'Tek dertleri var; o da...'

Google'a "Tek dertleri var; o da..." yazarsanız yaklaşık 2018'den bu yana, AKP'nin çeşitli isimlerinin aynı minvalde demeçlerini bulacaksınız:

"Tek dertleri var; o da Erdoğan gitsin".

Yani bütün muhalefeti Erdoğan'a yaparak onun yalnızca onun gidişini istemek.

Son olarak bunu İçişleri Bakanı Süleyman Soylu dillendirdi bir konuşmasında.

Bu cümle öylesine seçilmiş, kendiliğinden çıkmış bir cümle değil. Bu cümle muhalif refleksi "acaba yanlış bir şey mi yapıyoruz" tereddüdüyle dizginlemeyi hedefleyen bir cümle.

Çünkü öyle ki, zaman zaman mesela CHP içerisinde "Erdoğan'a karşıtlık yaratmama" konusunda bir fikir dönüp dolaşıyor. "Erdoğan düşmanı imiş gibi görünüp, Erdoğan'ın sevenleri ile tahkim edilmesine yeniden yol açmayalım" yönünde salık verenler ortaya çıkıyor; kulaktan kulağa fısıltılar olabiliyor.

Bu cümle pek çok partili ve trol hesap tarafından da tekrarlanarak sokaktaki vatandaşın hafızasına yer ettiriliyor. Sonra mikrofon uzatılan vatandaşın bağlamından kopmuş bu cümleyi tekrar ettiğini görüyoruz.

"Siyaset Malzemesi" Tuzağı

Bir diğer ve muhalefet açısından yine çok engelleyici söylem "Bu konuyu siyaset malzemesi yapmayın" tuzağı. Ülkede siyasallaşmamış hiçbir şey kalmamışken iktidarın her sıkıştığında muhalefeti "sorunu siyasete malzeme etmekle" suçlaması kimi zaman muhalefet içerisinde hemen karşılığını bulabiliyor. Eskiden daha çok buluyordu. Son dönemde bu gereksiz refleks zayıfladı neyse ki...

Mesela neyi siyasete alet etmemeliyiz? Hadi onu da kolayından google'da arayın bakın neler çıkacak:

Mesela depremi.

Tamam da, deprem vergisi toplayıp yol yapmış ve o yolları da siyasi kampanyanızda kullanmışsınız. İmar, arazi rantı vb. desen hepsi siyasi. Bazı yetkiler yerel yönetim sorumluluğu dışına çıkarılmış ki, siyasi faydada kayıp/kaçak olmasın.

Tam da siyasetin sonucudur depremin yarattığı ağır travma.

Ama örnek vermek gerekirse son İzmir Depremi ile ilgili CHP içerisinde "konuyu siyasete alet etmeme yönünde" söylemler gördük.

Mesela sel üzerinden siyaset yapılmamalıymış.

Süleyman Soylu, Kastamonu Bozkurt için "Buranın üzerinden siyaset yapmak şeytanla işbirliğidir" demişti.

Neden? Dere yatağını daraltmışsınız, yerleşime açmışsınız. Olmadık yere HES'ler, dereye rağmen köpüler yapmışsınız. Sellerin sürükledi evler, insanlar hayvanlar, çamura yitip giden doğal yaşam, tam da sel suyu kadar çamur bir siyaset batağına sokulduğundandır ülkenin.

Bundan 8 yıl önce, Samsun'da TOKİ konutları yapıldıkları dere yatağında 8 yıl önce sele gömüldüler. Siyasetin cirit attığı vakada kamu sorumluluğuna verilen takipsizlik kararı, neyse ki geçen yıl AYM'den döndü.

Mesela Soma'da 301 madenci ölmüş, ama bu iş madenciliğin fıtratında varmış, siyasi istismar konusu yapılmamalıymış. Öyle demişti dönemim Başbakanı Erdoğan.

Hadi yapılmasın, ama aşırı üretimi ve denetimsizliği destekleyip, sonra da madenden gelen imdat sinyallerinin araştırılması için TBMM'de komisyon kurulması önergesine, sırf muhalefete muhalefet etmek için HAYIR eli kaldırmışsınız. Üstelik de sürekli oynamış, yüzbinlerce sayfa dava dosyası, bilirkişi raporu bulunan bu kadar kompleks bir davanın mahkeme heyetiyle gidişata göre oynamış, birkaç kez değiştirmişsiniz.

Kız çocuklarının öldüğü cemaat yurdu yangının siyaseti yapılmasın.

Nedenmiş? Köy okullarına öğretmen atamamışsınız, yıllarca köyleri yolsuz bırakarak taşımalı eğitimi imkansızlaştırmışsınız. Devletin yurdunu yıkıp yerine yapılan kaçak cemaat yurdunu destekleyip, aileleri de oraya mecbur bırakmışsınız.

Siyaset tam da iktidar-cemaat ilişkilerinin göbeğinde oturuyor, görebiliyor musunuz?

Kadın cinayetlerinin siyaseti olmaz.

Bilakis, bütün siyasetinizi kadının yaşam tarzı üzerine kurdunuz. Söylemlerinizle kadına yönelik şiddeti cesaretlendirdiniz. Kadını cendere altında tutmak, kadını aile içinde korumamak için kucağınıza doğan sözleşmeden çıktınız.

Kadın cinayetleri o kadar politiktir ki, bu cinayetlerin araştırılması konusunda verilmiş onlarca araştırma önergesi varken; TBMM'de "Boşanmaları araştırma komisyonu" kurulabilmiştir.

Orman Yangınları üzerinden siyaset yapılmasın.

Neden yapılmasın? THK'nin uçaklarını atıl hale getirmişsiniz. Zamanında müdahale edemediğiniz gibi yardım yakın çevre ülkelerden yardım bile istememişsiniz. Vatandaş el yordamı ile kendi işini görmüş; yardım etmiş, yardım istemiş; bırakın da siyasetinizi azıcık huzursuz, azıcık rahatsız etsin.

Son olarak da 16 Ekim tarihinde Merkez Bankası'nı ziyaret eden Kemal Kılıçdaroğlu'na Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu'nun "Merkez'i siyasete alet etmeyin" sözleri var ki, güler misiniz ağlar mısınız? Hem de Merkez Bankası Başkanlarının leblebi çekirdek gibi çıtlatıldığı bu günlerde...

Pekiyi siyaset her konunun dışında kalsın.

Ama hayır, camilere girsin. “İstiyorlar ki din ticarete girmesin, istiyorlar ki din siyasete girmesin” buyurdu Erbaş, Diyanet İşleri Başkanı.

Mağduriyet varsa siyaset vardır. Geçmesen de parasını ödediğin Deli Dumrul köprüleri ne kadar siyasi ise, hayvan cinayetleri de o kadar siyasidir. Bu yüzden CHP'nin de, diğer muhalefet partilerinin de mağduriyetin göbeğine oturmuş siyaseti görmezden gelmekten acilen vazgeçmeleri gerekmektedir.

Dert çok muhatap tek

Şimdi, baştaki konuya tekrar dönersek gerçekten de "muhalefetin tek derdi var o da Erdoğan" mı?

Muhalefetin derdinin Erdoğan olduğu doğrudur. Ama derdi tek değil çok; ama tüm dertlerinin tek muhatabı var: Erdoğan.

Mesela eğitim konusunu ele alalım. 18 yılda 8 bakan değişti. Bu yıllar, hatalı soruların, çalıntı cevap anahtarlarının, bitmeyen sistem değişikliklerinin ve sonuçsuz eğitim reformlarının tartışmaları ile geçti. Bu ülkede her dönemin mezunu mağdur edildi. Yetmedi bir de AKP-Gülen Cemaati kavgasının sonucunda okullar, dershaneler, üniversiteler kapandı. Rektör atamaları kayyuma dönüştü.

Şimdi muhalefet 8 bakandan hangisini dert edinsin? Erkan Mumcuyu mu, Ziya Selçuk'u mu? En son gelenin adını bilmiyorum. Bakıp da yazmadım, ne önemi var zaten, eğitim hakkında tüm kararı tek kişi veriyorsa.

Mesela sağlık konusunda, pandemi sürecinde verdiği kararları bilim kuruluna onaylatan, market açılış kapanış saatlerine, kuaförlerin hangi günlerde çalışacağına tek başına karar veren kişiyle dertlenmesin de muhalefet, sokağa çıkma kısıtları hakkında açıklamayı yine o tek kişiye bırakarak, mahcup bir şekilde basın toplantılarını bitiren Fahrettin Koca'yı mı dert etsin?

Her konuştuğunda doları yükselten kişi olmasın da muhalefetin derdi, maliye bakanı ya da ekonomi bakanı falan mı olsun? Sahi onlar kim ve neredeler? İstifa bile edemeyen kişiyi mi dert etsin. İstifa bile edemeyen, ettirilmeyen, af talep edenlerden mi sorunlara çözüm beklesin.

Gerçekten de muhalefet kimi ciddiye alıp muhalefet etsin? "Erdoğansız bir hiçiz" diyen Bülent Turan'a mı, "Oylarımızla Tayyip beye destek verdiğimiz için sevap hanelerimize yazılmaya devam ediyor” diyen Ali İhsan Yavuz'a mı?

Elbette devlet yönetimine ait bütün konuların/sorunların tek muhatabı Erdoğan olunca, doğal olarak da muhalefetin tek karşıtı Erdoğan olacaktır.

Dillerin Savaşı

AKP, iktidara geldiği günden beri kelimeler, cümleler, sloganlar konusunda profesyonel bir siyasal iletişim dili kurdu. O dil dönme göre değişti, dün dediğinin bugün tam zıddını söyledi, ya da yapmayı düşündüğü şeyin tam tersini söyleyerek algıyı bozdu. Saddam Hüseyin'e ait olduğunu duyduğum bir söz vardır:

"Politika, bir şeyi yapmaya niyetlenirken başka bir şey yapacağınızı söylemenizdir. O zaman ne söylediğini ne de niyet ettiğini yaparsın."

Nasıl çok tanıdık değil mi?

Seçim yaklaşırken dil üzerinden manipülasyonlar daha da şiddetlenecek. Tuzaklara dikkat!