Boş Nesil Projesi

Gözlerimi kapatıyorum çocukluğuma gidiyorum…
İlkokuldayım…
Binadaki tüm çocuklarla aynı devlet okuluna gidiyoruz. Annem beslenme çantası hazırlarken “Muz koymayayım alamayanların canı ister.” diyor seçici davranıyor.
Okula gidiyoruz…
Sınıfımda işçinin, fabrikatörün, doktorun, memurun çocuğu var. Bilmiyoruz o zamanlar kast sistemi nedir, sınıf ayrımı nasıl yapılır… Şimdilerdeki gibi devlet okullarına gidenler, özel okullara gidenler ve daha pahalı özel okullara gidenler diye ayrılmıyor çocuklar.
Ödevlerimi unutmuşum öğretmenden azarı işitiyorum…
Utanıyorum…
Üzülüyorum…
Anneme öğretmenin kızdığını anlattığımda ilk sorusu “Sen ne yaptın?” oluyor,
Bir kez daha utanıyorum,
Annem şimdiki anneler gibi “O kim ki sana kızıyor, attırırız, şikayet ederiz, soruşturma başlatırız…” demiyor,
Hatta bir de o kızıyor “Niye çantanı akşamdan hazırlamıyorsun?” diye…
Önüme çıkan her taş toplanmadığı için özgüvensiz ya da sosyopat da olmuyorum…
Öğretmen kızdı diye dünya başıma yıkılmıyor…
Ama bir daha da unutmuyorum o ödevleri…
Okul yarım gün, eve geliyorum…
Sosyalleşmek ve enerjimi atmak için sokağa iniyorum…
Organ mafyasız, herkesin birbirini tanıdığı, sapıksız sokaklara…
Taştan, kumdan, toptan, ipten oyunlar kuruyoruz…
Şimdilerdeki gibi kuralları belli oyuncaklarda figüran olmak yerine, kurallarını kendimizin belirlediği yaratıcı oyunların başrollerinde oynuyoruz…
Arkadaşımla kavga ediyorum,
Küsüyorum, kızıyorum, ağlıyorum…
“Barışalım mı?” deyip barışıyorum, sorunlarımı kendim çözüyorum.
Pazartesi sabahı okula geç kaldığımda İstiklal Marşı’nı yolda duyuyorum,
Hazır ola geçiyor, ses tellerim patlarcasına eşlik ediyorum.
Hatırlıyorum biz okurken milliyetçilik Atatürk’ün ilkelerinden biriydi ve ne anlama geldiğini o zaman bile bilirdik,
Şimdi ne oldu da milliyetçilik kafatasçı, faşistlik sayılmaya başlandı bilmiyorum.
Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı din ve ırk birlikteliği esaslarına dayalı değildi. Onun milliyetçiliği toplum birlikteliğine dayalı bir milliyetçilikti.
Bayrak, tarih, Atatürk çok önemliydi bizim için, hepimiz için…
Hatırlıyorum…
Eve gelen misafirin elini öper, terlik getirirdim,
Hiçbir zaman Ali amcaya, Ali diye hitap etmedim.
Büyüğüme ismiyle hitap etmeme ailem hiçbir zaman “özgüven” adını takmadı.
Markette hiç ağlamadım istediğim alınsın diye,
Annem kaşlarını kaldırdığında çocukluk travması yaşamadım hiç.
Ailem benim arkadaşım olmadı, onlar benim ebeveynlerimdi. Akran değildik ki arkadaş olalım…
Şimdilerde görüyorum çocuğunun söz dinlemediğinden şikayetçi, çocuğuyla arkadaş aileler.
Sınırsız bir gelecek vaadiyle büyümedim ben…
Bilirdim bir mesleğim olması gerektiğini,
Öyle tutsun bir fikrim köşeyi döneyim diye beklentilerim de olmadı…
Peki ya şimdi?
Çocuklarımız Atatürk’ü yeterince tanıyorlar mı, karga kovalama metni dışında onunla ilgili ne yazıyor kitaplarda?
Kaç çocuk birilerinin fakirliğinin farkında olarak büyüyor, kaçı biri imrenirse diye sokakta yemek yemiyor?
Kaç çocuk yanlış yaptığında uyarılıyor?
Kaç çocuk öğretmeni tarafından gerçekten eğitilebiliyor?
Kaç çocuk akranlarıyla sorununu kendisi çözüyor?
Kaç çocuk parası olmadan da eşit imkanlarda eğitim alabiliyor?
Kaç çocuk yaratıcı oyunlar kurabiliyor?
Bütün değerlerin, bütün doğruların, bütün kavramların içleri boşaltıldı. Üstelik bunu daha iyi bir eğitim adı altında yaptılar. Daha önce çocuğun zihni hiç bu kadar karıştırılmamış, hiç bu kadar boşaltılmamıştı.
Sağ olun “sözde uzmanlar”, sistem otoriteleri, geçmişini unutan aileler…
Sağ olun…