Elbette anlayana, anlamak isteyene…

İkbal peşinde koşanlar ses çıkarmadığı için her şeyin yapanın yanına kâr kaldığı ülkemizde Nuh deyip peygamber demeyenlerin arttığı günümüzde, inadım inat diyenlerin tavan yaptığı memleketimizde bazı şeyleri akıl almıyor. Almamalı da!

Başlığı kısa ve vurucu olduğu için seçtim. Çünkü kime sorsam; “Üzgünüm, mutlu değilim, sadece korku değil, panik de yaşıyorum, kaygılıyım, sevince uzak acıya yakınım, bana artık yaşamak çok ağır bir yük gibi geliyor, yaşama sevincim kalmadı, mutluluk çok uzak, keder ve hüzün içimde!” diyor. Aslında nedenleri net ve ortadayken bu durum şaşırtıcı değil. Varlığımızı temelden sarsan yaşadıklarımız öyle sessiz kalınarak geçiştirilemeyecek kadar büyük. Evler ve binalarla birlikte içimizdeki yaşam arzusu da devrildi sanki. Bu konuya sık sık karar ve karakter değiştirenler ne der bilinmez ama durum bu…

Bu arada olaylar karşısında dayanışma biçimlerinden biri gözyaşlarının dışa vurumu ise ve ben buna kişisel açıdan bakarsam, kesinlikle sınıfta kalmayacak biriyim! Çünkü göz pınarlarımda birikenler her daim hazır kuvvet bekler akmak için. Acı çeken birinin akıttığı gözyaşlarına gözyaşlarım hemen eşlik eder, yaşadıkları benim kalbime oradan da gözlerime sıçrar. Ne yapayım ben böyleyim ya da biz kadınlar böyleyiz!

Keşke böyle zorlu, kalıcı, yıkıcı sınavlardan geçmeden insan olmanın, dayanışmanın kalıcılığını, güzelliğini hep aklımızda tutabilseydik. O zaman kötülüğü ve kötüleri daha kolay yenerdik sanki…

Güvenin, adaletin, bilimin, vicdanın, merhametin uzun süredir askıya alındığını çoğumuz biliyoruz. Sadece o kadar da değil. Yanına savurganlığı, sorumsuzluğu, ilkesizliği ve plansızlığı da ilave etmek gerekir. Yetinmeyip temel hakları, dinmeyen zamları, ardı arkası kesilmeyen parmak sallamaları da unutmamak gerekir…

Canımızı ve canlarımızı koruyan, biz kadınlar için onurun, gururun, umudun güvencesi olan 6284 sayılı yasanın gücü elinde tutanlar tarafından tartışmaya açılmasını, müthiş başarılarımızın görmezden gelinmesini, kalıcılığı kabul görmüş artılarımızın yok sayılmasını unutmadan olup bitene gözümüzü dört değil, sekiz açarak bakmak gerekir…

Hele de esas aktörlerin keskin U dönüşlerini, vitrin süsü olarak, konu mankeni olarak, ideolojik tutarlılıktan uzak sağdan sola, soldan sağa dönmelerini iyi görmek gerekir. Yetinmeyip! Emeğin, bireyin, yurttaşın haklarını hiçe sayarak, bilgi ve beceriden yoksun olmalarına rağmen özgüvenleri tavan yapmış bir şekilde ortalarda ak tolgalı beylerbeyi gibi dolaşıp her daim makam talep etmelerini iyi okumak gerekir…

Kanıtlanabilir ihmalleri, kusurları olanlara; Görerek, duyarak, hissederek yaşadıklarımızı hiç unutmadan ve sık sık mercek altına alarak kesin ve nihai cevabı sandıkta vermek gerekir. Ve seçimlerin ertesinde başı dik yürüyeceğimiz sokakları hayal etmek gerekir…

Elbette anlayana, anlamak isteyene!

İkbal peşinde koşanlar ses çıkarmadığı için her şeyin yapanın yanına kâr kaldığı ülkemizde Nuh deyip peygamber demeyenlerin arttığı günümüzde, inadım inat diyenlerin tavan yaptığı memleketimizde bazı şeyleri akıl almıyor. Almamalı da!

Yine ülkemizde nadir rastlanan ya da (hiç rastlanmayan mı demeliydim!) İstifa konusu acep ne zaman gündeme gelir ya da gelir mi diye merak etmek gerekir. Edilmeli de!

Sorularla ve kestirmeden ilerlersem!

Hayatımız, sorumluluklarımız, sorunlarımız yan yana yürümüyor mu? Sustuklarımız, sahip çıkmadıklarımız ağır faturalar olarak önümüze çıkmıyor mu? O halde her türlü sosyal, toplumsal, ekonomik koşullar hazırken değişim neden olmasın?

Demem o ki! Bunca dayatmadan sonra söyleyecek sözümüz var ve olmalı. Hakaretsiz, tehditsiz, parmak sallanmadan, ötekileştirilmeden, haklarımız gözetilerek, özgürce, kitaplı, sinemalı, tiyatrolu, sergili, konserli, sanat dolu günleri hak etmiyor muyuz? Ediyoruz da makam mevki sahiplerinden biri ya da bir kaçı halkın istek ve beklentilerini yönetime sorabilir mi? Sorar mı? Ya da sormayı düşünür mü?

Son olarak! Büyük Atatürk’ü okul bahçesinde bir büst, resmi kurumların duvarlarında bir poster sayanlara! O’nun bir yaşam biçimi olduğunu unutanlara! Tarih bilgisi ve tarihsel bilinci olmayanlara! Bunu hatırlatmak hepimize düşmez mi? Düşüyor, düşmeli de…

Hatırlatma notu: Eğitime ardı ardına vurulan darbeleri görünce geri kalmış ülkelere örnek eğitim modeli olarak önerilen ve tarihe “Türk Buluşu Eğitim Kurumları” olarak geçen Köy Enstitülerini 83. kuruluş yıldönümünde bir kez daha anmak ve anımsatmak istedim? Ne diyor Einstein: “Layık olmadığımız ya da hak etmediğimiz bir gelecek inşa edenler karşısında susmayınız.”

Davet notu: 18 Nisan Salı günü 17.00-19.00 saatleri arası 118- Y Anadolu Yakası Lions Kulüpleri Merkezi’nde (Kilercibaşı Köşkü) Atatürk Bilinci ve Yüzüncü Yıl Komitesi toplantısında “Atatürk, Aydınlanma ve Eğitim” konusunu anlatacağım. Yolu düşenleri beklerim…