Alaz Sümer yazdı: Uganda ve beklemek üzerine

Doğu Afrika seyahatim boyunca alışamadığım belki de tek bir şey var, o da beklemek. Daha doğrusu, bu kadar uzun süre beklemenin böyle olağan olması, kimsenin bir yere yetişme çabasının olmaması ya da belki daha kötüsü, bir yere yetişmenin herhangi bir anlam ifade etmemesi.

Uganda’da, hava sıcaklığının yirmi sekiz-otuz derece dolaylarında seyrettiği bir şubat günü. Ülkenin kuzeydoğusundaki Soroti şehrinde, şehirle aynı adı taşıyan minibüs kooperatifinin külüstür dolmuşunun dolmasını bekliyoruz.

Alaz Sümer yazdı: Uganda ve beklemek üzerine - Resim : 1

Üç saat sürüyor bu bekleyiş. Üç saat boyunca gördüğüm tek şey, bir kamyonetin Uganda’ya övgü dolu sözlerle, Kur’an’dan ayetlerle ve Che Guevara fotoğraflarıyla süslü olan renkli kasası. Bunun gibi ilginç kamyon yazısı kombinasyonlarıyla karşılaşmanın Doğu Afrika’da gayet olağan bir şey olduğunu zamanla anlıyorum. Kaddafi, Messi ve Bill Gates’in bu dünyada bir araya gelebilecekleri tek yer, ancak Uganda’da bir kamyon kasası olabilir.

Alaz Sümer yazdı: Uganda ve beklemek üzerine - Resim : 2

Sonlara doğru üç yolcuyu daha beklediğimizi öğrenince camı açıp muavinlik yapmaya mecbur hissediyorum kendimi: Moroto, Moroto, Moroto…

Sabah aldığım otobüs biletinin üzerinde ismi yazan bu şehre gidiyorum ama görünüşe bakılırsa bu isim bana pek de şans getirmiyor. Soroti’ye geldiğimizde Moroto’ya giden tek yolcunun ben olduğumu öğreniyorum ve şoförün bakışlarından anladığım kadarıyla bu pek de gülümsenerek ifade edilecek bir durum değil. Neyse ki “koskoca” otobüsün yalnızca benim için üç saat daha yol gidemeyeceğini derhal söyleyerek bu belirsizliği gideriyor ve apar topar indiriyorlar beni otobüsten. Çok temel bir soru soruyorum muavine; Moroto’ya nasıl gideceğim şimdi? Muavin gayet soğukkanlı bir şekilde beni kooperatiften bir şoföre teslim ediyor, bir şey ödemene gerek yok diyerek.

Alaz Sümer yazdı: Uganda ve beklemek üzerine - Resim : 3

Bu soğukkanlılıktan yola çıkarak başkalarının da geçmişte benimle aynı kaderi paylaşmış olabileceklerini düşünüyorum. Bu da bir şeydir diyerek yeni şoförle muhabbete dalıyorum. Uganda’da herkes birbirine “boss” diye hitap ediyor. Bol “boss”lu bir konuşma oluyor bu da haliyle. Dişlerinizi şişe suyla fırçalamak, sinek kovucu spreyi günde iki defa tazelemek, sıtma hapı içmek ya da her gün cibinlikle uyumak gibi buna da zamanla alışıyorsunuz. Ama Doğu Afrika seyahatim boyunca alışamadığım belki de tek bir şey var, o da beklemek. Daha doğrusu, bu kadar uzun süre beklemenin böyle olağan olması, kimsenin bir yere yetişme çabasının olmaması ya da belki daha kötüsü, bir yere yetişmenin herhangi bir anlam ifade etmemesi.

Alaz Sümer yazdı: Uganda ve beklemek üzerine - Resim : 4

İnsanların hemen hepsinin, plansız yaşamanın tedirgin edici bir şey olduğunu düşündükleri bir ülkede altı senedir yaşıyor olmamın da etkisi vardır elbette, bu konu üzerine sık sık düşünürken buluyorum kendimi. Saatime bakıyorum, yola çıkalı tam on dört saat olmuş ve yaklaşık olarak on dört buçuk saat önce bu yolculuğun molalar dahil en fazla yedi saat süreceği söylenmiş. Beni Moroto’ya götürmeyen “koskoca” otobüs, yolda her el edene duruyor ve ağzına kadar tavuk, domuz, elektrik kablosu, odun ve kahve çekirdeği ile yükleniyor. Sonradan anlıyorum ki şehirler arası otobüsler, Uganda’da taşranın her şeyi. Bölgeye ne geliyor ve bölgeden ne gidiyorsa otobüsle gidip geliyor, eskiden Türkiye’de olduğu gibi. Otobüs yalnızca bölge insanının eli ayağı değil, aynı zamanda şoförlerin sosyo-ekonomik durumlarının da ana belirleyicisi anlaşılan. O gün o bölgede ne kadar köy varsa girilip çıkılıyor, şoförün tüm ahbaplarıyla ahşap bardakta siyah çay keyfi yapılıyor, en az üç köyde tatlı patates almak için teyzelerle pazarlığa girişiliyor fakat başarılı olunamıyor. Neyse ki dördüncü köydeki teyze patatesleri indirimli vermeye karar veriyor da bizim yol kırk beş dakika daha uzamaktan kurtuluyor. Üstelik otobüsün gideceği yere vaktinde ulaşmasının, bir teyzenin bir kilo tatlı patatese biçtiği değere bu kadar bağlı olmasını da kimse garipsemiyor. Üç dört köy daha ziyaret etmek ve günü orada batırmak karşımızda uzak bir ihtimal olarak durmuyor. Şoförümüz tatlı patatesleri çuvala doldurup otobüse mutlu mutlu dönerken başka bir problemin kapıda olduğunu anlıyoruz. Ana yol bildiğimiz asfalt olsa da köy yollarının durumu malum. Otobüs de etkileniyor bundan haliyle. Uganda’da, otobüsün bozulmadığı bir yolculuğa nadiren tanıklık edersiniz. Benim o günkü yolculuğum da bir istisna doğurmuyor maalesef. Üçüncü köyden itibaren öksüren ve sık sık duran otobüs daha fazla dayanamıyor ve bir benzin istasyonunda kendini bırakıveriyor.

Alaz Sümer yazdı: Uganda ve beklemek üzerine - Resim : 5

İlk üç saat, yeni bir otobüsün geleceğini ve onun için beklediğinizi düşünerek geçiyor. Sonra öyle bir otobüsün olmadığını ve asla gelmeyeceğini anlayarak birkaç saat daha geçiriyorsunuz. Otobüse binen ve içerde çöp şiş ya da muz kızartması satmaya çalışan seyyar satıcılarla da biraz sohbet ettiyseniz beş altı saatin sonunda tekrar hareket etmeye hazır hale geliyorsunuz. Bu beş altı saatlik bekleyişte de bir kez ağzını açıp sitem eden kimseyi görmüyorum. Buna çocuklar da dahil.

Seyahatleri belirleyen şey çoğu zaman, “demek ki normali buymuş” dediğiniz anlar oluyor. Ben de bu gezimde o anları sık sık yaşıyorum.

Şehre yaklaşırken güvenlik kontrolleri artıyor. Adım başı asker var. Gittiğim şehrin nasıl bir yer olduğunu daha da merak ediyorum. Ertesi gün tüm gün motorla yol yapıp bölge halklarından Karamojaları ziyaret edeceğim. Yol boyunca katolik radyosu dinleyen ve İsa’nın ne kadar kusursuz olduğunu anlatan şoförün kelimelerle arası iyi gibi duruyor. Altı saatlik yol arkadaşlığımızın hatırına, yabancı olduğumu, beni “kırmadan” ifade etmeye çalışarak ilk defa kişisel bir soru soruyor: Boss, sen Karamojalılara pek benzemiyorsun. Hangi şehirdensin?

Alaz Sümer yazdı: Uganda ve beklemek üzerine - Resim : 6

Etiketler
Afrika Gezi Seyahat Otobüs Asker