Planları adım adım işledi: Maraş’ın failleri meçhul değildir

Maraş Katliamı; üzerine çok düşünülmesi, çok konuşulması gereken bir mesele. Sağ siyaset yıllardır “olaylar”, “karışıklıklar”, “fitne” falan diyerek meselenin üstünü örtmeye çalışıyor.

Sizin de Aralık ayına adım atar atmaz Ahmet Arif’in dizeleri aklınıza gelir mi? “Asfalttan yürüsün Aralık, Sevmem, netameli aydır.” Ustanın biricik eseri 1968’de ilk kez yayınlanmış, sanki sonraki yıllardaki karanlık Aralıkları çok önceden hissetmiş.

Netamesi, kapımıza dayanan karakıştan değildir, ölümün sevdiği aydır sanki Aralık. 19 Aralık 2000’de adına utanmadan “hayata dönüş” dedikleri bir katliamla siyasi tutukluları katlettiler. Amaç yalnızca F Tipi hapishanelere geçmek değil toplumsal muhalefeti tasfiye etmek ve bütün yaşamı F Tipi’ne sokmaktı. 28 Aralık 2011’de Roboski’de 34 Kürt köylüsünü F-16’larla bombalayarak katlettiler. Sorumlular yargılanmadılar, hesap vermediler, cezalandırılmadılar.

Aralık ayının bir başka karanlık sayfası ise bizi 1978 yılına; Maraş’a götürür. Yalnızca ülkemiz değil, bütün insanlık tarihinin utancı olarak belleklere kazınmalıdır. Katliamın gerçekleştiği dönemin siyasi atmosferi, katliamı planlayanlar, başlatanlar ve katliama ortak olanlar bilinmeli, anlaşılmalı ve defaatle anlatılmalıdır.

1978’E GİDERKEN ÜLKENİN VAZİYETİ

Ülkemizde 1960’ların sonuna doğru sıçrayan toplumsal muhalefet, 12 Mart darbesiyle devrimci önderler katledilerek durdurulmaya çalışıldı. Ancak 12 Mart’ın baskı atmosferi kısa sürede dağıldı özellikle 1975 sonrası bir bütün olarak sol muazzam bir ivme kazandı.

Buna mukabil bütün sağ antikomünist çizgide hizaya geçiyor, AP-MSP-MHP’den oluşan Milliyetçi Cephe hükümetleri “sola karşı savaş” düsturuyla hareket ediyorlardı. Rejimin antikomünist iktidarları, güvenlik güçleri gibi resmi kurumlarının yanında ve çoğu zaman bunlarla iç içe olan bir başka yapı da mevcuttu. Dünyanın pek çok yerinde antikomünist siyasetin gereği olarak CIA güdümünde örgütlenmiş kontrgerilla yapılanması sola, halka, işçi sınıfına saldırı konusunda devreye sokulmuştu. Ülkemizde de 1945’ler sonrası oluşturulan ve yıllar içerisinde büyütülen bu organizasyon 1960’ların sonuna doğru solun karşısına şiddetle dikiliyordu.

Kontrgerilla yalnızca profesyonel kadrolarla yapılan bir saldırı dalgasıyla yetinmedi, aynı zamanda sivil faşist bir kitle hareketi de oluşturdu. Bu hareketin tabanı için kökleri ülkemizin tarihi derinliklerine uzanan toplamsal gericilik mevcuttu.

70’li yıllarda adına faşist terör denilen işgal hareketi mahallelerde, fabrikalarda, okullarda yalnızca sol görüşlüleri değil bütün yurttaşları baskı altına alıyordu. Bu işgaller direnişlerle ülkenin birçok yerinde kırıldı.

Batı illerinde ve büyükşehirlerde komando kampları gibi yerlerde profesyonelleştirilen saldırganlar öne çıkarken İç ve Doğu Anadolu’da Alevi ve Sünnilerin yan yana yaşadığı yerlerde sağ tabanının mümkünse hepsini konsolide etme hedefiyle hareket eden bir sivil faşist hareket görürüz.

Her şeye rağmen 1977 yılına gelindiğinde solun yükselişi durdurulamıyor, saldırıların şiddeti ise artıyordu. 77 1 Mayıs’ında 34 insan katledildi. Ardından gerçekleşen seçimler sürecinde Ecevit’e yönelik suikast girişimleri ortaya çıktı ama CHP yüzde 42 oy almayı başardı.

Saldırılar ve direniş sürerken 1978 yılında 16 Mart Katliamı saldırıların yeni bir boyuta geçtiğini gösteriyordu. Terör; devrimcilere, aydınlara, akademisyenlere, bütün topluma yöneliyordu. Server Tanilli, Bedrettin Cömert, Necdet Bulut, Bedri Karafakioğlu faşist kurşunların hedefi oldular. Aynı yıl Ankara’da 7 TİP’li genç katledildi. Balgat’ta kahvehanenin taranması sonucu 5 kişi öldü.

MARAŞ KATLİAMINA DOĞRU

Bununla birlikte seçimlerle alabileceği oyun en yüksek sınırına dayanan MHP, AP’nin kendisini sınırlandırmaya çalışmasından da rahatsızdı. Bu stratejiyle ancak devlet içinde kadrolaşabiliyordu, oysa iktidar olmak için başka yollar denenebilirdi. Yukarıda bahsettiğimiz coğrafyadaki provokasyon girişimleri bu işlevi yerine getirecekti ve yapılacak “Büyük Yürüyüş” kaos ortamına karşı otoriter devlet özlemini ortaya çıkartacak, faşist bir darbenin koşulları sağlanacaktı.

Mart ayının sonlarında, Nisan başlarında Maraş Pazarcık CHP ilçe başkanına, Alevi bir aşiret reisine, MSP’li olduğu bilinen Adıyaman Emniyet Müdür Yardımcısı Abdülkadir Aksu’ya ve Malatya’nın sağın ortak adayı olarak seçilen belediye başkanı Hamid Fendoğlu’na bombalı paketler gönderilir.

Bir şekilde diğer hedefler kurtulurken Fendoğlu, torunu ve gelini bombanın patlamasıyla hayatını kaybeder. Plan aksamıştır fakat Sivas, Erzincan, Elazığ, Malatya, Maraş, Çorum gibi şehirlerin her birinde kışkırtmalar sürer.

Malatya’daki bombalı saldırı için “solcular yaptı” derler, solculara ait işyerleri işaretlenerek yağmalanır, yakılır. Ancak o günlerde Fendoğlu’nun ailesi dahi bunun bir yalan olduğu söyler. Malatya’daki katliam girişimin yalanlarından biri tanıdıktır; “komünistler camiye saldırdı” dedikodusu yayılır. Dönemin tanıkları saldırıları nasıl püskürttüklerini anlatırken yalanı engellemek için devrimcilerin camilerde bile nöbet tuttuğunu anlatır.

Yine 1978 1 Mayıs günü Elazığ’da şehir suyuna zehir katıldığı yalanıyla halk galeyana getirilmeye çalışılır.

1978 yazında Tokat, Muş, Elazığ, Erzurum, Iğdır gibi yerlerde CHP’lilere dönük silahlı, bombalı saldırılar yapılır.

Malatya’dan sonra ikinci büyük patlama Eylül ayında Sivas’ta olur. Faşistler, Alevilerin silahlanarak ayaklanmaya hazırlandıkları dedikodusunu yayarlar. Çeşitli irili ufaklı saldırının ardından Eylül başında “komünistler camileri bombalıyor, hükümet bir şey yapmayacak, dinsizleri yok edersek malları bize kalacak” gibi söylemlerle Alevi mahallelerine, CHP binasına ve partililerin iş yerlerine saldırılar yapılır. Ülkü Ocakları’yla arası iyi olmayan MSP’li ve AP’liler de saldırılardan nasibini alırlar.

Sivas’tan sonra Malatya’da ve Elazığ’da saldırılar tekrar alevlenir. 1978 yılında MC muhalefeti Ecevit hükümetini olayları önleyememekle suçlar. Hükümet çareyi büyük şehirlerde güvenlik güçlerinin denetimini artırmakta bulur ama bu “sivil sıkıyönetimin” faşist saldırıları önlemede küçücük bile bir etkisi yoktur, aksine solcuların üstündeki baskı artar.

Bütün bu saldırılarda yüzlerce kişi öldürülmüştür ama yetmez, daha büyük bir saldırı, katliam ve kaos gereklidir. O plan Maraş’ta uygulamaya konur.

MARAŞ’IN KARANLIK GÜNLERİ BAŞLIYOR

Gericiliği besleyen önemli unsurlardan birisi ise Alevi düşmanlığıdır. Alevi düşmanlığının köklerinin de yüzyıllar öncesine uzandığı bir başka malum durum. Maraş’ta yüzyıllar boyu kent merkezinden uzakta yaşayan Aleviler 1960’lı yıllardan sonra merkezde aldıkları konumla şehrin havasını değiştirirler. Kapalı toplumsal yapı değişmeye başlar. Bununla birlikte ticaret hayatında artan varlıkları, zenginleşmeleri gerici kesimlerde hazımsızlık yaratır. Buna paralel Maraş’ta sol yükselmektedir; çeşitli sosyalist örgütler, sendikal örgütlenmeler ve CHP her geçen gün büyümektedir.

Katliamın ilk fitili 19 Aralık akşamı Çiçek Sineması’nda, “Sovyetlerdeki komünist zulmü anlatan”, “Güneş Ne Zaman Doğacaktır” adlı filmin gösterimi esnasında ateşlenir. Etkisiz, tahrip gücü olmayan bir bombadır. Sinema salonundan çıkan kalabalık başka yerlerden gelenlerle büyür; “Kanımız aksa da zafer İslam’ın”, “Müslüman Türkiye” sloganlarıyla CHP İl Binasına, PTT ve Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) binalarına saldırır. Ülkücü Gençlik Derneği (ÜGD) Maraş Başkanı Mehmet Leblebici ve ikinci başkan Mustafa Kanlıdere’nin talimatıyla bombayı atan Ökkeş Kenger, Ankara’ya ÜGD’ye telefon ederek yardım talebinde bulunur.

Ertesi gün Alevilerin yoğunlukla oturduğu Yörükselim Mahallesi’nde bir kıraathane bombalanır ve bir Alevi dedesi katledilir.

21 Aralık’ta TÖB-DER’li öğretmenler Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu öldürülür. 22 Aralık’ta öldürülen öğretmenlerin cenaze törenine katılan binlerce kişi Ulucami önüne gelir. Maraş Devlet Hastanesi başhekimi ısrarlara rağmen cenazelerin morgdan çıkışını geciktirir, özellikle cuma namazı çıkışına denk getirir. Camiden çıkmış kalabalık cenazeye katılanlara saldırır, cenazeye katılanlar ise tabiri caizse çırılçıplaktır, kendilerini savunacak taşları bile yoktur. Saldırgan güruh çarşıya doğru yürür, CHP’li ve Alevi olan yurttaşlara ait işyerleri tahrip eder. MHP'yi anımsatan sembollerin olmadığı ev ve işyerleri yakılır yıkılır.

22 Aralık gecesi evler gezilerek “solcu Alevilerin silahlı saldırı yapacağı” söylenir. 23 Aralık’ta Yörükselim, Serintepe, Mağarah, Yenimahalle bölgelerinde evlere saldırılır. Yörükselim’deki saldırı devrimcilerin ve halkın direnişiyle püskürtülür. Pek çok insan direniş olmasaydı ölü sayısının akıl almaz boyutlarda olacağını ifade ediyorlar.

Silah, bomba, taş, kazma, kürek, balta her şey saldırı aracıdır. Erkek, kadın, çocuk, yaşlı, genç hiç ayrım yapmadan insanlar vahşice katledilir. 24 Aralık’ta katliam daha da şiddetlenir, kentte asker, polis sanki hiç yoktur. “Bir Alevi öldüren cennete gider”, “Komünistleri bırakmayın, Alevileri öldürelim memleketi temizleyelim” diye bağıran faşist ajitatörler kalabalıkları tekrar mahallelere saldırtırlar. Mahalleler kuşatılmıştır, ölüler dışarıya çıkartılamaz, yaralılar hastaneye götürülemez.

Ancak 25 Aralık akşamı yatışan saldırıların ardından hal korkunçtur. 210 ev ve 70 işyeri yakılmış, yıkılmıştır. Resmi rakamlar 111 kişinin öldüğünü bildiriyor ama katliamın hiçbir tanığı bu sayıyı inandırıcı bulmuyor.

13 ilde sıkıyönetim ilan edilir. Milliyetçi Cephe partileri olaylardan CHP hükümetinin sorumlu olduğunu söyler. Solcu öğretmenlerin cenazesine katılanların attığı sloganların kışkırtması sonucu “olayların” tetiklendiği yalanı yayılmaya çalışılır. Tercüman yazarı Ahmet Kabaklı, katliama dair “binicisini beğenmeyen asil bir kısrağın şahlanışı” der.

Bülent Ecevit kendisine destek veren milyonlarca insan için ama özellikle Maraş halkı için büyük hayal kırıklığıdır. İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, katliam bütün sıcaklığını korurken suçu devrimcilerde arayan bir söyleme sarılır ve daha sonra da istifa eder.

KATLİAMIN SUÇU KİMLERE YIKILMAK İSTENDİ?

Müdahil avukatlar Ceyhun Can 10 Eylül 1979'da, Halil Sıtkı Güllüoğlu 3 Şubat 1980'de ve Ahmet Albay 3 Mayıs 1980'de suikastlarla katledilirler.

12 Eylül rejimi katliamın esas faillerini gizlemek için elinden geleni yapar. Kontrgerilla, MHP, Ülkü Ocakları gibi yapılanmaların değil Maraş’taki devrimcilerin suçlu olduğuna dair bir tezgah kurulur. Maraşlı devrimciler ağır işkencelerden geçirilirler, ölen TÖB-DER’li öğretmenleri kendilerinin öldürdüğüne dönük ifadeler imzalatılmaya çalışılır. Örneğin yüz günden fazla ağır işkencelere maruz kalan Hamit Kaplan, işkencede ölen arkadaşlarının cesetleriyle iki gün aynı hücrede tutulur. Kaplan bunun en ağır işkence olduğunu söyler. Böyle insanlık dışı işkencelerle 36 Maraşlı devrimci katledilir.

Sonunda hayatta kalan devrimciler idama mahkum olurlar. Katliama engel olmaya çalışanlara katliamın suçu yüklenerek idam cezası verilmesi 12 Eylül alçaklığının göstergesidir. 1986 yılında Nokta Dergisi’ne Sedat Caner adlı işkenceci polis Maraşlı devrimcilere yaptıkları işkenceleri anlatır. Bu itiraflardan sonra Yargıtay kararıyla tahliyeler başlar.

Katliama karışan sıradan halkın yargılandığı davalar ise 1991 yılına kadar sürer ve çeşitli cezalar verilir. Ama dosya Yargıtay’ın bozma kararının ardından 1991’de çıkartılan Terörle Mücadele Yasası'na göre kapatılır.

KATLİAMIN KORUNAN GERÇEK FAİLLERİ

Kısa tarihimizdeki bütün katliamlar gibi Maraş Katliamı da kontrgerilla tertibiyle yapıldı. Saldırının sorumlularının ayak izleri ayan beyan ortadadır. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in bu dönem bir rapor hazırlattığı, bu raporda kontrgerilla yapılanmasına ve Maraş Katliamı’nda rol alanlar hakkında çok somut bilgilerin yer aldığı 2000’li yıllarda ortaya çıkmıştır. Peki, Ecevit bildiği gerçeklere karşı ne yapmıştır? Koca bir hiç!

16 Mart Katliamı dâhil olmak üzere pek çok katliamda adı geçen Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker’in, katliamda kullanılan silahlardan pek çoğunu temin ettiği somut olarak ortaya çıkmasına rağmen 12 Eylül mahkemeleri bu bilgiyi değerli görmemiştir.

Açıktır ki Maraş’ta kontrgerillanın, sivil faşist hareketin ve gericilerin her bir parçasını oluşturduğu katliam şebekesiyle karşı karşıyayız. Devlet içindeki kontrgerilla yapılanmasını da, faşist terörü de, sıradan vatandaşın katliamcıya dönüşmesini dikkatle ele almalıyız. Yalnızca “resmi”, “gayrı resmi” harp aygıtlarıyla ve emperyalist siyasetle durumu açıklayamayız. Komşusuna saldıran, öldüren, evine, malına, mülküne el koyacak kadar insanlıktan çıkan kalabalıkların katile dönüşmesinden ders çıkarmalıyız.

BİR DAHA ASLA YAŞANMASIN DİYE…

Ne yazık ki ülkemiz tarihindeki hiçbir katliamın failleri açığa çıkartılmadı, yargılanmadı, cezalandırılmadı. Bunun anlamı böylesi tertipleri uygulamaya koyan mekanizmanın devam ettiğidir. Hükümette sol kitlelerin, Alevilerin oy verdiği bir partinin olması, solun sandıkta kazanması halka yönelebilecek katliamların engellenmesi gibi bir sonuca yol açmıyor. Hatta Maraş’ta gördüğümüz gibi hükümeti devirmenin aracı olarak katliamlar tertipleniyor. Yahut siyasal düzlemin değiştiği, “yeni” bir dönemin başladığı nerdeyse her dönem provokasyonlarla, katliamlarla, suikastlarla solun olası gelişmesi baştan engellenmeye çalışılıyor. Maraş’ın, 93 Sivas Katliamının sosyal demokrat partilerin hükümet ya da hükümet ortağı olduğu dönemlerde yapılmış olması yarınlarımız için çok ama çok dikkatli olmamız gerektiğine işaret etmiyor mu? Dikkatli olmanın yanında; demokrasi, laiklik, eşitlik, barış mücadelesini başarıya ulaştırabilecek örgütlü bir toplum olabilmek, katliamları engelleyebilmek için hayati bir öneme sahip.

Son olarak Maraş Katliamı; üzerine çok düşünülmesi, çok konuşulması gereken bir mesele. Sağ siyaset yıllardır “olaylar”, “karışıklıklar”, “fitne” falan diyerek meselenin üstünü örtmeye çalışıyor. Başka bir hatalı eğilim komşusuna kast eden “sıradan” insanı es geçerek yalnızca kışkırtana işaret eder. Hâlbuki yukarıda da bahsettiğim gibi katliam bütün bileşenleri ve failleriyle anlaşılmalıdır. Bu konuda Aziz Tunç’un “’Beni Sen Öldür Maraş’ Maraş/78”, “Maraş Kıyımı, Tarihsel Arka Planı ve Anatomisi”, Orhan Gazi Ertekin’in “Maraş Katliamı Vahşet, Direniş ve İşkence” kitaplarının mutlaka okunması gerektiğini düşünüyorum. Dostluk Yardımlaşma Vakfı’nın "Unutturulanlar" dizisinin üçüncüsü olarak yayınlanan “Maraş Katliamı” belgeseli de bu açıdan oldukça önemli.

Katliamda yitirdiğimiz insanlarımıza, yakınlarına saygı ve hasretle...