'Zavallı Çorapçı'yı kim kurtaracak?

Dünyanın gidişatına bakılırsa belirsizliklerle dolu yeni bir döneme girdiğimiz söylenebilir. 2008 krizinden sonra Hobsbawm şu soruyu dile getirdi: “Sosyalizm Başarısızlığa Uğradı. Şimdi de Kapitalizm İflas Etti. Sırada Ne Var?”

“Zavallı çorapçıyı, Luddcu kumaşçıyı, ‘modası geçmiş’ el-tezgahı dokumacısını, ‘ütopyacı’ zanaatkarı … gelecek nesillerin muazzam lütfuna eriştirmeye çalışıyorum.”

E. P. Thompson

Siyaset bilimci Chantal Mouffe’un, 1990’lı yıllarda “siyasetin geri dönüşü”nü ifade ettiğinde bugünkü gibi bir siyaset öngörüp görmediğini bilemeyiz. Günümüz dünyasında siyasetin gerçekten geri döndüğü çok açık. Toplumsal olarak herhangi bir konu, bir şekilde siyasallaşmadan payını alıyor. Hatta bu siyasallaşma öyle boyutlara varıyor ki bazen mevcut iktidarlar herhangi bir konuyu “siyaset üstü” bir pozisyona getirmek ya da “siyasetin parçası yapmamak” için çabalıyor.

Ancak bugünün siyaseti, içinde belirli handikapları da taşıyor. Mouffe’tan hareketle söylersek, siyaset birincil belirleyen haline geliyor ama giderek ana akım bir çerçeveye daralıyor. Bu nedenle sıradan insanların ve toplumsal taleplerin gündeme gelmesi ancak ikameler, temsiller, “profesyonel siyasetçiler” ya da bu tarz aracılarla sağlanabiliyor.

Tam bu noktada bir soru gündeme geliyor: ana akım mecralardan dışlanan, ağırlıklı olarak rutin seçim süreçlerinde kapısı çalınan, derdi ve tasası sorunun çözümü için değil siyasal seçkinlerin karşıtını suçlayıp konumunu garantilediği bir koz olarak kullanılan “sıradışı insanların” siyaseti bugünün dünyasında kendisine nasıl yer bulacak? Başka bir deyişle “Zavallı çorapçı”yı kim kurtaracak?

AŞAĞIDAN TARİH

20. yüzyılın ortalarında, “zavallı çorapçı”nın asırlar boyu verdiği mücadelenin kralların, devletlerin ya da kahramanların gölgesinde kaldığını düşünen bir grup tarihçi, tarihsel dönüşümde kitlesel ayaklanmaların, toplumsal hareketlerin ve sınıf mücadelesinin önemli bir rol oynadığını göstermeye başladı. İngiliz Marksist Tarihçiler Grubu olarak anılan bu grup, E. P. Thompson, Eric Hobsbawm, Christopher Hill, Maurice Dobb, Rodney Hilton, George Rude gibi tanınmış üyelere sahipti.

Çalışmaları arttıkça, tarih alanında yeni bir yönelim ortaya çıktı. “Aşağıdan tarih” adı verilen bu yeni alan, sıradan insanların ya da Hobsbawm’ın deyimiyle “sıradışı insanların” tarihsel aktör olduğunu göstermeye çalışıyordu. Çünkü ne yaptıkları ve ne düşündükleri tarihin değişimi için önemliydi ve aslında tarihi değiştirmişlerdi.

“Yukarıdan” bir tarih ve siyasetin seyri “aşağıya” doğru bu biçimiyle kaydırıldıktan sonra gerisi çorap söküğü gibi geldi. Christopher Hill, İngilizlerin “Şanlı Devrim” olarak andığı 1688 yerine, gerçekte en önemli dönüşümlerin 40 yıl öncesinde, 1640’lı yıllarda yaşandığını iddia etti. İngiliz Devrimi’nde radikal düşünceleri ortaya serdi ve dahası buradaki mücadeleleri “dünya altüst oldu” diyerek selamladı.

Hill’in çalışmaları kapitalizmin İngiltere’deki gelişim sürecine odaklıydı. Marx’ın “kan ve ateşten bir tarih” olarak andığı bu gelişim süreci, ortak kullanım alanına sahip toprakların çitle çevrilerek özel mülkiyet haline gelmesini dile getiriyordu. Hill’in bahsettiği radikal düşünceler, bu çitlemelere karşı ortak mülkiyeti savunan “Diggers” ve “Levellers” gibi topluluklar arasında meydana gelmişti.

İşçilerin, köylülerin ve dünya tarihine odaklanan Hobsbawm’dı. 4 ciltlik büyük eseri (Devrimler, Sanayi, İmparatorluk ve Aşırılıklar Çağı) modern dünyanın nasıl yaratıldığına odaklandı. Ama aynı zamanda Hosbawm da diğer Marksist tarihçiler gibi “sıradışı insanların” verdiği mücadeleyi dile getirdi. Örneğin “Makine Kırıcılar” ya da “Luddistler” olarak anılan hareket üzerine değerlendirmeleri bunlardan biriydi. İngiliz tarih yazımında Ludistler hala bir tür anlamsızlık ya da taşkınlık içinde değerlendiriliyordu. Bu tarihçilere göre yapılan şey anlamsızdı çünkü makinelerin zaferi kaçınılmazdı.

Oysa Hobsbawm burada bir akılsızlığın değil, “isyan yoluyla toplu sözleşme” olduğunu dile getirdi. Makinelere yönelik özel bir düşmanlık yoktu. “Sadece belirli koşullar altında, işverenlere ve taşeronlara baskı uygulamak için kullanılan normal bir yöntem vardı.”[1] Dolayısıyla makinelere yapılan saldırılar patronları ücretler ve diğer konularda uzlaşmaya zorlamanın bir aracıydı.

Sınıf mücadelesi tarihi konusunda klasikleşmiş çalışma E. P. Thompson’ın “İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu” adlı eseridir. Thompson, kitabında sınıfı “yapı” ya da “kategori” olarak değerlendiren görüşleri eleştirir ve işçi sınıfın belirlenen bir zamanda güneş gibi doğmadığını, kendi oluşumunda orada olduğunu belirtir. Dolayısıyla sınıf mücadelesinin verdiği deneyim bir sınıfın oluşumu için oldukça önemli bir hale gelir.

Hobsbawm gibi Thompson da İngiliz tarihçileriyle tartışmaya girer. Örneğin 18. yüzyılda yaşanan “yiyecek ayaklanmaları” bu konulardan biridir. Çoğu tarihçi insanların aç kaldığı için bu ayaklanmaların ortaya çıktığını söylemektedir. Başka bir deyişle ayaklanmaların temeline anlamsızlığı, plansızlığı ve güdülenmeyi koymaktadır. Thompson için bu basit çözümler yeterli görünmez. Çünkü insanlar içgüdüsel olarak hareket eden “sürü” değildir. Hatta Thompson bu ayaklanmaların “disiplinli ve açık hedefleri” olduğunu da belirtir.

Thompson bu ayaklanmaları kendi döneminin sınıf mücadelesi olarak görür. Şehir ile kır arasındaki çatışmaya ekmeğin fiyatı aracılık eder. Tahıl fiyatının artması, yeni gelişen kapitalist ekonomi politiğin halkın geçimlik ekonomisini yok etmeye başlaması gibi bir dizi durum, ekmek fiyatları üzerinden yaşanan bir sınıf mücadelesini ortaya çıkarır. Bu nedenle Thompson’a göre 19. yüzyılda ücret sınıf mücadelesi için ne ifade ediyorsa, 18. yüzyılda ekmek de o anlama gelmektedir.

ASLINDA DEVLET HİÇBİR YERE GİTMEDİ

Baştaki vurguya dönecek olursak; özellikle Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra 1990’lı yıllardan itibaren yeni ekonomi politiğin ya da neoliberalizmin gelişimi “devletin geri çekildiği” vurgusuyla eşzamanlı ilerledi. 2008 küresel krizinden sonra ise aslında devletlerin hiçbir yere gitmediği, gerektiğinde müdahale için hazır olduğu görülmeye başlandı. Neredeyse tüm dünyada otoriterleşme tartışmaları yükseldi.

Dünyanın gidişatına bakılırsa belirsizliklerle dolu yeni bir döneme girdiğimiz söylenebilir. 2008 krizinden sonra Hobsbawm şu soruyu dile getirdi: “Sosyalizm Başarısızlığa Uğradı. Şimdi de Kapitalizm İflas Etti. Sırada Ne Var?” Bu soru güncelliğini korumaktadır. Ama daha da önemli bir soru eklenebilir: sıradışı insanların, zavallı çorapçının bu gidişattaki rolü ne olacaktır?

Kaynakça

Christopher Hill, Dünya Altüst Oldu, İletişim Yayınları

Eric Hobsbawm, Sıradışı İnsanlar, Yordam Kitap

E. P. Thompson, İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, Birikim Yayınları

E. P. Thompson, Avam ve Görenek, Birikim Yayınları

Harvey J. Kaye, İngiliz Marksist Tarihçiler, İletişim Yayınları

Matt Perry, Marksizm ve Tarih, İletişim Yayınları

Paul Blackledge, Marksist Tarih Kuramı, Yordam Kitap.



[1] Eric Hobsbawm, Sıradışı İnsanlar, Yordam Kitap, s. 17

Etiketler
Kapitalizm