Arda...

Ben Arda'ya değil aynaya bakmayı tercih ederim. Dememiş mi Divani "Cahiller kendini aklar, kamiller özünü yoklar"

Arda...

Yıllaaar önce bir Cumartesi. İşten yorgun argın dönmüşüm. Kapıyı açar açmaz, babam "koş çabuk koş, gündüz gittiğim maçın tekrarı var- bu çocuğu izlemen lazım" dedi. Topu soluna aldığı an tanıdım. Bizim Kıvanç'ın dilinden düşürmediği çocuktu bu. Yetenekli filan değil, başka bir şey. 14 yaşında sahanın her tarafına el kolla talimat veren, top ayağına gelmeden kafasını sağa sola çeviren acayip bir velet. Elimi yüzümü bile yıkayamadan sonuna kadar izledim.
Sonra unuttum gitti.
Başka dertlere tasalara daldık.
Arada yine hafta sonu denk gelip, yetenekli çocuk, keşke harcanmasa da a takıma çıksa, deyip geçtik.
Sonra 16 yaşında o sol ayak çimlere basıverdi yeniden.
Yine çocuk. Yine gözlerinin içi gülüyor. Yine eli kolu sahanın her yerinde. Bi acayip. Bu topraklara ait olduğu çok belli bir yüz ifadesi, bu topraklara çok uymayan bir tebessüm, bu toprakların çok üzerinde bir yetenek.
Sonrasını biliyorsunuz.
Küme düşme tehlikelerinden geçen, boş tribünlere oynayan, öfke nöbetine tutulmuş, umudunu yitirmiş bir camiayı yitik bir sezonun ortasında tek başına, evet tek başına ayağa kaldırdı.
Başka iyi topçular da vardı. Crespo Zajc orta sahasını koymuştu mesela İsmail Hoca. Takım toparlanmıştı. Ama o tarifsiz umudu getiren oydu. Tek başına. liderin çoook uzağındaki takımın stadını doldurdu. Yıllar sonra ilk kez bir futbolcu daha ısınmaya çıkarken tribünleri dalgalandırdı.
Deplasmanlara gitti sonra.
50 yıla giden ahir ömrümde bir Fenerbahçeli futbolcunun rakip takımdan böyle sevgi gördüğünü hatırlamıyorum. Rıdvan, Oğuz, Alex de sevilirdi mesela. Ama böyle bağrına basılan bir topçu görmedim.
Kabus gibi bir sezon tuhaf bir tebessümle bitti sayesinde.
Sonra yeni hoca geldi.
Kurt bi hoca. A klas.
Rus ruleti gibi akan bir oyun. Heyecan fırtınası. Arda o acayip gelgitli oyunda yer bulamadı kendine. Takım da iyi gidince çok ses çıkaran olmadı.
Arda oynasın, en azından 20 dakika girsin, diyenler oldu ama o büyük dalgada sesleri kaybolup gitti.
Arada yine tezahüratlar oldu, gazeteciler sordu. Bu kez güçlenmesi lazım diye yeni bir savla geldi hoca.
Sonra puan kayıpları. Arda yine oynamadı.
Aman haaa, sürekli Arda demeyelim, hiç oynatmaz, diye düşündü, Ardagiller.
Seneye oyun lideri olarak başlayacağını düşünen 17'sinin sonlarında bir çocuk öylece bekledi kenarda. Kışı kulübede geçirdi ama yediği ayazı unutmayacaktı.
Gün geçtikçe hocanın kredisi düştü. Cılız sesler yükseldi. İşler iyi giderken sessiz kalan yönetim hocaya baskı yaptı. Arda değişmez oyuncu oldu. Attı, attırdı, kah iyi kah kötü oynadı ama artık daha güçlüydü.
Hoca güçlendiği için mi oynatıyordu. Yoksa oynayarak mı güçlenmişti. İkincisi olduğunu herkes biliyordu.
Sonra şampiyonluk kaçtı.
Hocanın gitmesi kesinleşti.
Bir söylenti atıldı ortaya. Arda'nın sözleşmesinde çıkış maddesi vardı.
17,5 milyon euro. Böyle dev bir yetenek için sudan ucuz.
Milan zorladı önce. Kulüp mailleri görmezden geldi.
Sonra görmezden gelinemeyecek devler geldi İspanya'dan.
Arda 6 ay oynamazken sessiz kalanlar defalarca görüştü. İkna edemedi.
Babası Nuh diyor, peygambere yanaşmıyordu.
Taraftar girdi devreye.
Görülmemiş bir sevgi seli oldu. 18 yaşında bir çocuğun rüyasında göremeyeceği bir sevgi seli. O sürekli gülümseyen çocuk duvar oldu. Tek cümle kurmadı. Milli maçta ayağından çok aklıyla attığı o acayip golden sonra bile Fenerbahçe sorulduğunda yüzünde en ufak yumuşama olmadı.
Sonra yine ikna çabaları.
Kafaya koymuştu. Gidecekti. O çıkış maddesi olmadan sözleşmeye de imza atmamıştı zaten. O kulübede otururken babası tribünde çoktan kararını vermişti. Yıllardır altyapıda oynarken de oğlunu Avrupa'ya götürmeyi dilinden hiç düşürmemişti. Kararlıydı. Arda bu ülkede kalmayacaktı. Çocuğunu Ankara'da olmasına rağmen Fenerbahçe sevgisiyle büyüten baba yıllar önce bu kararını vermiş, oynatılmadığı dönemde kararı öfkeyle karışık inada dönüşmüştü. Yoksa o 6 gencin imza törenindeki gururlu bakışı atan adam bunu yapmazdı.
Sonra başkan dayanamayıp açıkladı, "Arda seneye Fenerbahçe'de oynamayacak, çünkü istemiyor"
Kıyamet burada koptu.
Son yıllarda bölünmek ve kavga etmekte hiç zorlanmayan Fenerbahçe taraftarı anında birbirine girdi.
Başkanı haklı görenler, oynatılmadığı için Arda'yı haklı bulanlar.
Kimse haklının, haksızın derdinde değildi.
Tıpkı son dönem isimlerle bölünen her tartışmada olduğu gibi kim hangi taraftaysa ona göre argüman buldu.
Başkancılar Ardaya ve babasına yüklendi. Ali Koç'u sevmeyenler başkana.
Arda'nın annesine hastanede nasıl bakıldığını anlatanlar mı dersiniz, meseleyi Ali Koç'un pantolon çekmesine götürenler mi!
Kim ne kini varsa döktü.
Ben mi?
Öylece kaldım.
Yıllar sonra sokaktaki çocuklara yeniden ismini söyleten çocuk;
Yeğenimin Beşiktaşlı babasına rağmen Fenerbahçeyi seçmesinl sağlayan acayip çocuk;
Kızımın ben içerdeyken ekranda görünce “babaaa koç oğlun çıktı” diye seslendiği velet;
Çubukluyu en yukarı taşımasını beklediğimiz deha…
Gitti…
Hep bir yıl daha kalmasını istemiştim. Sadece 1 yıl.
Odasında posterlerle büyüyen çocuğun bu zor dönemde o bir yılı vermemesini kalbim kabul edemedi.
Kızabildim mi peki; hayır.
Bu dev sevginin geçmişte kimler için iki haftada boğucu bir öfkeye dönüşebildiğini gördüm çünkü.
Bunu göze almamasını kalbime anlatamasam da onu anladım.
Abartısız söylüyorum; evlat gibi sevdiğim çocuk; canım kadar sevdiğim formayı çıkarıp gitti.
Arafta kalakaldım. Kime kızsam çare yok.
Bu kadar dev bir yeteneği buraya varmadan 2 yıl önce planlamaya başlaması gereken yönetime de; her topçuyu yuhalayıp Kadıköy'ü korku tüneline çeviren taraftara da, onların nefrete göz kırpan sevgisine de, Arda'yı bir anda makineye dönüştüren babasına da, bütün bu sürecin mimarı, Arda'nın sandığımız kadar iyi topçu olmadığını düşünen, zamanında övgüler yağdırdığım için kendime lanet ettiğim hocaya da, aylarca cılız seslerle itiraz eden kendime de, tüm bunların en tepesindeki Fenerbahçe düşmanı lanet ülke futbol iklimine de kızdım.
Sonra...
Daha birkaç ay önce topun başında Serdar abisine "Abi sen mi vuracaksın" diye utangaç bir ifadeyle bakan, ilk golünden sonraki röportajında spikere cevap verirken her cümleye abi diye başlayan utangaç çocuk, ülke tarihin en büyük futbol imzalarından birini atmaya polislerin arasından geçerek gitti.
Kimini bulutların üzerine çıkaran, bazen de nefes aldırmayan o büyük sevgi selinden sadece günler sonra. Bu toprakların gelmiş geçmiş en büyük yeteneği bu toprakların en büyük derdini gözümüzün içine sokarak gitti.
Şimdi herkes birbirini suçlayabilir.
Arda başarısız olsun da oh çekelim, diye bekleyebilir.
Ya da bu topraklardan Arda çıkabilmesine sarılabilir.
Mevcut yetenekleri daha sıkı sarmalayabilir.
Ben ne yazarsam yazayım artık kimsenin yeri değişmez nasıl olsa.
Ben mi?
Ben fenerbahçeliyim. Çubukluyu kim giyerse onu severim.
Ama ona kızamam.
İnsan evladından vazgeçer mi!
Ben Arda'ya değil aynaya bakmayı tercih ederim.
Dememiş mi Divani "Cahiller kendini aklar, kamiller özünü yoklar"Hepimiz suçluyuz.
Başkan hoca yönetim taraftar ardanın babası sen ben futbol iklimi.
3 temmuz, berbat basın, ülkeye nefret iklimi yayanlar.
Herkes.
Hepimiz.
İyi değiliz…
Tarihin en büyük yeteneği tek kelime edemeden gitti.
Futbol sevgisi yeniden öfkeyi yenemedikçe iyi olmayacağız.