İran'ı Yıpratmak Zordur Sadece Karizması Çizilir

İsrail, İran’da teknik olarak dikkat çekecek nitelikte bir saldırıya imza attı. Çatışmalar büyüme eğiliminde. Büyümese de uzayacağı kesin. Bizim ise barışa ihtiyacımız var. Irak, Suriye ve şimdi de İran olur ise valla yazık.

A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Bir seçim zamanı. Yolumuz İran’a düşmüş. Daha önceki gidişlerimizden farklı olarak bu kez Tahran film festivali için oradayım. Ve Tahran sokakları gösterilerden yıkılıyor. "Yıkılıyor"dan kastım yakıp yıkılan bir şey yok, sadece yoğunluk var. Seçim toplantıları, gece mitingleri falan.

Ve Tahran‘dan bakınca tırnak içinde modernist (ki İran için modernist neyi tarif ediyorsa artık) aday Tahran’da 100 binlerce kişiyle mitingler yapıyor. Ve bir gece mitinginin kıyısına yolum düştü. Gazeteci merakıyla baktım, dedim ki; “Ya mümkün mü acaba bu modernist adayın kazanması?”

Derken bir taksiye bindim, İran’da Türkçeyle çok rahat dolaşılabildiği için direkt Türkçe konuşmaya başladım. Şoför zaten Türkçe biliyordu. “Seçimi kim kazanır?” diye sordum. Bana baktığı gülümsedi: “Ali Hamaney kimi gösteriyor ise o kazanır" dedi.

Ve taksicinin dediği gibi de oldu. Tahran dışındaki her yerde oylar Ali Hamaney’in işaret ettiği adaya verildi. Tırnak içinde muhafazakar aday kazanmış oldu. Bu gidişim İran’a dördüncü ve son gidişimdi.

İran’ın İsrail’le kavgası malumunuz her tarafta şöyle haberler izleyeceksiniz: 'O füze attı. Bu buna şunu attı, şu kadar insan öldü' falan diye. Ama İran’ı, sosyal hayatını, insan yapısını bilmeden doğru bir sonuca varamazsınız. Ben de bildiğimi iddia etmiyorum. Benden çok daha fazla bilenler mutlaka vardır. Benimki yaşadığım birkaç anektod ile gözlem paylaşmak. İran’a dört kez gitmiş biri olarak size İran’la ilgili gözlemlerimi aktarmak isterim. İlk gidişim 1994 yılı idi. Ve Ayetullah Humeyni’nin kabri yeni inşa ediliyordu. Onu da inşaatın da gözlemleme fırsatım olmuştu.

İran, Türk vatandaşlarına vize uygulamaz, ancak gazetecilere uygular. Yani gazeteci olarak İran Konsolosluğu'na veya Büyükelçiliği‘ne başvurduğunuz da o gerekli izninin gelmesi yıllar alır ve sonunda da vermezler. O yüzden Türk gazeteciler genellikle turist gibi giderler.

İlk gittiğimde 94 yılında İran’da sözlü müzik yasaktı. Yani çalan bütün müzikler enstrümantaldi. İbrahim Tatlıses‘in sesi olmadan İbrahim Tatlıses şarkıları çalardı sokaklarda. Hatta İsvahan’da çok iyi Türkçe konuşan bir Ermeni kökenli İranlı bizi yoldan çevirdi ve merakla sordu: “İbrahim Tatlıses‘in 'Haydi söyle' şarkısı var ya, o haydi hangi anlama geliyor?” 'Haydi'yi bir isim zannetmiş. Karıştırmış. Anlattım adama, İbrahim Tatlıses‘i ne kadar sevdiğinden bahsetti ve gülerek uzaklaştı.

Neyse foto muhabiri arkadaşımla birlikte Tahrana turist olarak girdik ve Türk Büyükelçiliği’ne gittik. Bizi bir Türk görevli karşıladı. Muhtemel güvenlikten sorumlu. Baktı “Niye geldiniz” dedi. Cevabımız hazırdı: “Turist olarak geldik.” Güldü, “İran’a turist gelmez. Nesiniz siz söyleyin” dedi. Gazeteci olduğumuzu söyleyince “Basın kartlarınızı bana verin. Üstünüze taşımayın. Normal turist gibi İran’ı gezin. Çünkü basın kartı ile yakalanırsanız sizin yerinizi bulmamız bile üç ay alır” diye konuştu.

Biz İran’ı dolaştık, dönüşte tekrar elçiliğe uğradık basın kartlarımızı geri aldık ve Türkiye’ye döndük.

İran’la ilgili aklında kalan devasa büyüklükte bir coğrafya Türkiye’nin iki katından daha büyük yaklaşık 1 milyon 7 yüz bin kilometrekare. Büyük çoğunluğu çöl. Ve dış saldırılara karşı aşırı dayanıklı bir toplum. Temel yapıtaşları tabii ki din. Çok kötü bir ekonomi, bölünmeye müsait gözüken eyaletler sistemi. Ancak çok yanıltır bu dışarıdan bakanları. Ve artık nasırlaşmış bir toplumsal kaygı mekanizması vardır. Normal bir ülke vatandaşı gibi düşünmezler. Ortalama bir batılıya korkunç gelecek koşullarda on yıllardır ambargoya dayanıyorlar.

O yüzden İsrail’in gerçekleştirdiği türde bombalamalarla İran’ı yıpratmak veya yolundan döndürmek çok zordur. Anca biraz karizma çizilir o kadar. Geçmişte Saddam savaşından bile bir sonuç alınamamıştı.