Gündemin Özü mü? Geçiştirme ve Geciktirme…
Bizim değer yargılarımız mı değişiyor? Yoksa toplumun (yöneticilerin mi demeliydim!) yargılama değerleri mi?
Bu soruya yanıt vermek zor. Bilinen o ki yiğit, mert, sözünün eri, kapalı kapılar ardında değil göz önünde olan ve duran kişi ve kurumlara çok ihtiyacımız var. Günümüzde durum öyle bir noktaya gelip, öylesine farklı boyutlara uzandı ki artık tarafsızlık, yansızlık, suskunluk sınırları çoktan aşıldı. Çünkü toplumun umudu inanca, inancı dirence, direnci başarıya dönüştürecek adımlara ihtiyacı var…
Yine toplumun dinleyen, gülümseten, düşündüren, umut veren, hayal kurduran, saygın, sevecen, değerleri değerlendirenlere ihtiyacı var. Teessüften çok teşekküre ihtiyacı var. İlmek ilmek örülen keder yumaklarına değil, talimat ve itaatin etken olduğu yönetim şekline değil, hüzünleri, sevinçleri, öfkeleri birlikte tattıklarımızla kopan bağlara değil, özlemi derinden hissedilen güven duygusuna gereksinimi var…
Çünkü bilinen gerçektir ki; Yönetenle yönetilen arasında güven inşa edilmişse acıları, yoklukları, sorunları bile daha güçlü taşır insan, yan yana ve can cana. Çünkü yaşamın yazılı olmayan kuralları vardır. Onlara “adam sen de!” denilemez, kurallara uymak hak ve ödevler arasındadır, görevdir, zorunludur, sorumluluktur.
Bilge sözlerinin izini sürmek…
Yaşadığımız dünyayı irdeleyip özümsemeğe çalışırken, ya da düşünsel, ahlaki, insani ve vicdani değerlerdeki çözülme, yozlaşma ve başkalaşma sürecini gözleyip algılarken göze batan pek çok şeyle karşılaşıyoruz. Sırayla gidersek; Mesela meslekler yürekle, emekle, ödünsüz yapılırsa değer kazanır ve hakkı verilmiş olur. Yapan var mı? Sayıları giderek azalsa da evet!
Batılı bir bilgeye göre; “Dünya düşünülen değil, yaşanılan yerdir!” bu söze katılır ya da katılmayız. Ancak dünya önce düşünülen sonra da yaşanılan yerdir. Bir başka bilgeye göre; “Bilimi halka yaymak görevi hepimizindir!” Demek ki bilim yapmak alışılmıştan, bilinenden ayrılıp daha ötelere gidebilme işidir ve bu yüreklilik de gerektirir. Ayrıca bazı şeylerin hele de farklı olmanın faturası ve bedeli vardır. Aydınlık onu aramadan gelmez, yaşam sona erse bile arayış bitmez. O nedenledir ki bilim insanları deniz feneri gibi tüm insanlığı aydınlatır durur asırlar boyu…
Unutmayalım ki; Bir insan karakterinden ödün vermemek uğruna bazı şeyleri kabulleniyorsa onu sıradanlıktan uzaklaştıran bir şeyler var demektir. Kişiler sadece kimlikleriyle değil, zaafları, sevgileri, tutkularıyla da bütünleşir ve iz bırakırlar. Hızla artan kentleşme, değişen kültür, değişen doku, kuşak çatışmaları toplumun ruh sağlığını etkileyen etmenlerdir.
Koyunu kurt saldırısından kurtaran çoban, koyuna göre kurtarıcı, kurda göre özgürlüğüne engel olan insandır. Demek ki koyun ile kurt arasında özgürlük tanımı açısından fark vardır. Bu örnekten yola çıkarak; Gençlerin kestirmecilikten ve önyargılardan uzak, her görüşe saygılı, gerçeği arama coşkusu duyan, düşman olmaksızın eleştiren ve eleştirilmekten tedirginlik duymayan, uygarca tartışan, sorumluluk duygusu olan ve hoşgörülü bireyler olarak yetişmelerini sağlamalıyız.
Eleştiri ve özeleştiri…
Bireyin ve toplumun yaşamında her ikisinin de önemi yadsınamaz. Bunlar olmaksızın ne bireyler gelişir, ne de toplumlar ilerler. Çağdaş uygarlığın oluşumunda motor rolü oynayan eleştirel düşüncedir. Eleştirinin olmadığı, ya da yasaklar sınırında olduğu yerlerde özgürlük ve demokrasinin varlığından söz edilemez. Bu yüzden eleştiriden korkmamak ve ona açık olmak gerekir. Doğrular kimsenin tekelinde olamayacağına göre eleştiri ve özeleştiriye herkesin gereksinimi vardır.
Doğu Alman yazar diyor ki; “Bizde az kitap basılıyor ama çok okunuyor. Batıda ise çok kitap basılıyor ama az okunuyor.” Bu sözü alıp günümüze taşırsak, ne kitap basılıyor, ne de kitap okunuyor eskisi gibi…
Bir bilge diyor ki; “Yukarı çıkarken insanlara iyi davranın, aşağı inerken de onlarla karşılaşabilirsiniz!” Bir başkası da; “Yöneticinizin yanına girerken onur ve kişiliğinizi vestiyerde bırakmayınız!” Alıntılar yaptığım bu bilgeler ne demek istemişler, kime demişler bilemediğim için okurlarla paylaşmak istedim!
Bu satırların yazarı diyor ki; Katkıda bulunmak demek; emek vermek, zaman harcamak, özveride bulunmak demektir. İnsan karşıdakine ya da yaşama değer veriyorsa pek çok şeyi göze almalıdır. Kimi insan kendi yaşamına çok değer verir, kimi insan başka insanları da yaşar, özümser, yüreğinde, kafasında tüm dünyayı taşır, işte o zaman da dünyanın tüm sorunları sizin sorununuz olur. Tıpkı zenci hakları için savaşım vermenin zenci olmayı gerektirmediği gibi. Ya da “Kahraman milletler yoktur, kahraman insanlar vardır!” sözününü derin anlamı gibi…
Demem o ki; Yakıcı sorunlara kalıcı çözümler bulunuyor, tarihi müjdeler vermek ve tarihi yeniden yazmak için yorulmak haram sayılıyor, dünya bizi ve küresel lideri bekliyor, silahları bırakmak ve yakmak yetiyorsa! “Yurtta barış, dünyada barış!” diyen Büyük Atatürk bir kez daha haklı çıkmıştır.