28. Dönem TBMM ve Demokratik Toplum
Muhtaç olduğumuz kudret, bu Haziran’da 10. yılını kutlayacağımız Gezi Direnişi ile başlayan ve son 10 yıla damgasını vuran “dayanışma gücümüzde” mevcuttur.
2023, Türkiye Cumhuriyeti’nin 2. Yüzyılı için bir restorasyon yılı olacak. Seçilecek Cumhurbaşkanı ve 28. Dönem TBMM üyeleri de bu restorasyona imza atacaklar. Bu tüm taraflar için böyle.
Millet İttifakı, 20 yıllık “mış gibi” yapma döneminin çökeltisi olan yolsuzlukların, yoksullukların, yasakların içinde debelenen ülkeyi düze çıkarmak üzere iktidara geliyor; yani öyle olması gerekiyor. Bunun için de TBMM içinde ve dışında mücadele edecek kişi ve kurumlara ihtiyaç, son yıllarda olduğundan daha fazla.
Tıkanmışlığın sonu
Çünkü AKP iktidarları ve ardından gelen Cumhur Koalisyonları, ülkenin demokrasiye açılan tüm çıkışlarını tıkadı. Bu tıkanmışlıkla mücadeleyi demokratik toplumun bir kesimi sürdürdü; ancak pek çoğu uzun tutukluluklar, tahayyülden ibaret iddianamelerle verilen hükümler dolayısıyla cezaevlerine gönderildi. Mücadelelerin bu tıkanmışlıkta sıkışması toplumda “nasıl olsa bir sonuç çıkmayacak” umutsuzluğuna yol açtı. Vatandaşları kabuğuna çekilmeye, daha huzurlu bir yaşam ve imkanı yurt dışında aramaya sevk etti.
Toplumsal muhalefet de bu arada güçlendi güçlenmesine, ama en küçük bir kazanım için çok büyük enerjiler sarf edildi, bedeller ödendi; ancak iktidar her kazanımı çeşitli yollarla geri almak için tüm gücünü kullandı. Gelinen bugünde, hukuka, yargıya güvensizlik Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı seviyede. Parlamento’nun yasama fonksiyonu bitirildi. Yürütmede ise hükümet değil, partili cumhurbaşkanının talimatsız hareket edemeyen memurları var. Basın, basın olmaktan çıktı. Mesleklerini bağımsız yapmaya çalışan bazı gazeteci ve yazarların dışında medya kuruluşları taraftar bültenine döndü.
Restorasyon döneminde yasama, yürütme, yargı ve dördüncü kuvvet medyanın yeniden rayına oturması için, Beşinci Kuvvet olan demokratik toplum kurum ve kişilerine daha çok iş düşüyor. Şimdi demokrasiye açılan kapıları tıkayan bu çökeltinin temizlenmesi için ortak hareket etmek gerek. O da 14 Mayıs seçimlerinde asgari müştereklerde anlaşmakla olacak. O kapılar açıldıktan sonra sıra duvarları yıkmakta. O zaman ülkeye nefes aldıracak olan demokrasi ikliminde özgürlük, eşitlik ve adalet için mücadele etmek, hatta kavga etmek daha verimli, daha teşvik edici olacak.
28. Dönem adaylarını markaja alalım
28. Dönem TBMM grubunun yapısını 10 Nisan günü yaklaşık olarak göreceğiz. Her bir adayı iyice tanımak, incelemek ve hatta nasıl derler “markaja almak” gerek.
Örneğin 20 yılın en büyük enkazı olan eğitim alanında kimler, nasıl çalışacak? Eğitim ile ilgili öğretmeninden velisine tüm sivil toplum kuruluşları, sendikalar, dernekleri bu vekilleri tespit etmeli. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken artık tek bir çocuğun, gencin kamusal eğitim hakkı gasp edilmemeli, gelecekleriyle oynanmamalı. Laik, kamusal ve ulaşılabilir eğitim için ilgili sivil toplum, TBMM’de olacak muhtemel muhataplarını tespit etmeli.
Örneğin sağlığı kamusallıktan çıkartıp hastaneleri otel, hastaları da müşteriye dönüştüren bu sistemi restore edip, sağlığı bir sosyal hak olarak vatandaşa yeniden teslim edecekler kimler? Yeni gelenler çevre ve iklim konusunda ne kadar yetkin? Enerjiden, tarımdan, gıdandan, su politikalarından ne anlıyorlar? Bu alanlara kamusal mı bakıyorlar, yoksa 20 yılın kirlettiği algı ile hala “sürdürülebilir kalkınma” kandırmacasına devam mı? Çevre konusunu diğer politikalardan bağımsız bir “kirleten öder” “win-win” kandırmacası olarak mı görüyorlar, yoksa çevrenin tüm politikaların üzerine oturması gereken bir temel taş olduğunu biliyorlar mı?
Her alanda sıkı takip
Mesela kadın konusunu, tüm politikalardan ayrı kendi başına bir konu olarak mı görüyorlar hala? Yoksa tüm politikaların toplumsal cinsiyet yaklaşımıyla hazırlanması ve uygulanması gerektiğinin farkındalar mı?
Çocuk, engelli, lgbti+, farklı yaşamlar, kültürler, dinler, mezheplere bakışları hala “hoşgörü” üsttenciliği mi? Yoksa farklılıkların eşitliğine, yaşamın her alanında fırsat eşitliğine koşulsuz bir inançla mı adım atıyorlar meclise?
Kültür, sanat, seyahat, spor, sosyal hayat, neşe, eğlence, yeme, içme başlıklarını fantezi ya da bazılarının ulaşabileceği lüksler olarak mı görüyorlar? Yoksa tüm vatandaşların doğdukları andan itibaren hakları olan bu başlıkları toplum sağlığı, refahı ve huzuru için olmazsa olmaz kabul ediyorlar mı?
28. Dönem Milletvekillerinin ve Cumhurbaşkanlığı Kabinesinin her bireyinin, hayvanları yaşadığımız dünyayı paylaştığımız hak sahipleri olarak görmelerini nasıl sağlayacağız?
Sivil İttifak
Sözün özü pek çok başlıkta vekil adayları incelenmeli, bu adaylardan seçim süreçlerinde sözler alınmalı, bağlayıcı metinlere imza attırılmalı. Bu 2 ayda temel başlıklarda nasıl ki Millet İttifakı ve Emek ve Demokrasi İttifakı oluştu; bu ittifakları destekleyen sivil toplum da temel başlıklarda ortaklaşarak manifestolar yayınlamalı, seçim sonrası restorasyon sürecinde söz sahibi olmanın, bu ülkede vatandaşa rağmen, sivil topluma rağmen, toplumsal muhalefete rağmen hiçbir adım atılamayacağı, atılmaması gerektiğini vekil adaylarına ve cumhurbaşkanı adaylarına hissettirmelidir.
Bir şey nasıl başlarsa öyle gider. Zor bir süreç bahanesi ile özgürlük ve haklar ertelenemez. Hiçbir hak, diğerinin önüne geçemez. Çevre hakkı, enerji hakkını beklemez; güvenlik politikaları özgürlükleri erteletemez, hayvanların sorunlarını çözmek için insanların sorunlarının bitmesini beklenemez. Hayata dair her değer önemlidir, biri diğerinden aşağıda değildir, bekletilemez.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 200. Yılı başlarken, cumhuriyetin kurucu değerleri evrensel hak ve özgürlüklerle taçlandırılmalı, eksilmeyip, artırılmalıdır. Muhtaç olduğumuz kudret, bu Haziran’da 10. yılını kutlayacağımız Gezi Direnişi ile başlayan ve son 10 yıla damgasını vuran “dayanışma gücümüzde” mevcuttur.