Tatil yapamayanların yaşadığı tatil ülkesi

Emeğiyle geçinenler yüz yıldan fazla zaman önce söylenmiş şarkıyı hiç duymamış bile olsalar iliklerine kadar hissediyorlar. Hele bir ağızdan söylemeye başlarsa, o zaman her şey çok başka olur.

Yaptığı işe hiçbir maddi kayıp yaşamadan ara vermeyi; istediği bir yere ailesiyle, arkadaşlarıyla, ya da istiyorsa yalnız başına gitmeyi; çalışmaktan, sorumluluklardan, zorunluluklardan bir süre uzak kalmayı istemeyecek bir insan var mıdır?

Hele yazları, sıcaklar yakıp kavururken kimimiz serin bir yaylada, kimimiz güzel bir deniz kenarında olmayı isteriz. Bazıları her yıl sevdiği bir yere gitmek, bazıları her yıl başka bir yer görmek ister. Ya da pek çok insan yıllık iznini memleketinde geçirmeyi sever.

Tatil yapmaktan bahsediyorum, temel bir insan hakkı olarak çalışmaya ara vermekten, belirli bir zaman içinde gönüllü mekân değiştirmekten. Bütün bir senenin yorgunluğundan, sorumluluğundan uzaklaşmaktan… Ya da sizin için tatil ne demekse ondan bahsediyorum.

Tatili hak olarak kazanmak işçi sınıfı sayesinde mümkün oldu. İnsanlık son iki yüzyıllık mücadele sürecinde 8 saat çalışma, hafta sonu tatili ve senelik ücretli izin hakkını elde etti. Bu hak evrensel hukuk metinlerinde ve hatta ülkemizin kimsenin yeterli görmediği anayasasında bile var. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi madde 24’te “Herkesin, dinlenme ve boş zamana hakkı vardır; bu, iş saatlerinin makul ölçüde sınırlandırılması ve belirli aralıklarla ücretli tatil yapma hakkını da kapsar” diyor.[i] Benzer şekilde bu hak Anayasanın 50. maddesinde “Dinlenmek, çalışanların hakkıdır. Ücretli hafta ve bayram tatili ile ücretli yıllık izin hakları ve şartları kanunla düzenlenir” cümlesiyle yer alıyor.[ii]

Mesele yalnızca çalışırken hakkımızı alamamak mı? Milyonlar çalışma hakkından bile mahrum. İşsizlik rakamlarının resmi yalanlara bile gizlenemediği, kiramızı ödemekte zorlandığımız, markette ete, peynire elimizin gitmediği, gelecek için kenara bir şey koymak bir yana günlük hayatın sürdürülemez hale geldiği günleri yaşarken tatilden bahsetmek bazılarına fazlasıyla “lüks” bir konu olarak gelebilir. Bilakis temel bir insan ihtiyacının “lüks” olarak algılanmaya başladığında bunun sonunun olmadığını bilmeliyiz. Koruyamadığımız haklarımız her zaman tehdit altında. Mesele yalnızca karın doyurmaksa peynir de yemeden karın doyabilir. Tıpkı yıllık izin kullanmadan, tatil yapmadan yaşanabildiği gibi!

AVRUPA’NIN BİRİNCİSİYİZ

Paramızın pul olmasıyla ülkemizin yabancılar için daha da cazip bir tatil yöresi haline geldiği malum. Ama yalnızca bunu söylersek biraz ayıp etmiş oluruz. Coğrafi güzellikleri ve tarihi mirasıyla bizim memleket gezilip görülmesi gereken yerlerden.

Son yıllarda yabancı turist sayısında artış olduğu söyleniyor. Ama memleketimizin insanı için tatil yapmak her geçen yıl biraz daha imkânsız hale geliyor. Otel, pansiyon, hatta kamp yerlerinin fiyatları ortada. Otobüs, uçak bileti masraflarını, yeme içmeyi de üst üste koyduğunuzda tatil yapmak hayal bile olmaktan çıkıyor. İster çevremize, eş, dost, akrabaya bakalım isterseniz de çeşitli araştırmalara; halkımızın ekseriyeti tatil hakkından mahrum!

2019’da Avrupa İstatistik Kurumu Eurostat’ın hazırladığı rapora göre Türkiye'de halkın yüzde 60'ı bir hafta tatil yapabilecek imkânlara sahip değil.[iii] Türkiye’yi Avrupa ülkesi sayarsak birinciliği kimseye kaptırmamışız. Ardımızdan Romanya geliyor. Komşularımızdan Yunanistan’ın yüzde 51’i, Bulgaristan’ın ise yüzde 35’i tatil yapamayacak kadar yoksulmuş.

DİSK-AR’ın 2018’de açıkladığı “Türkiye İşçi Sınıfı Gerçeği” raporunda ise ülkemizde dört işçiden biri hiç yıllık izin kullanmıyor, kayıt dışı çalışmada bu oran iki kişiden biri olarak düşüyor.[iv] Yıllık izin kullananların da ancak yüzde 40’ı tatil yapabiliyor.

Son yıllardaki ekonomik çöküşü düşündüğümüzde bu oranın katlanarak arttığını tahmin etmek güç değil. Nitekim Tüketici Birliği Federasyonu'nun yaptığı açıklamaya göre tatil yapamayanların oranı yüzde 71’e yükseldi.[v]

Oysa emekçilerin bütün zor yaşam koşullarına rağmen ülkemiz tarihinde insanların bugüne nazaran tatil hakkından çok daha fazla yararlandığı dönemler oldu.

HALKIN TATİL YAPABİLDİĞİ ZAMANLAR…

Ülkemizde tatil kavramının gelişmesine işçi sınıfının kazanımlarının yanında dini ve resmi bayramların da katkısı var. Bildiğimiz anlamda “tatil yapmak” 1960’lar sonrasında yaygınlaşmaya başladı. Bu zamana kadar İstanbul’a yakın yerler, Marmara çevresi tatilcilerin ilk mekanları olarak gelişti. Yalova, Erdek, Bursa gibi yerler hem yaz hem de kış tatilleri için ilk cazip yerlerdi. Elbette o zaman İstanbul bu kadar büyük değildi, şimdi şehrin merkezi yerleri olan kıyılar tatil ve mesire yerleri olarak değerlendiriliyordu.

1960’lar sonrası tatil beldelerinin popüler hale gelmesi şimdiki gibi magazin figürleriyle olmadı. Mesela Bodrum’u Bodrum yapanlardan biri Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) değil midir?

60’lar, 70’ler ve 80’lerde “tatilcilik” fazlaca yaygınlaştı, tatil yalnızca zenginlerin “lüksü” olmaktan çıktı. Kuşadası, Bodrum, Marmaris gibi daha eski kasabaların yanına yenileri eklendi. Yakın zamana kadar kamu çalışanları, işçiler dişinden tırnağından artırdıklarıyla, kooperatifler kurarak “yazlık” evler alabiliyor, yaptırabiliyordu. Böylelikle uzun yılların tatilleri garanti altına alınıyordu. Sabit maaşla geçinen emekçilerin bugün böyle yerler alması mümkün değil.

Diğer yandan bu yıllarda Kamu İktisadi Teşebbüslerinin tatil beldelerinde yaptırdığı, öncelikle üyelerine uygun tatil imkânı sağlayan sosyal tesisler emekçilerin tatil yapabildikleri yerlerdi. Çeşitli sendikalar da benzer tesisler kurdular. DİSK’in katledilen başkanı Kemal Türkler’in Balıkesir Gönen’deki tesisler yapılırken bizzat çalıştığı bilinir. Daha sonra Türklerin adının verildiği eğitim ve tatil tesisleri DİSK’li işçilere hizmet vermeye devam ediyor.

Ancak ne yazık ki memleketin alın teriyle kurulmuş olan işletmeler ve tesisleri 1980 sonrasında tasfiye edilmeye başlandı, AKP döneminde hızlanan özelleştirme saldırısıyla birçoğu sermayeye peşkeş çekildi. Sayıları azalarak bugüne kadar gelebilen az sayıda tesis hala mevcut.

Her şeye rağmen emekçiler uzun süre tatil yapmakta direndiler. İşçisi, beyaz yakalısı, kamu çalışanı tatil planını alışkanlıkları ve kültürüne göre yapmaya çalıştı. Kimi yıllık iznini memleketinde kullandı, kimi 1 haftalık “her şey dâhil” tatil için para biriktirdi ya da borcun altına girdi. Son bir iki yıldır bunları yapma olanağı da halkın elinden alındı. Otelde, tatil köyünde, pansiyonda tatil yapmak imkansızlaştı. Memlekete gitmek için yapılan masraf ağır. Dört kişilik bir aile otobüsle yolculuk yapsa da, varsa arabasıyla da gitse harcayacağı meblağ çok fazla. Dolayısıyla bizim memleketimizin dağlarından, denizlerinden, tarihi güzelliklerinden son yıllarda çoğunlukla yabancılar faydalanıyor. Emekçi halkımız tatil lafını bir zamandır ağzına alamıyor. Çocuklar ve gençler tatil yüzü görmeden yeniden okula başlıyor.

Oysa kapitalizm sınırsız özgürlükler sunmuyor muydu?

Düzen özgürlük bahsinde MFÖ şarkısı gibi “Teoride desen zehir gibi / Pratik dersen sallanmakta” Engel yok, istediğiniz yerde, istediğiniz şekilde tatilinizi yapabilirsiniz. Tek şartla, paranız yeterse! Yani kapitalizm bir nevi “İdiot idiot idiotloji.”

“ÇOK UZAKTA ÖYLE BİR YER” VARDI

Oysa kapitalistlerin azılı düşman bellediği Sovyetler’de kapitalist ülkelerdeki örneklerle kıyaslanamayacak kadar fazla olanak halka, emekçilere sağlanıyordu.[vi] Çalışma saati anayasal olarak da pratik uygulamada da 8 saatti. Yıllık izin 28 gün, ağır koşullarda çalışanlar için biraz daha uzundu. Hak anayasada şöyle tarif edilmişti: “SSCB yurttaşları dinlenme hakkına sahiptirler. Dinlenme hakkı, işçi ve ücretli memurlar için sekiz saatlik iş gününün saptanması, çalışma koşulları zor olan bir dizi meslek için iş günü süresinin 7 ve 6 saate indirilmesi ve çalışma koşulları daha da ağır olan bazı işletme bölümlerinde ise, bu sürenin 4 saate düşürülmesi, işçi ve görevliler için her yıl paralı izin verilmesi ve emekçilerin hizmetine sunulmuş sanatoryum, dinlenme yurtları ve kulüplerden oluşan kapsamlı bir ağla güvence altına alınmıştır.” [vii]

Yurttaşlar çalıştığı yere gitmek istediği yeri bildiriyor, isterlerse yarı sağlık merkezi niteliğindeki tesislerde, isterlerse de dinlenme evleri denilen yerlerde tatil yapabiliyorlardı. Sanatoryum adı verilen sağlık-dinlenme tesislerinde işçilerin psikolojik ve fiziksel olarak kendilerini yenilemesi temel amaçtı. Özellikle ağır iş kollarında çalışanların buralardan yararlanma öncelikleri vardı.

Kamusal olarak sağlanan bu haklar ve yıllar içinde artan ve çeşitlenen tesisler Sovyetler Birliği’nin dört bir yanına, nehir ve göl çevrelerine inşa edildi. Aynı zamanda kamp kültürü zaman içinde çok yaygınlaşmış, devlet insanları doğayla iç içe bir tatil için teşvik etmiştir.

Çocukların tatillerini verimli ve eğlenceli geçirebilmesi için de ciddi şekilde kafa yorulmuştu. Eğlenmeleri, becerilerini geliştirmeleri, sosyalleşmeleri için pek çok ayrıntı düşünülmüştü.

Sovyet Devrimi’nin başardıkları, işçi sınıfının kazandıkları yalnızca kendi sınırları içinde yurttaşların yaşam koşullarını iyileştirmedi, kapitalist ülkelerin işçi sınıfına karşı “tavizler” vermesinin de en büyük nedenlerinden biri oldu. Sosyal devletler “sosyalizm tehdidi” tepelerinde sallanan ülkelerin işçi sınıfı karşısında mevzilerini geri çekme hamlesinin bir sonucuydu.

ÇALIŞAMAMAKTAN DA ÇOK ÇALIŞMAKTAN DA YORULDUK

Eşitsizliklerin tamamen ortadan kalkmadığı sistemde bütün kazanılmış haklar tehdit altında. Yazılı metinlerde, anayasa ya da kanunlarda yazmasının da bir önemi yok. Geçtiğimiz günlerde sosyal medyaya düşen bir görüntüde yer alan ifadeleri yorumsuz, aynı haliyle aktarıyorum: “Genelde Trendyol’la ilgili şöyle bir algı oluyor iş görüşmelerinde benim en çok duyduğum şey, çok mu çalışıyorsunuz diyorlar. Ve ben bir junior arkadaşımla iş görüşmesi yaparken şunu söylüyorum: Günde 16 saat çalışmaya var mısın diyorum. Bu şu demek değil, yani günde 16 saat iş alıp çözer misin demeye çalışmıyorum. Ama kariyerinin başında biri olarak günde 16 saat kendini geliştirmeye zaman harcıyor olman lazım.”

Tatil ve dinlenme lüks, lütuf değil, kazandığımız bir hak. Bizim memleketin emekçileri son yıllarda bu haktan yararlanamıyor. Koşullar bizim kadar ağır olmasa da gelişmiş kapitalist ülkelerde de işçi sınıfının tatil hakkı diğer bütün hakları gibi yavaş yavaş elden gidiyor. Veriler bunu açık bir biçimde ortaya koyuyor, tatil yapamayanların oranı her geçen yıl yükseliyor.

Oysa ne ister insan bir kere geldiği şu hayatta insanca yaşamaktan başka. Emeğiyle geçinenler yüz yıldan fazla zaman önce söylenmiş şarkıyı hiç duymamış bile olsalar iliklerine kadar hissediyorlar. Hele bir ağızdan söylemeye başlarsa, o zaman her şey çok başka olur.

“…çok çalışmaktan yorulduk

yaşamaya ancak yetecek kadar para

düşünmeye ise zaman yok

güneş ışığını hissetmek istiyoruz

çiçekleri koklamak istiyoruz…”[1]

[1] 1800'lerde Amerika kıtasındaki işçilerin söylediği şarkının sözleri
[i] www.multeci.org.tr/wp-content/uploads/2016/12/Insan-Haklari-Beyannamesi-1.pdf
[ii] www.icisleri.gov.tr/kurumlar/icisleri.gov.tr/IcSite/illeridaresi/Mevzuat/Kanunlar/Anayasa.pdf
[iii] https://www.gercekgundem.com/ekonomi/109830/turkiyenin-yuzde-60i-tatile-gidemiyor
[iv] https://disk.org.tr/2018/02/turkiye-isci-sinifi-gercegi-arastirmamizin-ozet-sonuclarini-acikladik/
[v] https://t24.com.tr/haber/tuketici-birligi-tatile-gidemeyenlerin-sayisi-artti,1123755
[vi] https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya-forum/2017/07/16/sovyetler-birligi-tatili
[vii] http://www.departments.bucknell.edu/russian/const/36cons04.html