Yapısökücü Geldi Hanııııım!

Baştan uyarayım; ben süpersonik alfa akademisyenlerden biri değilim; hani ucu ucuna kaçırılmış her şeyin ardında bıraktığı o kekremsi hislerle ittir kaktır...

Baştan uyarayım; ben süpersonik alfa akademisyenlerden biri değilim; hani ucu ucuna kaçırılmış her şeyin ardında bıraktığı o kekremsi hislerle ittir kaktır giden bir ilişkim oldu YÖK payeleriyle, beceremedim apolet işlerini; zaten olsam olsam pop ya da alt kültür ataşesi tipinde bir şey olabilirdim en fazla. Gelin görün ki Sisifos gibi tırım tırım dolanıyorum buralarda. Toplayıcı hocakarının biriyim bildiğiniz. Hemen heybemden bir telaş çıkarıp anlatacağım bir şeyler var gibi pırpırlandım, sevgili dostlar böylesi bir fikirle gelince. Çıfıt çarşım şöyle bir karıştı, dem bu demdir, dem bu dem dedim.

Öğrencilerime de, ağır aksak giden bu akademik yolculuğum süresince öğretmenlikten ziyade yarenlik ya da en fazla öğret-women’lik edebildim; onları hep çok sevdim, kolladım, yoldaşlarım bildim; çalışma arkadaşlarımla omuz omuza verip yılları yürüdüm. Kısmen yontulduğum ekol her daim sözel temelli kalitatif, yorumlayıcı, katılımcı-gözlemci, aslına bakarsanız akademik camiada pek de hatırı sayılmayan holistik yaklaşımlar oldu. Gelin görün ki, benim eklektik, zamansız, tekinsiz, hımbıl ancak meraklı ve hedonist ruhuma pek iyi geldi; öğrencilerime ve dostlarıma da sanırım. Ancak bu kaos kafasının değerini çok sevgili değerli iki mentor hocam şükür ki daha kısmen yolun başlarında bana işaret etti. Beni Shopenhauer’e, Kierkegaard’a, Jung’a, LeGuin’e, Spivak’a, Kristeva’ya, Adler’e, Fromm’a, Maslow’a, Campbell’a, Derrida’ya, Barthes’a bulaştırdılar; birkaç sıkım yoğurdular. İşte ben de kör topal; karışık kafam, derbeder ruhum ve hantal benliğimle böylesi bir yol katedebildim. Kendime popüler kültürü, alt kültürleri, tüketim sosyolojisini dert edindim ve yürümeye başladım. 25 senedir salına salına, aylak aylak yürüyorum, anca maya çalıyorum kaosuma, gittikçe azdırıyorum onu. Ama şunu öğrendim, gerçekten güven duyduğunuz kaos muhteşem bir akademisyene olmasa da, kendi çapında devinen mutlu bir dans yıldızına dönüşebiliyormuş gerçekten Nietzsche ustanın vaktiyle muştulamış olduğu gibi. Ben hala bu sahnede profesör olabilmiş bir hocaanım değilim; zar zor doçent olmak üzereyim şu yaşımda. Off-off Broadway bir raksçıyım. Sizlere de en fazla bunu vaat edebilirim. Ancak birlikte çok eğlenebiliriz, çokça hayatı, altkültürel kapitalleri, popüler kültürün cilvelerini, gündelik geyikleri, düşlerin hallerini, insanın içinde düşüp kalktığı, debenlendiği dehlizlerin gizlerini, arketipleri, masalları, markatipleri, göstergebilimsel serüvenleri hasbıhal edebiliriz. Her yazımda-çizimde ortaya bir kültür yemişi atarım birlikte didikler, geviş getiririz, demleniriz icabında. İşte işin benimle ilgili kısmı yani kim ve ne nanesi bu kadar.

ETNOGRAFİK BİR YOLCULUK

Asıl mesele sizlere bu yemişleri nasıl aktaracağım. Nacizane bu köşede sizlerle siyah-beyaz bir sadelik ancak zaman zaman ultraviyole bir dilbazlıkla dertleşeceğim. Yöntemsel açıdan söylemek gerekirse etnografik bir yolculuğa davet ediyor olacağım sizleri. Yani başkalarının toplumsal gerçekliğini bu kişilerin dünyasında kendi yaşadığım deneyimin imbiğinden geçirerek aktarmaya çalışacağım. Hatta belki de otoetnografik bir deneme, refleksif bir araştırma bile yapabilirim; kendimi yansıtmayı ve yazmayı kullanarak anektodal ve kişisel bir deneyimi keşfetmeye ve bunu daha geniş kültürel ve toplumsal anlamlara ve anlayışlara bağlamaya çalışabilirim ben de. Bu işlerin pirlerinden Tony Adams şöyle diyor: “Toplumsal yaşam dağınık, belirsiz ve duygusaldır. Toplumsal yaşamı araştırma arzumuz ise, elimizden gelen en iyi şekilde karmaşa ve kaosu, belirsizliği ve duyguyu her haliyle kabul eden ve barındıran bir araştırma yöntemiyle beslenir.” Öz-anlatılar, hiç şüphesiz varoluşsal oldukları kadar akademik değillerdir, hayata düşsel ve şiirsel niteliklerini veren anlam olasılıklarını kavrama ve yakalama arzusunu yansıtırlar. İyi anlatılar okurun ya da dinleyicinin incelenen fenomeni daha derinlikli anlamasına ve hissetmesine yardımcı olur. Benim meselem de budur.

Zira Van Maanen’den az biraz öğrenebildiğim, sevgili mentor hocalarımla alanda tazelediğim, yakışıklı Derrida’cığımın yapısökümünden sonra en çok keyif aldığım, otoetnografik kuyulara kadar ipimi salmaya debelendiğim “hauntolojik” dalış çıkışlar bunlar. Distopyalar, upuzak geçmişler, cılk yaralarla ortalıkta dolanırken gerçekliğimizde asla kapanmayan yarıklar…İşte tam da bu yüzden etnografi musallat bir şekilde kişisel ancak bir o kadar da toplumun içinde gömülü olanı anlamaya, duymaya yönelik bir çabayı temsil eder. Bu arada bana göre etnografiyle yapısöküm arasında tatlı bir kankalık ilişkisi vardır. Doğal olarak kanıksadığımız her şeyin kültürel olarak inşa edilmiş olduğu noktasında çuvaldızı batırmak suretiyle kanı akıtıp buluşurlar. Yıkım değildir meseleleri zinhar. Mevcudiyet metafiziğini sorgular bir bakıma her ikisi de. Meraklı ve şüphecidirler bu kankitolar. Tillahi de yer gök her şey katılımcı gözleme ve yapısöküme açıktır; her şey bir metindir aslen; olmadı her şey bir söylemdir. Bir film, bir reklam, bir şişe tasarımı, evin önünden gazlayıp geçen bir motor, babamın her vesileyle elime tutuşturduğu bir alışveriş listesi. Hepsi itinayla evire çevire yapısökümle kurcalanabilir. Aynı şimdi tanıdığım en iyi insan-cerraha dönüşmüş olan karındaşımın, küçükken evimize hediye gelen bir oyuncağı ilk iş atom altı parçacıklarına kadar iştahla söküp meseleyi anlamaya çalıştığı gibi. Aykırı bir oynama eylemiydi bu. İşte ben de hayatın içinde gezinirken, bir “metin” kaptırıp, o metnin görünürde sahiplendiği derdi bulup buluşturup sonra onun tam karşısındakini ya da tersini görmeye çalışacağım sizinle burada. Meselem bunları ortadan kaldırmak değil haşa, onları sorunsallaştırmak, dertlenmek, dertleşmek, deşmek olacak. Bir şeyin içinde barındırdığı zıtlıkları, sınırları, atom altı sıkışmışlıkları keşfe çıkmanın en ferahlatıcı hatta terapödik tarafı kültürel/altkültürel önyargılarımızı, önkabullerimizi sorgulamaya davet etmesidir bizleri. Azıcık ferahlarız kötü mü, her şeyin sallantıda olduğu bu günlerde.

Neyse işte benim dağınık zihnimi de bu vesileyle biraz toplarlarız belki ha. Akademik hayatımda çok yardımcı olmasa da, bir hipomanik olarak şakademik hayatımda beni ben yapan, bana güç, umut, çoşku veren şeyler oldu bunlar. Belki sizler için de keyif olur ha? Pek çok sevdiğim, içimde/dışımda hep çaldığım, kaosun pekala bir dans yıldızı olabileceği duygusunu en hoş tıngırdatan Tom Waits’ciğimin de dediği gibi “gerçek centilmen/centilwomen akordeon çalmayı bilen, gel gör ki çalmayandır” kafasıyla ortalıkta gezinirken becerebildiğim kadar tıngırdamaya çalışacağım sizlerle…Haydi o zaman üzerinize rahat bir şeyler çekip bi koşu çıkıverin çıfıt çarşısına, yapısökücü geldi hanııııım!