Basın etiği ve basın emekçileri derken aklıma gelenler

Bugün 10 Haziran Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin kuruluş günü. 1946 yılında kurulan cemiyet 78 yaşında! Günü fırsat bilip basın etiği ve basın emekçileri konulu bir yazıyla kendilerini kutlamak istedim…

Bugün 10 Haziran Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin kuruluş günü. 1946 yılında kurulan cemiyet 78 yaşında! Günü fırsat bilip basın etiği ve basın emekçileri konulu bir yazıyla kendilerini kutlamak istedim…

Yazıma başlarken! Mesleğine emek veren, gönül veren, gözdağına göz yummayan, kalemini satmayan, döneme göre pozisyon almayan, basın kariyerine gölge düşürmeyen, yağmurda, çamurda, karda, kışta, dağda, tepede, depremde, savaşta, karlı dağların başında haber kovalayan, sesi gür, kalemi berrak yazarlar, haberciler geliyor aklıma…

Başlığı atarken! Okurların merak dürtüsünü daima diri ve uyanık tutan, fikri derinliği olan, es geçmeyen, bilmezden gelmeyen, başını çevirmeden sorunların altını çizen, halkın haber alma özgürlüğüne katkı sağlayan, ortama hâkim olan sessizliğe ses olan kalemler geliyor aklıma…

Yazıyı sürdürürken! Akıl ve alın teri akıtarak yaptığı haberler ve gözümüzü dört açan yazılarıyla, dile- yüreğe yapışıp kalan sözleriyle, kullandıkları akıcı- anlaşılabilir dille, tercih ettiği beyanlarla, olup biteni yansız bir şekilde aktaran, mesleğin ustası olan ve unutulmayan kalemler düşüyor aklıma…

Başka neler mi diyerek sıralamaya çalışırsam…

İlham veren yazı ve haberleriyle, direnç ve umut aşılayan, karanlık tünellere dalıp, dibe vurduğunda kendini daha iyi tanıyıp test eden, iç sesinin her zaman doğruyu söylediğine inananların verdiği mücadele, ödediği bedel geliyor aklıma…

Yılların habercilik ve yazarlık eleğinden titizlikle ve alnının akıyla çıkan, soruların ve sorunların peşini bırakmaya niyeti olmayan basın emekçileri geliyor aklıma…

Doğduğu yerin, ülkesinin niteliklerini anlamaya çalışan, bu arada yöresel değerlerini de önemseyen, önceleyen, yeri geldiğinde kullanabilen, doğduğu toprakların hikâyesini unutmayan, yerel örneklerle bağ kurabilen, bunu yazılarına, konuşmalarına, kitaplarına taşıyanlar düşüyor aklıma…

Ülkemizde gazeteci olmanın, ödünsüz olmanın bile başlı başına bir meydan okuma olduğu, birden fazla önyargıyla savaşmak zorunda kalındığı, nedensiz yargıları, örülen duvarları, çekilen setleri yıkmak için büyük çaba gerektiği geliyor aklıma…

Zeki, çevik, gözü kara, inandığı doğruları olan, inandıkları uğruna başını sonunu düşünmeden mücadele eden, bireysel yürekliliğine çok şey borçlu olduğumuz, cesaret aşılayan sözlerini unutamadığımız, parası, işi, evi olmasa da hayalleri olan, geçmişi olmasa da geleceği kurma hedefleri olan, yaşadıklarıyla mücadele ederken, ekmeğini ve emeğini bölüşenler düşüyor aklıma…

Ankara’daki bir lisede 10.sınıf öğrencisi bir kız çocuğunun hayallerine kanat çırpacağı bir yaşta, din kültürü öğretmeninin baskı ve tehditlerine dayanamayarak kendisini sınıfın camından atıp betona çakılmasını! Gençlerimizin beyin gücünü beyin göçüne döndüren çabalarını! Boşanmak istediği için öldürülen hemcinslerimizi! Hukuksuzluk, baskı, tehdit, dayatma sarmalında geçen günlerimizi! Özetle ülkemizin temel sorunlarını haber yaparken “neresine dokunsam, nasıl açıklasam, nasıl anlatsam?” diye kıvranan basın emekçileri geliyor aklıma…

Sonra da! Bir yanda hırpalanarak, çabalayarak, bedel ödeyerek bir yerlere gelenleri, diğer yanda aldırttıkları sinirleriyle yaşam geçidinde yüksek perdeden atanların her daim sınırları zorlayan çıkışlarını ve geldikleri yeri görünce hiçbir şey gelmiyor aklıma…

Basının sorumluluğuna gelince!

Evrensel anlamda; Süreli, basılı, ya da dijital yayın olsun basından beklenenler şudur; Kamuoyunu nasıl boş şeylerle tartıştırırım, boş boş konularda tartışma programları yaptırırım yerine; Mesela asgari ücretliyi, ekonomik sıkıntıları, öğrencilerin müfredat, barınma ve beslenme sorununu, kadın cinayetlerini, sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti sık sık anlaşılır bir dille yansıtması ve gündemde tutması…

Yine; Enflasyonu, işsizliği, gırtlağına kadar borca batanları, evine ekmek götüremeyenleri, dereleri kurutanları, dağları oyanları, ormanı yolanları, ağacı kesenleri, sulak arazileri çalanları, yeşile düşman olanları, doğayı çimentoya boğanları ve onlara uygulanmayan yasaları haber yapması…

Baskılara horlamalara, tacize dayanamayarak evinden kaçan, kendine özgürlük alanı açmaya çalışan, bir “hiç”ken, “kimlik”sizken kendine yeni bir kimlik edinme, kendini bulma yolculuğuna çıkan kadınların; hasret, ayrılık, dün, bugün, hayal, kavuşma ve yalnızlıkla nasıl baş ettiklerini dile getirmesi…

Yağan yağmur gibi zamlardan, düşmeyen enflasyondan, işsizlikten, evde ekmek bekleyenlerden, çaresizlik içinde karısıyla kavga eden, bindiği toplu taşıma aracının şoförüyle atışan, çocuklarına bağıran, borç istediği ve alamadığı akrabalarıyla tartışan, pompalıya davrananları haber yaparken yanlı bir dil kullanmaması…

Dilek notu: Basının işi zor, yansız olsa daha da zor! Bedel ödeten, mücadele gerektiren bu yolda; Soruşturmalardan, mahkeme kapılarından, hapislerden, baskılardan, sansürden ve otosansürden uzak günler dileğiyle…

Hatırlatma notu: Her sözü örgütlenmemiz için, kırılan onurumuzun ayaklanması için, evrensel dehasının yarattığı ışığı ve kararlılığı yansıttığı için son söz Büyük Atatürk’ten; “Basın milletin müşterek sesidir. Milleti aydınlatmak için basın bir mektep, bir rehberdir. Bu nedenle hiç bir sebeple tahakküm ve nüfuza tabi tutulamaz!”

Büyük Atatürk! Nasıl da görmüş bu günleri ve nasıl da tanıyor milletini…