Ses Tellerine Takılıp Kalanlar
Bazen konular kapansa bile açtığı yaralar kapanmıyorsa altında yatan nedenleri araştırmak gerekir. Örneğin, kömür için, termik santraller için direnen köylüler diyor ki; “Gaz yedik, cop yedik, TOMA’ların önüne yattık, çamlarımıza çocuklar gibi sarıldık. Ama onlar toprağımızı, suyumuzu acımadan zehirledi”. İnançla, umutla, heyecanla, kararlılıkla yola çıkan, tahribatla, yıkımla karşılaşan ve artık tedavülden kalktığından akıllara pek gelmeyen vicdanı arayan köylü ve çiftçi ne yapsın?
Kadın tarihinin gören, duyan, duyumsayan, anlatan kadınlarına baktığımızda, ufak çapta başkaldıranların bile başlarına gelenlere baktığımızda, güvene, huzura, dayaksız, hakaretsiz güne hasret kalanlara baktığımızda, kaderi de kederi de ortak kadınlar ne yapsın?
Depremde çocuklarını kaybeden depremzede anne; “Zaman, sadece alışmayı öğretiyor, unutmayı değil” sözleriyle duygularını anlatırken, bundan böyle yarım ve eksik sürdüreceği hayatı için, başka nasıl bir açıklama yapsın?
Her ay en az 250 esnafın dükkân kapattığı, son 3 ayda 24 bine yakın esnafın “Günü siftahsız kapatıyoruz. Açlık, borçlar ve iflaslar yüzünden iş yerlerimizi kapatmak zorunda kaldık” dediği, yoksulluk sınırının 79 bin TL, açlık sınırının 26 bin TL’yi aştığı, kaç eve bu paranın girebildiğinin göz ardı edildiği, çiftçilerin “Borçlarımızı ödeyemiyoruz. Gübre pahalı, mazot pahalı, ilaç pahalı, hayat pahalı, halimiz perişan” diye yakındığı, bu yıl sadece 4 ayda icra dairelerine 3 milyon 448 bin yeni dosya eklenince, toplam dosya sayısının 23 milyonu aştığı ülkemizde aynı kaderi paylaşanlar ne yapsın?
UNICEF’in “Dünyada 4 dakikada bir çocuk şiddet eylemleri sonucunda yaşamını yitiriyor. Oysa her çocuğun şiddetten uzak, güvenli bir ortamda büyümesi gerekir. Bu devletin yükümlülüğüdür” şeklindeki açıklaması dikkate alındığında, geçen yıl 32 çocuğun intihar ettiği, 50 binden fazla çocuğun sokaklarda dilencilik yaptığı, her 4 çocuktan birinin yatağa aç girdiği, okula aç gittiği, başta bodurluk olmak üzere sağlık sorunlarının beslenememe nedeniyle arttığı, yeni giysilere, bir çift ayakkabıya, yeterli iç çamaşırına ulaşamayanların okula gitmek istemediği, giysisi olmayan çocukların gözyaşlarının dinmediği, annelerin “pazara gidip ikinci el alabilirsem bütçeme ancak uyar” dediği, 742 çocuğun iş cinayetinde yaşamını yitirdiği Türkiye Yüzyılı ve Aile Yılı gerçeğinde “3 çocuk yetmez, 5 çocuk yapın” önerisi karşısında, aileler ne yapsın?
Siyasal ve toplumsal iklim sertleştikçe, pedagojik değil ideolojik eğitim tercih edildikçe, kaygı artıyor.
Siyasi dil şiddeti beslemeyi sürdürdükçe, kutuplaştırmadan medet umuldukça, toplum kışkırtıldıkça, çok yönlü, çok hesaplı, çok bilinenli veya bilinmeyenli saldırılar arttıkça, ülkemizin gerçekleri görülmüyor. Oysa biz her şeyi sorun eder, üzerinde düşünür, dert edinirsek çözmeye başlarız değil mi? Hoş yıllardır atılan hesaplı kitaplı adımlara ve gidişata bakınca bu alışkanlıklardan vazgeçilir mi? Bana göre bu olasılık yüzde sıfır bile değil. Sizce?
Özetle demem o ki, ülkemizde nedense başarı cezasız kalmıyor. Okumak denilince, akla kitap okumak değil, canına okumak, bildiğini okumak, meydan okumak, hariçten gazel okumak geliyor. Umudun ve dayanışmanın düşmanının çok olduğu biliniyor.
Liyakat raflarda, sadakat vitrinde ise kurumların onaylama kurumuna dönüştürüldüğü, akıllı ve akılcı önerilerin reddedildiği, bütçenin her geçen gün biraz daha eridiği, koşulların çıkmaz sokaklara girdiği, verilen sözlerin çiğnendiği veya unutulduğu, keşkelerin hayatımızda daha çok yer aldığı, icraat ve istihdam göz ardı edilirken, kaynakların har vurulup harman savrulduğu, soruların çok yanıtların ise hiç olmadığı, gençlerin ve aydınların yok sayılıp suçlu sanıldığı ülkemizde olup bitenlere ne denir bilmiyorum.
Ama konunun düşünmeye değer olduğunu biliyorum.