Eski başbakanları kırpıp kırpıp…

Kraliçe Buckingham sarayının Thames nehrine bakan terasında, nehirden kendi ülkelerinin geleneksel tekneleriyle geçit yaparak kendisini selamlayan farklı ülke heyetlerine el sallayarak karşılık veriyordu.

Biz İngiltere’ye yerleştikten 8-9 ay sonra kraliçenin tahta çıkışının 60. yıldönümüne rastgelen Haziran ayında törenler düzenlenmekteydi. O zamanlarda kraliçe halen yaşıyordu. (Daha dakka bir gol bir, hemen atlama. Arada bir seni deniyorum; okuyor musun diye.) Evet, kraliçenin kraliçeliğinin elmas yıldönümü kutlanıyordu. Bir sürü tören düzenlenmişti. Dünyanın dört bir yanından insanlar geliyor ve hemen her ülkeden resmi olsun, sivil olsun (ki bunlar simitçi kılığında değildi) ziyaretçiler gelip dünya monarşisinin en kıdemlisine saygılarını sunuyorlardı.

Öte yandan kraliçenin seveni olduğu kadar sevmeyeni de vardı. Tamam, söz konusu Birleşik Krallık vatandaşları olunca seveni daha çoktu… herhalde. Adamlar hiçbir şeyi doğrudan söylemiyorlar ve sürekli kendi kültürel kodlarıyla bir sürü imalar yapıyorlar. Dolayısıyla bir türlü karşındakinin neyi sevip sevmediğini anlamak çok zor. En azından çoğunluk seviyor gibi yapıyordu.

STAJYER VİKONTLUK BAŞVURUSU

Benim fazla bir ilgim yoktu kendisine. Gerçi ülkeye gelir gelmez Buckingham Sarayı’na gidip vikontluk başvurusunda bulunmuştum. Bu unvan olası unvanların en düşüğü ama çalışır çabalar, kendimi gösterip kontluğa, düklüğe, hatta neden olmasın bir fırsat çıkarsa krallığa bile yükselirim diye düşündüm. Sonuçta ülkeye yeni gelmişim, tecrübem yok ve hatta oturma iznim bile tam değil; tabii en alttan başlayacağım. Bana başvurmamı söyleyen arkadaşım, sağlık sigortasına diş de dahil deyince hiç düşünmeden soluğu sarayın kapısında aldım. Kapıdaki uzun siyah kalpaklı, kırmızı üniformalı görevliye derdimi anlatıp başvuru formunu nereden alabileceğimi sorduğumda yaklaşık bir saattir kıpırdamayan adamın yüzünde bir gülümseme belirdi ama yine de istifini bozmadan sessizce dikilmeye devam etti. 15-20 dakikalık nafile uğraşmamın sonunda arkamdan birinin benim ismimi söylediğini işittim. Döndüğümde bana bu pozisyondan bahseden arkadaşım olduğunu gördüm. Sarayın tırmandığım demir çitinden gerisin geri atladım. Atladığım yükseklik 40 santim olduğu için sendelemeden yere indim. Ondan sonraki 3 dakika hayallerimin yerle bir olmasıyla geçti. Meğer böyle bir pozisyon yokmuş, yani varmış da kadro doluymuş ama kraliçe elmas yıldönümünden sonra yeni kadrolar açılacağını ve hatta bazı sermaye sahiplerine lord unvanı bile verileceğini açıklamış. Tek yapmam gereken sabırlı olmakmış. İşte bu yüzden bu yıldönümü törenlerini büyük bir dikkatle izledim. BBC neredeyse günün yarısında canlı yayındaydı. İşte o sırada çok ilginç bir olaya tanık oldum. Daha doğrusu burada yaşarken zamanla sıradanlaşan bir şey bana alışık olmadığım için o günlerde inanılmaz enteresan gelmişti.

Kraliçe Buckingham sarayının Thames nehrine bakan terasında, nehirden kendi ülkelerinin geleneksel tekneleriyle geçit yaparak kendisini selamlayan farklı ülke heyetlerine el sallayarak karşılık veriyordu. Aynı esnada, sarayın önünde, yani kraliçenin tahmini 80 – 90 metre ötesinde yaklaşık 100 kişilik monarşi karşıtı bir grup kraliçeyi protesto ediyordu. Etrafta da bu gruba laf atan ve küfreden insanlar vardı. Monarşi karşıtı protestocu grubun çevresi çok sıkı bir şekilde polis tarafından çevrelenmişti. Buraya kadar her şey olağan. Bana garip gelen şey grubu çevreleyen polislerin yüzlerinin yönü oldu. Polislerin sırtı gruba, yüzleri dışarıya dönüktü. Hemen benim o meşhur arkadaşımı arayıp sordum. Bana Birleşik Krallık’ta protestonun en temel haklardan biri olduğunu, bu grubun böyle kraliçeye bağlılık duygularının kabardığı bir günde başka gruplar tarafından saldırıya uğrama olasılığının büyük olduğunu ve polisin buna önlem almak için grubu çevreleyip etrafı gözlediğini söyledi. Kısacası polis adamları dağıtmak, tutuklamak veya dövmek için değil korumak için oradaydı.

CAMERON’UN TUHAF DÖNÜŞÜ

İngiltere’de bugün çıkan gazetelerin hemen hepsi eski Başbakan David Cameron’ın bu sefer de dışişleri bakanı olarak kabineye geri dönmesini başlıklarına aldılar. Ve hilafsız hepsi bu geri dönüşle alay ediyor, müstehzi ve küçümseyen bir tavırla Cameron’ı aşağılıyorlar. Hakları da var açıkçası. David Cameron son yıllarda yaşanan neredeyse tüm ülke içi bölünmeleri başlatan, sonra hakkında yolsuzluklar ortaya çıkan ve her şeyin tam ortasında istifa edip kaçan birisi. Önce İskoçya bağımsızlık referandumunu ve ardından Brexit oylamasını ülkenin önüne koydu. İlkinden çok ucuz ve ucu ucuna sıyırdı ama Brexit’te duvara tosladı. Hiçbir şey planladığı gibi gitmedi ve üstüne tam anlamıyla benzin dökülmüş ülkenin ortasına çakmağı çakıp ortadan toz oldu.

Bunun üzerine yazacak çok şey, edilecek çok küfür ve yapılacak çok espri var ama benim ilgimi Cameron’ın kabineye dönüşü değil, bu dönüşe zemin hazırlayan olaylar çekiyor. Sonuçta işin akışı şöyle oldu: İngiltere Başbakanı Rishi Sunak, İçişleri Bakanı Suella Braverman'ı görevden aldı. Sunak bu göreve Dışişleri Bakanı James Cleverly'yi getirdi. Cleverly'nin yerine eski başbakanlardan David Cameron atandı.

ÖZGÜRLÜKÇÜ DEMOKRATİK TOPLUMUN TEMELLERİ

Peki Suella bacım neden görevden alındı? İngiltere’de de diğer birçok ülkede olduğu gibi İsrail devlet vahşetine karşı kanuoyunun ciddi bir rahatsızlığı var. Hükümet tavrını İsrail devletinden yana koymuş olmasına ve ABD’nin gölgesi gibi davranmasına karşın sokakta durum bunun tam tersi. İsrail bomba attıkça protestolar ve gösteriler artıyor ve kalabalıklaşıyor. En son ve en kalabalık Filistin yanlısı gösteriler ise haliyle Londra’da yapılıyor ve tabii ki halkın Filistin’den yana bu kadar şiddetli tavır koyması da hükümeti zora sokuyor. Babası Kenyalı, annesi Hint Tamil olan ve Mauritius’dan Birleşik Krallık’a gelip burada Güney Afrikalı biriyle evlenen Suella, Londra polis örgütü Metropolitan Police’in (kısaca MET) Filistin yanlısı gösterilere izin vermemesini salık veriyor. Buna karşılık MET’in başında bulunan Komiser Sir Mark Rowley kendisine özgürlükçü demokratik toplumun temellerini hatırlatarak gösterilere izin veriyor. Bunun üzerine Suella Londra polisini “taraf tutmakla” ve “Filistin yanlısı çetelere zemin sunmakla” suçluyor. Sonuçta polisin geniş güvenlik önlemleri sayesinde gösteriler barışçıl bir ortamda gerçekleşiyor. Olan Suella’ya oluyor.

Monarşi karşıtları, Filistin yanlıları ve bilumum müesses nizamın uygun görmediği grup polisin güvencesi altında seslerini duyurmaya devam ediyor. Bizler yavaş yavaş, yumuşak yumuşak, usul usul polisten korkmamayı öğreniyoruz. “Bizi” ve “herkesi” korumakla görevli olanların hükümetin politikalarından bağımsız, temel haklara bağlı kalarak davranmasına alışmak bayağı zamanımı aldı.

Yaşadığım 12 yılın ardından ben bunlara artık şaşırmamayı öğrendim ve ben bu şaşırmamayı çok seviyorum.