Tazelenme ya da daralma

Bu seçim o seçim, bu seçim 20 yılın yorgunluğunu 14 Mayıs akşamı gecesi derin bir uyku ile atmak ve 15 Mayıs’a tazelenmiş başlamak demek.

Bir süredir üzerinde çalıştığım bir araştırma nedeniyle yazılarıma ara vermek zorunda kaldım ama görüştüğüm kişilerin 14 blokajı yüzünden çalışmada patinaj çeker hale geldim. 14 Mayıs sonrasını görememek diye bir bulanıklığı var herkesin. Türkiye’de tüm seçimler her zaman taraftar heyecanıyla yaşanırdı ama siyasallaşmamış, etliye sütlüye bulaşmamış, oyunu verip akşam televizyon karşısında ya sevinen ya üzülen seçmen için seçimler sonrası hayatına kaldığı yerden devam etmek normaldi.

BU SEÇİM O SEÇİM DEĞİL

Ama bugün kimse 15 Mayıs’ı göremiyor. Hayal ediyor ama göremiyor. Seyahat planları, tatil planları, satın almalar, ev onarımları, kurslar, eğitimler “bakarız” ruh halinde. Ülke stop etti ve 14 Mayıs perdesinin kalkmasını bekliyor. Aylardır başa baş giden seçimlerin sonuçları her türlü sürprize gebe. Böyle olunca da her iki tarafın seçmeni için yenilgi durumunda yaşanacak travmanın dozu iyice yükseltiyor. İşin tuhafı bu seçimlerde kazanacağından emin seçmen de 15 Mayıs’ı göremiyor.

Zira bütün ülkede şehir efsanesi haline dönüşen bir hortlak var. Ben bu şehir efsanesinin özel olarak üretildiğini düşünenlerdenim. Bu efsaneyi herkes biliyor ama tekrarlayalım: Mevcut iktidar kaybetse de gitmeyecek, ne yapıp edecek bir şeyler yapacak gitmeyecek, koltuğu bırakmayacak, ülke yeni bir şiddet sarmalına girecek vb. Bu şehir efsanesi -hani yeni moda tabirle söyleyeyim- maalesef kolay satın alındı. Çünkü yakın dönem seçim tarihinde yaşanan şaibeli durumlar ve muhalefeti yıldırma çabaları bu sonuçları doğurdu. Bu efsanenin amacı da zaten seçmene “oy atsam ne olacak, nasıl olsa hiçbir şey değişmeyecek” umutsuzluğunu aşılamak. Bugün iktidarın vekil adayı bakanlarının ve cumhurbaşkanı adayının “sandıktan ne çıkarsa çıksın biz kazanırız” tavrı da bunu pekiştirmeye yönelik.

BUGÜN O GÜN DEĞİL

6’lı masanın Millet İttifakı’na dönüşmesi, içindeki bazı krizleri çözerek yekpare hale gelmesi ve ortak mitinglerde liderlerin boy göstermeleri, örgütler ve gönüllüler için de büyük bir motivasyon oldu. Arkasına iki başarılı belediye başkanını da alan Kemal Kılıçdaroğlu, kendi ifadesi ile Bay Kemal de, adaylığı konusundaki hararetli tartışmaların ardından kendisini kabul ettirdiği gibi inanılmaz bir sahiplenmeyle karşı karşıya kaldı.

İşte o yüzden artık o tereddüt olmamalı ve bu seçimin, ortam daha fazla gerilmeden ilk turda tamamlaması sağlanmalı. Zira bu günlerde çok yad edilir hale gelen Süleyman Demirel’in siyasette 24 saatin çok uzun olduğu sözlerini düşündüğümüzde 2 haftalık süre asır gibi gelir. İşte bu yüzden ilk sandığa gidişte bu seçimi bitirmek, seçmenin huzuru için iyi olacak.

ERDOĞAN AYNI ERDOĞAN

Bugün Millet İttifakı, Cumhur İttifakı’ndan çok daha güçlü ve güçleniyor. Bunu Cumhur İttifakı’nın akıl almaz söylem, tavır, tehdit, yalan ve kötü montajlarından anlıyoruz. Cumhur İttifakı’nın esas kişisi, çok titre sahip siyasetçi Recep Tayyip Erdoğan 2003’ten beri ülke yönetiminde. Erdoğan’ın “olabilecek” en yapıcı, en kapsayıcı, en üst perde ve kendinden emin söylemlerini yükseliş yıllarında duyardık. Böyle yalan dolan işlere doğrudan girmez, tetikçi cemaatlerini, medyasını, pıtırak gibi kurdurduğu STK’larını kullanırdı. Kendi ak pak görünürdü. Bu imaj 2013 Haziran’ına kadar sürdü. 2011 yılında dönemin AKP İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak anafikriyle verdiği röportajın ardından gösterilmeye başlanan gerçek yüz, 2013 Gezi direnişinde açığa çıkacaktı. Erdoğan’ın üzerine geçirdiği cafcaflı demokratik kostümün pulları ve payetleri TOMA’ların sularıyla dökülünce geriye çıplak otokratik kaldı.

BUGÜN 10 YIL ÖNCE BAŞLADI

O gün bugündür dili hep yaralayıcı, hedef gösterici, tehdit edici oldu; ama içten içe iktidarı kaybetme korkusu büyüdü. Zira farklı kesimlerden muhalefet ilk kez bir araya geliyordu. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın ifadesiyle hiç istemeden 5 benzemezi bir araya getirmişlerdi.

Erdoğan’ın kimilerince demokrasi rüzgarı estirdiği günlerde onu seven liberal demokrat kesim 2013’le birlikte ondan uzaklaşmaya ve kopmaya başladı. O günlerin çözümü ise Erdoğan iyi çevresi kötü fikrini benimsetmek oldu. Bu fikir uzun süre tuttu. O kadar tuttu ki partisini kurduğu, iktidara geldiği, toplumu kazandığı, dünyanın dikkatini çektiği yıllarda birlikte yürüdüğü başta Fetullahçı cemaat olmak üzere çeşitli çevreler, partili arkadaşları, yol arkadaşlarının bir kısmı bu uğurda harcandı, kaybedildi, faturalar onlara kesildi.

2015 seçimleri sonrası ise artık fikirler değişiyordu. Öfkeli söylem, tehdit etmeler, hedef göstermeler işe yaramadıkça düşüş hızlandı. Bu da tek lideri yıllarca nefretle andığı koalisyon fikrine yöneltti. Kendince yerli-milli cepheyi güçlendirecek ve yıllarca ekmeğini yediği barış taraftarı, çatışma çözümcüsü, muhafazakar liberal olma kimliklerinden kurtularak özüne dönecekti. Artık onun gençliği AB ile bütünleşmeyi, küreselliği, ortak yaşamı destekleyenler değil kindar ve dindar olanlardı. Ama bu ona kazandırmadı. Ondandır öfkesi.

Bugün her öfkenin bir oy kazanımı olmadığının farkında ama her öfkenin bir oy kaybının önüne geçebileceğinin hesabını yapıyor.

PEKİ BİZ NE YAPACAĞIZ?

Artık bu işi uzatmayacağız. Kemal Kılıçdaroğlu çok uzun bir yoldan yürüyerek buraya geldi. Kılıçdaroğlu’nun bir an evvel Cumhurbaşkanlığı makamına geçip nefes alacağımız yeni Türkiye’yi bir 15 gün daha geciktirmeyeceğiz. Zira ilk turda bitirmek demek;

- Kamuda liyakatla işe girebilmek; adama, kişiye, kişilere, gruplara, cemaatlere, vakıflara, derneklere hizmet işinin sona ermesi demek.

- Emekçilerin iş güvenliğinin üretimin önüne konması, öncelenmesi ve bunun her aşamada takibinin sağlanması demek.

- Tarım topraklarının kurtarılması, yeniden yerli malı haftası ile övünmek ve gıda seferberliği başlatarak ne bebeklerin aç yağmaları ne de öğrencilerin beslenme çantalarının boş bırakılmaması demek.

- Santral, yol yapacağız diye köylerin boşaltılmaması, köylülerin, geçimlik üreticilerin yerlerinden yurtlarından edilmemesi, çocukların köylerinde ailelerinin yanı başında okula gidip gelebilmeleri ve kadının kendi yaşam alanındaki varlığını koruması demek.

- Anayasa üzerinde kalan ancak uygulanmayan sağlıklı bir çevrede yaşama hakkımızın yeniden temini demek; derelerimizin, ormanlarımızızn, yaban hayatın korunması demek.

- Ülkede biriken değerin zengini daha da zengin etmeden eşitçe bölüşümü yönünde koca bir adım atılması demek. Enflasyonun gerilemesi, ekonominin toparlanmaya başlaması demek.

- Sağlıklı kentler, güvenli yaşam alanları ve herkese elverişli konut demek. Mahallelerden sürülmemek, kentin çeperlerinde tanışılmayan insanlarla yaşamak zorunda olmamak demek.

- Sokak hayvanları için sağlıklı ortamlar ve birlikte yaşam demek.

- Sosyal politikaların seçim yatırımı olmaktan çıkarılarak eşit paylaşımı sağlaması demek;, bağımlılık yaratan politikalarla sürdürülebilir yoksulluk yaratmaktan yerine, istihdam ve iş fırsatlarıyla orta sınıfı büyütmek demek.

- Kadının ve farklı cinsel yönelimi olanların, çocukların, hiç kimsenin aile içinde ve dışında şiddete uğramaması için İstanbul Sözleşmesine sarılmak demek.

- Engellilerin, yaşlıların ve çocukların güvenle hayata katılımları demek.

- Din toplumundan, bilgi toplumuna geçmek demek. Sanata, kültüre, sanatçılara ve edebiyatçılara saygıyı yeniden tesis etmek demek.

- Eğitimde torpilin, kayırmacılığın ortadan kalkarak yeniden sınavlara güvenebilmek demek.

- İfade özgürlüğünün yeniden kazanımı demek; konuşurken, yazarken ve eleştirirken çekinmemek demek; medyanın dördüncü kuvvet rolüne yeniden kavuşması demek.

- Adalete ve bunu tesis edecek olan yargıya yeniden güvenebilmek demek.

- Onurlu, kişiye değil ülkeye ve devlete bağlı bir dış politika demek.

- Nefrete son vermek, siyasete mizahı yeniden katmak, haberlere bakarken endişe etmemek demek.

Bu seçim o seçim, bu seçim 20 yılın yorgunluğunu 14 Mayıs akşamı gecesi derin bir uyku ile atmak ve 15 Mayıs’a tazelenmiş başlamak demek.

Etiketler
Melda Onur Seçim