'Ama'lı, 'Ancak'lı Bahaneler...
“Ama”lı, “ancak”lı bahanelerle dört bir yanımızı saran yangınlara mı üzülürsünüz! Bir hafta içinde 624’ü bulan yangınlarda ihmalin bedelini ödeyen doğaya mı yanarsınız?
İzmir, Antalya, Aydın, Ödemiş, Çeşme, Hatay, Bilecik, Osmaneli, Manisa, Akhisar, Salihli, Seferihisar, Turgutlu, Aydın, Isparta yangınlarının birbirini izlemesine mi şaşarsınız! Kasıt mı, denetimsizlik mi, beceriksizlik mi, bilerek- isteyerek ateşe vermek mi gibi sorular arasında mı gidip gelirsiniz? Dağları, ovaları, ormanları, yeşili, ağacı, börtü böceği çöle çeviren yangınlardan nemalanan şirketlerin çokluğuna mı baka kalırsınız? Bilemedik.
Bildiğimiz, bilinen ve alışılagelen o ki; Kasıt var mı? Var. Denetimsizlik diz boyu mu? Evet. Beceriksizlik söz konusu mu? Tabii ki. Bilerek isteyerek ateşe vermekten söz edilebilir mi? Kuşkusuz. Bu durumda geriye ne kaldı? Tabii ki onu bilmek ve tahmin etmek bizi aşar. Ayrıntılara girmeye de alt yapımız yetmez…
Ancak! Mera, orman, çevre, zeytincilik, toprak, tarım, su kanunu derken yıkımın yıllardır başladığı, yabancı şirketlere yolların açıldığı, zeytinin bittiği, yeşilin tükendiği, özel yasalarla yeni patronların türediği, yetinilmeyip yeni planların hazırlandığı, yeni buyruk ve emirlerin sıraya girdiği bilinen ve alışılagelen bir gerçektir…
Afetlerden enflasyona, yaşatılanlardan yaşatılacak olanlara toplumsal ve kişisel o kadar çok sorunumuz var ki hangi birinden söz etmeli? Ülkemiz yılda 20 milyon ton buğday, 55 milyon ton sebze- meyve, 80 milyon ton çimento üretiyormuş. Buna karşılık sadece İstanbul’da yılda 60 milyon ton hafriyat çıkıyormuş. Yani moloz sebze ve meyveden daha çokmuş. (Kaynak; Yılmaz Özdil) bu şu demek midir? Ülke olarak ve yönetimin tercihi, doğrultusunda tarlalara, bağlara, bahçelere, zeytinliklere, yeşil alanlara, tarıma elverişli sulak arazilere tohum yerine beton ekiyoruz. Oysa ülkeyi yönetmek ihtiyaçlar çerçevesinde önce tanıyı koymak, sonra doğru tedaviyi belirlemek, daha sonra da tercihlerin arkasından gitmek değil midir?
Gerçek verilerle yazıyı sürdürürsek…
Zor soru ama şunu diyebiliriz? 2025’te vergilere harç ve cezalara gelecek olan artışlar, bol vergi, çok iş, az maaş, ya da bu ortamı yaratmak yöneticilerin geçici gücü müdür, yoksa süreç içinde taşınması zor olan ağır yükü müdür?
140 bin personeli ve 130 milyarlık bütçesi olan DİB’in son artışlarla Dışişleri dâhil Enerji, Kültür, Çevre, Sanayi ve Ticaret bakanlığını, hele de 52 milyar lira bütçesi olan Orman Genel Müdürlüğü’nü de geride bırakarak 7 bakanlık bütçesini geçmesinin nedeni nedir? Yangınların sönmesi için dua yeterli midir?
Yaşlılık eşittir yalnızlık! Sonrası; çalınmayan kapılar, duyulmayan sesler…
Cüzdanı suskun, mutfağı yangın yerine dönen emeklilerin, sarsılmaz ve kopmaz ikili olan “az maaş- çok zam” gerçeğiyle verdiği başarısız sınava çare düşünülmekte midir? Bilimsel ayrıntılara girmeden, duygularla mantığı dengede tutmadan, ihmalin ve yok saymanın bedelini ödeyenlere acımadan, “sabredin, dayanın, sineye çekin!” komutlarına yenilerini katarak, mutsuz, umutsuz, gergin bir toplumla nereye kadar ve neden?
Yaşlandıkça yoksullaşan emekli kesim! Açlık sınırının altında yaşam mücadelesi veren yoksul halk! Hem ekonomik, hem psikolojik kırılganlık yaşayan, bu arada en temel hakkı olan sağlık hizmetlerine ve zorunlu ihtiyaçlarına bile erişemeyen milyonlar! Kiraydı, faturaydı, ilaçtı, gıdaydı derken, ancak destekle geçinebilen torununa harçlık veremeyen, marketten eli boş dönen ve yardıma muhtaç emekli sayısının 12 kat arttığı ülkemiz!
Yaşlılığın getirdiği hastalıklarla baş etmeye çalışan, geçim derdiyle başı dertte olan, sese, sohbete, hissedilmeye, aranıp sorulmaya özlem duyanların giderek arttığı günümüz! Süreç içinde içlerine kapanan, dört duvar arasında sorunlarıyla baş etmeye çalışan, sessiz evlerde, çalınmayan kapılarda, yalnız oturulan sofralarda tek başına içilen çaylarla, bir başına yenilen yemeklerle, eksilen kahkaha sesleriyle, özlenen evlat sesleri içinde dışlanmışlık duygusuyla gün sayanların arttığı memleketimiz!
Tatile gidemeyen, evinden ancak ilaç almak, doktora gitmek için çıkan, çocuklarına rağmen yalnızlık çeken, bizi kıskanan batının emeklisi tatil yaparken tatil yapamayan, köyüne bile gidemeyen, kalabalık illerde büyüyüp yapayalnız kalanların çoğaldığı ülkemiz!
Yazılan ve yazılamayan gerçeklerle yüzleşirken maalesef kabiliyet ve kapasitesi belli olanlarla, takdirden çok taklide meyyal olanlarla şansımızın ve çaremizin olmadığı ülkemiz!
Hal böyle iken yazıya noktayı Cengiz Aytmatov koysun! Ne diyor Kırgız yazar?
“Sevgi özveridir, emektir, saygıdır, iyiliktir, dürüstlüktür, dostluktur, arkadaşlıktır!”
Bu özlü sözü ülkeleri yönetenlerin ve yönetmeye talip olanların duvarlarına assak mı?