Muhammed Ali ve Birdal...

Muhammed Ali ve Birdal... - Resim : 1

Gölgesi yeter tezahüratındaki bayrağın köşesine uzanmışlar.

Gözleri ışıl ışıl...

Siirt'in meydanı.

Dokunabilecek kadar gerçek, hayal irtifasının çok üzerinde.

Ben o akşam salondayım.

15 bin kişiyle birlikte ömrümün en güzel gecesinde kah ağlıyor kah halaya duruyorum.

Aslında annem aramasa dayanırdım da annem aradı.

Bağıra bağıra içime çekiyorum her saniyeyi.

Biliyorum çünkü, tekrarı uzak.

Bu topraklarda başarmak zor, tekrarlamak daha zor.

Kupaya sevindiğimi sandılar hep.

Size seviniyordum oysa ben.

Son ribauntla yığıldığınız o reklam panolarının önünden kalktığınız için.

Adınız dünyanın en güzel takımıydı ama takım değildiniz benim için.

Evdiniz.

Sen de evin haylazı.

Mahmut Hoca gibi asabi ama koca yürekli bir hoca. Bilge.

Gerisi Hababam gibi, Neşeli Günler gibi, Aile Şerefi gibi…

Sanki uzakta gibi ama aynı zamanda bizim evin içinde.

Birer birer eksildik sonra.

Önce Bogdan, Pero baba ve Ekpe gitti.

Sayınız eksildi ama sevgimizi baki kaldı.

Ataşehir'deki koca salona sobalı gecekondu gibi sarıldık.

Öyle içimize çektik her maç, tabelaya bakmadan.

Bir sabah o gitti sonra.

Lanet olası salgın yüzünden veda bile edemedik.

Bu toprakların gördüğü en büyük spor insanı.

Bulutlara set çizen adam.

Bobby'yi kucakladığı gibi sarılmak isterdik oysa.

Onun en dar zamanında camiayı sarıp sarmaladığı gibi.

Arka arkaya geldi teşekkür paylaşımları.

Kostas, Gigi, Nikola, Nanıli...

Bir sen kaldın.

Şairin dediği gibi bütün hasretleri sende temize çektik.

Boyun gibi anlatabilirim seni biliyor musun?

Uzun uzun.

O finalde bütün serbest atışları kaçırdıktan sonra nasıl çalıştığını mesela,

Bırak serbest atışı, orta mesafede gardları geçtiğini.

Üçlük bile attığını üçlük.

Ya da nasıl bir oyun merkezine dönüştüğünü.

Genç oyuncuları atış kaçırdıktan sonra nasıl sarıp sarmaladığını.

Haksızlığa karşı nasıl isyan ettiğini.

En zorlu sakatlıklardan nasıl hiç canın yanmıyormuş gibi döndüğünü.

Tribünlerle kurduğun muazzam iletişimden de bahsedebilirim.

Salon Jan Jan Vesely uçalım Vesely diye inlerken tempo tutuşundaki muzipliği.

8 sene önce parlak bir genç olarak girdiğin bu kapıdaki evrimini gün gün sayarım burada.

Abiliğe, eşliğe ve en sağlamından babalığa geçiş sürecini.

Hepsi kayıtlı bende, bizde. Maç maç, saniye saniye.

CSKA deplasmanlarındaki şahlanışını.

Efes serisindeki muazzam savunmanı.

Kostas'la sanat eserine dönüştürdüğünüz o alley oopları.

Maçın en kritik anında blok yaptıktan sonra tribüne dönüp kollarını sıkmanı.

Hakemlerin hatalı bir kararından sonra ya da kendi kötü oyununa öfkelenirken

benche dönüşündeki o adrenalini.

Maç maç, saniye saniye.

Hepsini.

Hele o tarihin en güzel finalinin daha ilk hücumunda Ekpe'nin pasını potaya vurduğun o an.

Hepsi benimle, bizimle.

Yerinin dolmayacağını anlatabilirim, bir uzundan daha fazlasını olduğunu en taktiksel ifadelerle sıralayabilirim.

Şimdi böyle diyorum ama çubuklu sevdası baskın çıkar yarın yine bu formayı giyen kim varsa sarar sarmalarım.

Yine o takımdaki herkes kardeşim olur.

Ama o gecekondu sıcaklığı çok zor biliyor musun?

O başka bir şey.

Dünyanın en güzel takımı ifadesinin kupayla ilgili olmadığı gibi.

Bir de en zoru ne biliyor musun Can kardeşim.

Hani doğum günlerinde herkesten önce masanın kenarına gelişin var ya,

işte onu aşmak çok zor.

Ellerini aşağı yukarı çevire çevire yaptığın alkış,

işte onu unutmak zor.

Yarın rakip oluruz, belki birbirimize kızarız.

En çok istediğin şey o salonun tavanına 24 numaranın asılmasıydı ya.

Olur olmaz bilmiyorum,

ama ben o numarayı kalbimin en güzel yerine yazdım kardeşim.

Biz o 24'ü tarihe kazıdık.

Yolun açık olsun dünyanın en güzel uzunu.

Yolun açık olsun...