Beşikle mezar arasında saykodelik desenler  

Moda dünyasının sıra dışı ismi Vivienne Westwood’u, ölene kadar aktivist, anarşist bir idealist olarak statükoyla savaşan o mineli ruhu yad edeceğiz.

Bariz bir anlamı olmadığı için hayata bir anlam atfedilmesi gerekir.

Henry Miller

Hayat iyiden iyiye tepemize binerken, bir durup şöyle düşünmez miyiz: “N’oluyo ya, nedir bu canhıraş tepişme, dur durak bilmez yeknesak mücadele?” Kim bilir belki böylesi düşünceler bazı insanlara hiç uğramaz, kimilerini ise sürekli kemirir durur; hele ki bu ahir zamanda. Velhasıl kimin sorduğuna bağlı olarak “Hayatın anlamı nedir?” sorusu ya insan varoluşunun en girdab-ı belalı sorunsalı ya da “Mor rengin tadı nasıldır acaba?” gibi bir kavram karmaşasının üzerine inşa edilen bir hezeyan halinde dikilebilir karşımıza. Sokaktaki insana gidip felsefecilerin ne işle iştigal ettiklerini sorsanız, alacağınız yanıt ya felsefe parçaladıkları ya da hayatın anlamını kurcalayıp durdukları gibi bir şeyler olacaktır. Aynı soruyu bir felsefeciye yöneltseniz böylesi bir yanıtı alma olasılığınız çok düşüktür. Zira “Hayatın bir anlamı var mıdır?” ya da “Hayatın bir anlamı olmak zorunda mıdır?” gibi sorular son derece müphemdir.

İnsanın anlam arayışı genellikle anlattığımız hikayelerde, tuttuğumuz günlüklerde ve en önemlisi de en derin umut ve korkularımızda çarpıcı ifadesini bulur. 20. Yüzyılın önemli Freudcu psikanalistlerinden Bruno Bettelheim’a göre en büyük gereksinimimiz ve en zorlu başarımız hayatlarımızın anlamının peşinde koşmaktır. Benzer bir şekilde Nazi katliamından sağ kurtulmuş psikiyatrist Viktor Frankl da insanın anlam arayışının zevk ya da güç peşinde koşmaktan daha önce geldiğinin altını çizer yapıtlarında.

Anlam meselesine ilişkin sorular pek farklı bağlamlarda ortaya çıkarak şekillenir. Bazen hayatlarımıza dair ne yapacağımızla ilgili kilit kararlar alma süreçlerinde, bazen nefret ettiğimiz bir işte kapana kısılıp kalma sıkışmışlığında, bazen manasız gündelik koşturmacaların ötesinde başka bir hayatın daha var olup olamayacağının sorgulamalarında, bazen ölümcül bir hastalığın pençesinde, bazen bir sevdiğimizi kaybetmenin yürek tırmalayan acısında, kadifeden bir geceye kafamızı kaldırıp gökyüzünde yıldızlara bakarken kendimizi nasıl da ay tozundan bir kelebek gibi duyumsadığımızda ya da sonsuzluğun sadece bu evrenle sınırlı olup olmadığı muğlaklığında…Hayat ve sevgi evrende daimi mevcudiyete sahip yegane salınımlar mı yoksa bu maskeli balo ve onun sahte yüzleri sonsuz bir virane ve sessizlik içinde son mu bulacak? Anlama dair sorgulayışlarımızın ardında saklı olan şey kendimizin dışına çıkabilme, hayatlarımıza daha geniş bir perspektiften yaklaşabilme kapasitemiz. Bu görüş noktasından hayatlarımızın vaziyetini kavrayabilme ve neyi neden yaptığımızı sorgulayabilme olasılığı hasıl olabilir. İnsan farkındalığa sahip bir gözlemci olarak hayat üzerine daha derinlikli düşünmeye çalışabilir. Bir başka deyişle, otomatik pilotaj durumundan yer yer gözlem ve değerlendirmeye geçiş yapma hibritliği can akışını perçinler. Uyaran akışlarına basitçe tepki veren bir mekanizmadan çok daha fazlası olduğumuz ortada. İki dakika durup, derin bir nefes alıp kimiz ve ne halt ediyoruz diye bir soluklanmakla incilerimiz dökülmeyecektir korkmayalım. Dökülse bile oh ne güzel hafifleriz neden olmasın. Odağımızı en geniş açıyı kucaklayacak şekilde yeniden ayarlayarak —sub specie aeternitatis (zamanın akmadığı sonsuzluğun bakış açısından) uçsuz bucaksız uzay ve zaman akışında ne kadar da sonsuz küçüklükte fani yaratıklar olarak büyük resim içinde minüskül bir yer işgal ettiğimize merak salıp durabiliriz. Bu muazzam evren ya da çoklu evrenlerin en derinlerinde bize karşı boş olduğu çıplaklığıyla. Kaderimize, şanssızlığımıza, korkularımıza, kaygılarımıza, değerlerimize, ümitlerimize, paramıza, pulumuza karşı hiçbir şey hissetmeyen bir derin boşlukta hepsini yalayıp geçen bir meltem, kasıp kavuran bir sıcak ya da çağlayıp yıkıp götüren bir sel. Evrenin bir bakış açısı yoktur.

Makrokozmos-Mikrokozmos Çorbası

Anlamlanlandırmayla ilgili kaygılarımızın genellikle kozmik odaklı olması aydınlatıcı bir şey esasında. Analitik felsefe çerçevesinde karşılaştığımız kuramsal yaklaşımın genelde hayatın anlamını dünyevi odaklı bir boyutta ele almasına karşın, anlamla ilgili sorgulamalar çoğunlukla kozmik kapsama girer. Sosyolog Peter Berger, çoğu insanın bu arayış sürecinde anlamı kutsal ve kozmik bir çerçeve içerisine konumlandırma eğiliminde olduğunu söyler, çünkü insan mikrokozmosla makrokozmos arasındaki bağlantıyı şakullemeye çabalar; doğası gereği anlamsal boşluklardan, müphemden, muğlaktan, tekinsizden ne olursa olsun kaçınmak ister. Çakal pazarlamacıların çok iyi bildiği ve bin bir hünerle üzerine oynadığı bilişsel uyumsuzluk ve boşluk korkusudur bu. İşte tam da bu yüzden çoğu insan boşluğu ya da boşluğun önemini inkar etmek suretiyle bu gerilimle başa çıkmaya çalışır. Hatta dinsel çerçevede olabildiğince somutlaştırılarak ifade bulan Tanrı, aşkınlık ve buna benzer düşünceler sıklıkla hayatın anlamına ilişkin olarak kabul görür. Bu belki de insanın en kadim savunma mekanizması, ilksel çorbada anlamsızlıkla ilgili verdiği en temel mücadeledir.

Sadece gelişigüzel kozmik bir amaca hizmet etmek kesmez bizi; illa yüce bir amaca tabi olmak, rahatlamak ve gerilimi azaltmak gerekir. İnsan inanmak istediği şeye inanır ve bir güzel mis gibi atar yükünü. Genetik materyal kopyalamak gibi doğanın getirdiği nihai kör amaçlar yeterince büyüleyici ve yatıştırıcı gelmez insana. İnsan hep bir önemi olsun ister, bir orangutandan ya da papatyadan daha önemli, etkili ve gerekli olduğunu düşünür. Hayat çetrefillerle, açmazlarla, acılarla, mücadelelerle tıka basa doludur. Bir sürü duygunun içinden geçer, dipsiz kuyulara düşer, bir dizi sınava girer çıkarız ve tüm bu hummalı serüvenin bir anlamı olması gerektiğini düşünürüz. Boş boş ölmek bize yakışmaz yüce insanlar olarak pek tabi. Dünya üzerindeki varlığımıza en küçük zerresine kadar basa bas bir anlam verme telaşı tutturur gideriz. Tüm bu çabalar yer yer boşa çıktığında ise perişan oluruz, hayatın yüküne dayanamayacak gibi hissederiz; yataktan sürünerek dahi çıkıp bir şeyler yapmak gelmez içimizden. Frankl’ın kulağımıza fısıldadığı gibi kişinin hayatında anlam arayışı birincil güdüsel güçtür, kaldıraç etkisidir, kah yataktan kah toplama kampından çıkma sebebidir öyle ya da böyle.

Bir ben vardır bende, benden ötede

Hayatın salt tek bir anlamından söz etmek olası değildir. Sadece kendimizle ilgili bir mesele değil ki hayat. Sevgili Maslow’cuğumun temelini holistik-dinamik kuramıyla attığı benötesi psikoloji süreçleri değerler ve durumlar, bütünleştirici bilinç, üst düzey-ihtiyaçlar, doruk deneyimler, vecd, mistik tecrübe, varoluş, öz, mutluluk, huşû, hayret, beni aşkınlaştırma, ruh, günlük hayatın kutsanması, birlik, kozmik farkındalık, kozmik oyun, bireysel ve türler-arası sinerji, meditasyon teori ve pratikleri, ruhsal yönelimler, merhamet, transpersonel birliktelik, transpersonel idrâk ve etkinleşme ve ilgili kavram, deneyim ve uygulamalar hep bu çabayı temsil eder. Velhasıl insan kendini aşarak öteki insanların hayatları üzerinde farklı biçimlerde olumlu izler bırakabilir. Benim iştigal ettiğim işimde olduğu gibi Gencosmanların eğitimine, serpilişine, oluşuna katkıda bulunma, acı çeken bir insana elini uzatma, toplumu dönüştürmek, uyandırmak için çabalama, sanat, tasarım ya da bilimle haşır neşir olma vs. Mekansal ve zamansal olarak sınırlı da olsak, büyük bir plan çerçevesinde evrende hiçbir amaca tekabül etmiyor dahi olsak, çabalarımız burada ve şimdi önem taşımakta. Hiç şüphesiz insanın yapıp ettiği yollar, köprüler, deldiği dağlar, diktiği anıtlar, depoladığı bilgiler, ilmek ilmek dokuduğu desenler, notalar, dizeler sonuç itibarıyla yok olacak. Adeta hiçbir zaman olmamışızcasına yitip gideceğiz her şeyle birlikte. Ama işte sadece bu yüzden insan yaşamının hiçbir anlamı olmadığı çıkarımını yapmak da olacak iş değil.

Cornelius Castoriadis’in çok tatlı dile getirmiş olduğu gibi insan belki, bir yıldız kümesinin ya da escherichia coli türünün ötesinde bir varlık değildir ama bunlardan da eksik değildir. İnsanın olası “tuhaflıkları”, onun varlık yöntemlerine olan ilgiyi azaltmamalı, bilakis en azından bu yöntemler “Varlık” üzerine başka alanlarda toplanan genel görüşleri ortaya çıkardığı ya da çürüttüğü için arttırılmalıdır. “İki” çift olan yegane asal sayıdır ama sırf bu tuhaf konuma sahip olduğundan ötürü, asal sayı olma niteliğini yitirmez. Üstelik de tuhaf derecede değerli bir asal sayıdır “iki” çünkü onun varlığı sayısız başka durumlarda geçerli olan “her asal sayı tektir” önermesini de çürütmemizi sağlar. İnsan konusunda da aynı şey olabilir.

Velhasıl kelam analitik felsefeyle ilgilenmiş olan çoğu düşünür hayatın anlamı sorunsalına bin bir şüphe ve önermeyle yaklaşmışlar. Popüler kültürde bile bunun yansımalarına rastlamak mümkün. Örneğin Douglas Adams’ın ciddi bir okur kitlesiyle buluşan eseri Otostopçunun Galaksi Rehberi. Öykünün ana karakterleri efsanevi gezegen Magrathea’yı ziyaret ederek Derin Düşünce adında süper bir bilgisayar inşa etmiş hiperzeki bir türün varlığını keşfederler. Derin Düşünce’nin yapılma amacı yaşamın, evrenin, her şeyin anlamını çözmektir. Verdiği cevap 42’dir. Hiperzeki varlıklar hayal kırıklığından perperişan olur. Derin Düşünce bu yanıtın anlaşılmaz olduğunu çünkü onu tasarlayanların, her ne kadar süper zeki de olsalar, en başta neyi soracaklarını gerçekte bilmediklerini söyler:

“Cevap kesinlikle bu. Dürüst olmak gerekirse, bence sorun sizin tam olarak ne sorduğunuzu hiçbir zaman bilememiş olmanız.”

İşte hayatın anlamı da böyle vesselam, yani 42 en az diğer tüm yanıtlar kadar geçerli. Daha soru sormayı öğrenmeden cevapları bulmaya çalışıyoruz. Bir Ekşi Sözlük yazarı da pek hoş özetlemiş: “Ne anlamı var? Bir şey yaptığımız her sefer bunun sonuçlarının ne olacağını ya da aşağı yukarı ne olmasını istediğimizi bildiğimizi sanıyoruz. Bu yalnızca her zaman doğru olmamakla kalmıyor, bu çılgınca, delice, aptalca, çatık kaşlı böcekçe, yanlış!”

Çatık kaşlı böcekçe demişken, bir sonraki yazıda Punk kültürünü konuşacağız. Bu ayın başında dünyadan ayrılan sevgili Vivienne Westwood’u. Moda dünyasının sıra dışı ismi Vivienne Westwood’u, ölene kadar aktivist, anarşist bir idealist olarak statükoyla savaşan o mineli ruhu yad edeceğiz.

Etiketler
Esenler