Meydanlar Zulme Meydan Okuyor
İTÜ’lü gençlerin, “Ülkemiz bizden yirmili yaşlarımızı çaldı, bir ömür daha vermeye sabrımız kalmadı, gençlik sizi affetmeyecek” şeklindeki sözlerini duymamak niye?
İhmalkarlık, özensizlik, adamsendecilik, bana necilik alıp başını gitmişken, her anlamda ve her alanda sorgusuz sualsiz savurma tavan yapmışken, zedeleyen, örseleyen bunca açıklama varken, akıllarda soru işaretleri, yüreklerde kırgınlık nasıl olmasın?
Hal böyle iken mutlak yoksullaşmaya, adaletsizliğin kaynağına, yöneticilerin umursamazlığına, toplumun geniş kesimlerinin mücadelesine, ölmemek için direnen kadınların korunamayışına, buğday üreticisinin duyulmayan feryadına, “72 yaşındayım, pazardan kalan sebzeleri topluyorum, biz aslında yaşamıyoruz, hayatta kalıyoruz” diye konuşan emekli öğretmenin iç acıtan sözlerine, Türkiye çapında duran çarklara bakınca iyimser olmak mı?
Ya da yoksulluk, gelecek kaygısı, eşitsizlik bu kadar çok ve yaygınken mutlu olmak mı? Özellikle son yıllarda alışık ve idmanlı olduğumuz bu konulara ne kadar alıştık ve ne kadar tanıdık geliyor değil mi?
Oysa koşullar ne olursa olsun, maddi olmayan ödüller de vardır, şefkat ve anlayış içeren bir çift tatlı söz gibi, içten bir teşekkür ve gülümseme gibi, gönül alma sıfatı ya da ibaresi gibi…
Etrafa bakınca ne mi görüyoruz?
Ne diyor Anton Çehov, “Hayat, nasıl yaşadığımıza bağlı olarak kısa ya da uzundur.” Yaşam çizgisi kısa da olsa, gözü açık gitmemek için, iz bırakmak için, bazı şeyleri hayata geçirmek gerek. O halde özellikle kamu yararına üretmeye, yazmaya, konuşmaya, paylaşmaya, söylemeye, yapmaya, yol açmaya, ısrarla, inatla devam edenleri yok saymak, meydanların zulme meydan okuyacağını kanıtlayan gençleri önemsememek niye?
Ekonomik durumun toplumsal yaşamı olumsuz etkilediğini, geçim sıkıntısının, geleceğe ilişkin belirsizliğin, zorlu hayat şartlarının, sorunlarla baş edememenin yarattığı kaygının, yaşam mücadelesine ayak uyduramamanın, diplomanın işe yaramamasının, evlenme gibi, tek başına yaşama gibi hayallerin ortadan kalkmasının, liyakat yerine kayırmanın, iltimasın etkili olmasını görmemek niye? Hele de sayılan ve sayılmayan tüm bu nedenlerden ötürü ülkemizi terk etmeyi düşünenlerin oranının yüzde 50’yi geçtiğini yok saymak niye?
İTÜ’lü gençlerin, “Ülkemiz bizden yirmili yaşlarımızı çaldı, bir ömür daha vermeye sabrımız kalmadı, gençlik sizi affetmeyecek” şeklindeki sözlerini duymamak niye?
Türkiye Yüzyılı ya da aile yılında, hastane ile hapishane arasında gidip gelen tutukluları, pankart astı diye, slogan attı diye hapse atılan, bu nedenle okullarından, ailelerinden ayrı kalan gençleri görmezden gelmek niye? İzan, irfan, vicdanın tedavülden kalktığını biliyorduk da, bu kadarını beklemiyorduk doğrusu…
İzahı zor durumlar
Kurumlar güçlü, kurallar açık ve kesin olmadıkça, görebilmek, gördüğünden anlam çıkarabilmek, duyabilmek, sorunları dert edinip sahiplenebilmek, sonunda da uyanmak mümkün olmazsa, yüzde 22.6’sı kadın olan 12 milyon işsizin sorunları nasıl çözülür? 5 milyon ev gencine nasıl umut aşılanır?
Devlet özellikle genç nüfusa kültür ve sanat hizmeti vermekle yükümlüdür. Her açıdan eğitilmesi gereken milyonlarca genç barınma ve beslenme konusunda sıkıntılar yaşarken, sanata, kitaba, aydınlanmaya, kültüre nasıl bütçe ayıracak?
İktidarın görevi enflasyonu düşürmek, pahalılığı önlemek, yoksulluğu yenmek, emeklileri mutlu etmek, asgari ücreti artırmak, istihdam yaratmak, refahı tabana yaymak değil midir?
Hatırlatma notu: Eti Uruguay’dan, çobanı Afganistan’dan getirterek, Almanya’ya iltica başvurularında Suriye ve Afganistan’ın ardından 3. sırada gelerek, üretmeyen ama tüketen, gelir – gider dengesi arasında uçurum olan bir ülke olarak ün salmak rahatsız edici değil midir? Hele de Sanayi ve Teknoloji Bakanının “Adeta bütün dünya ticaretinde bir Türkiye üzerine bir Türkiye ilave ettik. 0.5 düzeyinden 1.1 düzeyine çıkardık” şeklindeki sözleri varken…
Özetle, anlatılanlar; aranırsa çare bulunacak, aranmazsa sorgulanacak cinsten sorunlardır. Bunun için art niyet aramaya gerek yoktur, sıralananlar ya tesadüftür ya da izahı zor durumlardır. Nokta…