Asset’lerimiz…

Mesele hayallerin gerçekleşmemesi değil, asla hayal etmeyeceklerinin sarması ülkeyi. Bu da bizim, pamuk ipliğiyle de olsa demokrasiye olan bağımızı her an koparabilecek bir kuşatma.

“50’lerim için hayal ettiğim ülke bu değildi” diye bitirdiğim ve siyasetten TV dizilerine dek savaş çığırtkanlığının yapıldığı günlerde yazmış olduğum tweet’imi retweet eden bir arkadaşımı “niye bu tweet’i retweet ettin” diye polis ifadeye çağırmıştı. Daha doğrusu birçok retweet’ini sıralamışlar, aralarına bunu da koymuşlardı.

Dün 50’lerimin son yılına girdim, seneye 60’lar başlıyor. 60’larım için de hayallerim var elbet.

Ama mesele hayallerin gerçekleşmemesi değil, asla hayal etmeyeceklerinin sarması ülkeyi. Bu da bizim, pamuk ipliğiyle de olsa demokrasiye olan bağımızı her an koparabilecek bir kuşatma.

HEDEFTE KIZ ÇOCUKLARI

Mesela bu kuşatmada ilk hedefe konanlardan biri kız çocukları oldu. Her ne kadar amacının “kız çocuklarının okuması” olduğunu belirtse de karma eğitimi masaya koyup tartıştırmak üzere o makama getirildiği açık olan Milli Eğitim Bakanı, zamanın ruhunun iyice çığırından çıkardığı sözde sıfatlı profiller ve trol mangalarıyla ortamda zemin yokluyor. Bunu da aileleri bahane ederek yapıyor. Eğer ailelerin böyle bir çekincesi varsa, referans noktasını “kızlı erkekli” lafını çocukları, gençleri hedef göstererek olur olmaz kullananlardır. Ailelerin çekincesi, AKP iktidarlarının yıllardır çizdiği tablodur. Kaldı ki “önümüze bir araştırma koyun” deseniz koymaz Bakan. Kız – erkek eğitimi ayırmak isteyen zihniyet, dini cemaatlerin kapalı kapıları ardında kız çocuğa, erkek çocuğa musallat olanları, yaşanan taciz-tecavüz vakalarını ve intihar vakalarını münferit saymaktadır.

HEDEFTEKİ YAŞAMLAR

Bu kuşatmada bir diğer hedef kitle farklı yaşam tarzı olanlar. “Kimsenin yaşam tarzına karışmadık” yalanın doğrusu “gözümüzün önünde olmazlarsa” şartı. Kimse hak aramasın, ne verilirse ona razı olsun; kadın AKP iktidarının istediği kadar özgür olsun. Daha doğrusu kendilerinden olmayan kadınlar, kendi kadınlarının aklını çelecek şekilde ortamlarda hak hukuk aramasınlar, evlilik kurumuna, kürtaj-sezaryen yasaklarına karşı durarak başka kadınları da etkilemesinler. İstanbul Sözleşmesi diye bağırıp çağırmasın, sesleri kendi kadınlarının kulaklarına gelmesin. Yaşamın tüm yükünü yüklediğiniz ve eteklerinin altına da diğer korunması gereken tüm kesimleri alan kadın gücünün farkında olmasın diye hedefteler.

Bu kuşatmada yağmur sonrası çıkan gökkuşağı bile hedefte. Çocuklara renkleri öğreten hamur oyunlarından tutun da her türlü oyuncak setinin neredeyse LGBT rengi diye yasaklanacağı, neredeyse ülkenin başka hiçbir sorunu yokmuş gibi ağızlarını açtıklarında LGBTciler gibi saçma sapan bir sıfat kullanan sözde siyasetçi korosu, dünya tarihindeki, hatta Osmanlı Sarayında bile olan bu gerçeği yok sayıyor. Dünyanın bütün ülkelerinin nüfuslarının bir bölümünün farklı cinsel yönelime sahip olabileceği gerçeğini reddederek, bu grupları kendilerince yok etmiş oluyorlar. Ulus Baker’in “Siyasal Dilde Huzur Söylemi” başlıklı yüksek lisans çalışmasında dediği gibi: İslami düşünce tarzı, aşırı pragmatizmi ile sorunu reddederek çözebiliyor.

DAYANIŞMA HEDEFTE

Başkalarının derdini dert edinme, onların zor anlarında yanlarında olma, sosyal cinayetlerin, kent katliamlarının, ekolojik yıkımların mağdurlarına sahip çıkma, eski zamanlardan beri hedefe konan kitlelerin başında gelir. Onlardan kurtulmanın yolunu artık hapse atarak ve susturarak, koşullarını değiştirebilecek her türlü yargı tasarımını yaparak, seçilmiş bir milletvekili Can Atalay’ı tüm hukuki referanslara rağmen hukuksuzca içerde tutarak bu dayanışmaya gözdağı veriyorlar. Yoksulluğa karşı ses çıkarana “senin tuzun kuru, sana ne” diyecek tıynette sözde entelektüelleri var iktidarın. Vatandaştan “Asrın Dayanışmasını” talep ediyorlar ama insanlar birbirleri ile dayanışsın istemiyorlar.

Ülkedeki Kürt sorunu, Barış, Çözüm, Savaş, Operasyon gibi başlıklar tarot kartı gibi keyfe keder açılacağı günü beklerken, “ben istersem barışır, istemezsem savaşır, çözüm dersem çözüm yoksa operasyon diyen” tek ağıza bakılıyor.

TAK MİLLETVEKİLİ SEPETİNİ KOLUNA

Bunca laftan sonra “muhalefete bir sözün yok mu” diye soracaksınız. Var elbet. İktidara yürüme yolunda -tüm eksiklerine rağmen- onca değerli metne imza atmış, manifestolar açıklamış, ortak politikalar oluşturmuş, sözler vermiş 6 siyasi partinin, seçim sonrası başarısızlığıyla, aldıkları milletvekilleriyle birlikte “tak sepeti koluna herkes kendi yoluna demesi, bana seçim yenilgisinden daha ağır geliyor. Doğrusu seçim sonuçları ardından bir ortak muhalefet hattı oluşturulabilseydi, seçim sonrası duman olunmazdı. Bu yapılsaydı bugün TBMM işleyişini sıkı takip eden Araştırmacı Yazar Önder Algedik’in hazırladığı oylamada karneler bu kadar kötü olmazdı. Millet İttifakı vaat edilen her cümle için ortak muhalefet ilkesini sürdürseydi, o herkesin beklediği güçlü parlamento belki yasal zeminde olmazdı ama fiilen gerçek olurdu. Ortak mitingleri ortak kürsülere çevirebilselerdi, belki yerel seçimler için şans olurdu.

KILIÇDAROĞLU

Muhalefet yeni ve daha iyi işlenmiş bir formül bulamaz ise ya da Millet İttifakı yerel seçimler için yeniden bir araya gelmeyi ve vatandaşı doğru adaylarla ikna etmeyi başaramazsa bu kuşatma daha ağır bir hal alacak. Ama bugünkü halle Millet İttifakı bileşenleri bunu başarabilecek gibi görünmüyor. Peki gemiyi limana yanaştırma işini elden bırakmak istemeyen Kılıçdaroğlu bu birlikteliği daha güçlü ve daha etkili olarak başarabilir mi? Görünen o ki hızla bu profilden uzaklaşıyor. Önceki akşam yaptığı ve bundan önce de benzerlerini tekrarladığı olan açıklamalar, Kılıçdaroğlu’nun uzun bir zaman muhalif seçmeni ikna edemeyeceğini gösteriyor.

Zira Erdoğan’ın ikinci tura kalarak kazanması ya da şu an ülke gidişatının bir hayli kötü oluşundan kaynaklı bir oy değişimi yaşandığını ima ederek ikna edilebilecek bir seçmen yok. Kılıçdaroğlu başkanlığa devam etmekte kararlı ise acilen moralini düzeltecek bir ivme yakalamalı. Çünkü benim tanıdığım Kılıçdaroğlu moral ile güçlenir. Yani gündem kendisini güçlendirecek şekilde akarsa daha güçlü, daha ikna edici ve daha “piro” olur. Ancak düşüş başladığı andan itibaren edilen cümleler herkesi üzer, dün akşamki gibi

YEREL SEÇİMLER

Peki Meral Akşener’in arzusu ile masaya ek yapılarak oturtulan iki büyükşehir belediye başkanının bu sürçte yıpratılmışlığı onarılır mı? Belki bu başkanlar seçim sürecinde işlerinin başında kalsalardı yerel seçimlere farklı girerlerdi. Ancak şu anki yıpranmışlık, Millet İttifakındaki çözülme, iktidarın bu kez büyükşehirleri kazanmaya baş koyma andı ve devletin tüm güçleriyle büyükşehir belediye başkanları üzerinde tepinmeye hazır olmaları işin hiç de 2019 gibi olmayacağını gösteriyor.

Sonuçta 60’lı yaşlarıma girerken görünen manzaranın bir kısmı bu. Bize hep korku salan ülke bölünmesini farklı bir şekilde yaşıyoruz görünüyor:

Masadan düşmüş bir cam eşya gibi paramparça olmuş bir muhalefet

Her konuda karşıtlıkla, tam bir karpuz gibi ortadan yarılmış bir millet

Ve oyuncuların attığı zarı Monopoly tahtasında bekleyen vatandaş…

ASSET’LERİMİZ

Cumhurbaşkanı bir süredir Körfez’de para arıyor. Bir yandan edinilen rakamlar ekonomik mucize gibi sunulurken, bunların uzun vadeli ekonomik restorasyon için kullanılmaktan ziyade bütün büyükşehirleri almak üzere kısa vadede vatandaşa yara bandı olacağının herkes farkında. Körfez ülkelerindeki iştahlı sermayeye ülkenin hangi kurumları, varlıkları vaat edildi bilinmiyor. Cumhurbaşkanı “Assetler” diye bir üst başlık attı. Bir işadamının ağzından bu kelimeyi duyduğumda bana “sukuk”tan bahsediyordu. Bir İslami bankanın yöneticisiydi, ben de bağımsız haber çalışması yapıyordum. AKP iktidarının sukuku gündeme getirdiği günlerdi. Sukuk faizsiz, İslami prensiplere uygun yatırım yapma imkanı sağlayan bir kira sertifikası yani bir yatırım aracıydı. Bonoya benziyordu ama bonodan farklı olarak varlığa dayalıydı. Sukuk “asset-based”dir demişti. Yani varlığa dayalı.

Türkçeye girmiş “Arena” kelimesi kullanıldığı için kıyameti koparan Erdoğan’ın “ülkenin mallarının satışı” eleştirisine “Bu ülkelerin Türkiye'den belirli 'asset'leri alma durumları olacak, 'BOTAŞ'ı satıyorlar' gibi bir şey yok. Neyin satılıp satılmayacağını çok iyi biliriz" diye cevap vermesi, bu terimi parlatıyor. Nas gibi bir şey bu. Bekleyip görelim Monopoly tahtasındaki asset’ler nelermiş.

Bu ay hem doğumuyla hem ölümüyle andığımız Ulus Baker’ın tam 20 yıl önceki bir yorumuyla noktayı koyayım: Faiz haramsa, taraflar aktarılan paraya faiz denmeyen bir sözleşme imzalasın, böylece varoluşsal sorun hem yaratılmış, hem ötelenmiş, ileriye itilmiş oluyor.