruanda - Resim : 5

Desteklediğim takımın çok sevdiğim bir futbolcusunun formasına, Türk nüfusunun yoğun olduğu bir Avrupa şehrinde denk gelmek bile beni çok mutlu edebilirken bu tesadüfü Afrika’nın küçük bir ülkesinde yaşamak daha da özeldi benim için. Forma eskiydi ama tertemizdi. Belli ki iyi bakılmıştı. Formayı birkaç yıl önce bir semt pazarından aldığını ve sık sık giydiğini söyledi, Ruandalı Sergen Yalçın. Bir süre muhabbet ettikten sonra ayrıldık.

Afrikalı Sergen Yalçın, Kahve Çekirdekleri ve Boda Boda: Bin Tepeli Ülke Ruanda - Resim : 6

Oradan Müslüman Mahallesi olan Nyamirambo’ya geçtim. Birbirinden güzel elbiseler diken, hasırdan anahtarlıklar ören, kartondan kartlar yapan emekçi kadınların çalıştıkları kooperatifi ziyaret ettim. Dövmelerim, mahallede yaşayan insanların dikkatlerini çekmiş olacak ki beni sıkça arkadaş canlısı şekilde durdurdular ve kollarımı uzun uzun incelediler.

Afrikalı Sergen Yalçın, Kahve Çekirdekleri ve Boda Boda: Bin Tepeli Ülke Ruanda - Resim : 7

Ruanda’da hemen herkes, kısa şekilde sohbet edebilecek kadar İngilizce biliyor. Böylelikle insanlarla az çok anlaşabiliyorsunuz ve bu da seyahate farklı bir tat katıyor. Bu mahallede süt barları çok meşhur. İnsanlar, günün her saatinde toplanıp süt barlarına gidiyorlar ve karşılıklı olarak litrelerce süt içip muhabbet ediyorlar. Şehrin bu bölgesinde dükkânlar rengârenk.

Afrikalı Sergen Yalçın, Kahve Çekirdekleri ve Boda Boda: Bin Tepeli Ülke Ruanda - Resim : 8

Mağazaların dış cepheleri, resimlerle donatılmış. Mahallede biraz daha vakit geçirip insanlarla biraz daha sohbet ettikten sonra, çocukların oyun oynadıkları sokaklardan ve kahve kokan tepelerin arasından geçerek, kaldığım yere geri döndüm. Urwagwa adı verilen ve daha çok şarap tadı veren muz birasından tadarak günü tamamladım.

Afrikalı Sergen Yalçın, Kahve Çekirdekleri ve Boda Boda: Bin Tepeli Ülke Ruanda - Resim : 9

Şehirden ayrılıp ülkenin batısındaki Kivu Gölü’ne doğru yola koyulmadan önce, beni çok etkileyen bir yeri ziyaret ettim. Soykırım Müzesi’ni.

Çok da uzak olan bir tarihte değil, 1994’te, yalnızca yüz günde bir milyon kişi katledildi Ruanda’da. Diğer birçok soykırımdan farklı olarak din, dil ve halk aynıydı. Soykırımın temelleri, ülkeyi sömürmeye gelen Belçikalıların, Ruanda halkını Tutsiler ve Hutular olarak sınıflandırmalarıyla atıldı. Bu sınıflandırma, ekonomik temelliydi. En az on ineğe sahip olanlar Tutsi, daha az ineğe sahip olanlar ise Hutu olarak anılmaya başlandı. Okulları birbirinden ayrıldı, kimliklere Tutsi ve Hutu ibareleri eklendi. Sözde bilim insanları, bu yapay ırkların özelliklerini inceleyip çalışmalar yaptılar. Yapılan yorumlar, kimin daha zeki olduğuna dair bile olabiliyordu. Yıllar boyunca Tutsilerle Hutuları birbirlerine karşı kışkırtmış olan Belçika, 1960’ların başında ülkeden çekilirken Hutuları destekledi ve onları silahlandırdı. Ünlü Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanını okuyan herkes, kitabın ilk sayfasından itibaren o tetiğin çekileceğini, o cinayetin işleneceğini bilerek devam eder okuma eylemine. Bu romanın kesinlik anlamında tarihte bir karşılığı olsaydı, bu, Ruanda Soykırımı olurdu şüphesiz. 7 Nisan 1994’te başlayan bu soykırımda Tutsi olarak adlandırılan insanların yüzde yetmiş beşi ile soykırıma karşı çıkan binlerce Hutu, çoluk çocuk demeden katledildiler.

Afrikalı Sergen Yalçın, Kahve Çekirdekleri ve Boda Boda: Bin Tepeli Ülke Ruanda - Resim : 10

Birleşmiş Milletler başta olmak üzere birçok uluslararası kuruluş da bunu izlemekle yetindi. Müze, en büyük toplu mezarın bulunduğu tepeye kurulu. Duvarda, öldürülen insanların isimleri yazılı. Müzede etkileyici olan pek çok şey gördüm şüphesiz ama aklımdan hiç çıkmayan, beni haftalarca uyutmayan ve hâlâ aklıma geldikçe beni çok etkileyen bir oda vardı: Çocuk Odası. Bu odanın, ziyarete gelenlerin, çocuklarını, müzedeki şeyleri görmesinler, bunlardan etkilenmesinler diye getirdikleri bir oda olduğunu düşündüm önce. Girişteki, “Geleceklerini Kaybeden Güzel Çocuklarımıza” yazısını görünce anladım öyle olmadığını. Soykırımda katledilen çocukların fotoğrafları vardı odada. Fotoğrafların altlarında büyüyünce ne olmak istedikleri, en sevdikleri yemekler ve hayallerinin ne olduğu yazıyordu. En altta da nasıl öldürüldükleri. İki yaşındaki bir çocuğun fotoğrafının altında en sevdiği yemeğin çikolata olduğu yazıyordu, oyuncak bebeğini çok severmiş, uslu bir çocuk olarak bilinirmiş ve en iyi arkadaşı babasıymış. Tüm ailesiyle birlikte öldürülmüş.

Afrikalı Sergen Yalçın, Kahve Çekirdekleri ve Boda Boda: Bin Tepeli Ülke Ruanda - Resim : 11

Müzenin çıkışında, birçok yerde “Ubumuntu” sembolü karşıladı beni. Ruanda’nın resmi dili olan Kinyarwandada “insan olmak” demekmiş. Gördüğüm en güzel ülkelerden biri olan Ruanda’nın insanları, bu büyük acılarla, insan kalarak mücadele etmeye çalışıyorlar. Bizim de insan kalmaya, belki de daha önce hiç olmadığı kadar çok ihtiyacımız var. Dünyada bir daha, en sevdiği yemek çikolata olan kimse öldürülmesin diye.