NATO’nun kara kaplı kitabı

Eksiği görmek de söylemek de bu eksiğin giderilmesi için elinden geleni yapmak da insanlık görevi. Lafı dolandırmaya gerek yok, NATO’ya hayır!

NATO liderleri 11-12 Temmuz’da Litvanya'nın başkenti Vilnius'ta bir araya geldi. İktidarı destekleyen basının 12 Temmuz manşetlerine, köşe yazılarına bakarsak Türkiye uluslararası siyasette çok ciddi avantajlar elde etmiş. İktidarı koşulsuz şartsız destekleyenler için daha önce İsveç’e dönük tutumun değişmesi elbette sözden dönme olarak değerlendirilemez; Erdoğan dün de bugün de ne yaptıysa doğrudur!

Bununla birlikte ana muhalefet partisi dahil olmak üzere müesses nizamın çerçevesini kabul eden herkes NATO’ya bağlılığını yeri geldiğinde ifade ederler. Seçimden önce ABD basının önde gelen gazetelerinden Wall Street Journal'e verdiği demeçte Kılıçdaroğlu “Türkiye'nin NATO'daki kilit rolünü güçlendireceğini” söylüyordu.

Böyle olunca NATO’ya mecburmuşuz, olmazsa büyük felaketler yaşarmışız gibi anlaşılıyor. Ya da NATO kocaman bir barış örgütüymüş de bizim haberimiz yokmuş!

İki günlük zirvenin sonuçlarına ve gelecek döneme dair pek çok değerlendirme yapılacaktır. Biz biraz geçmişe uzanalım…

NATO NEDEN KURULDU?

Antikomünizmin kökleri tarihsel olarak daha da eskilere uzansa da 1917 Sovyet Devrimi emperyalist kapitalist devletlerin bu siyaseti kapsamlı bir biçimde ele almasına neden oldu. 2. Dünya Savaşı sonrası “tehlike” daha da büyüdü. Dünya yeni devrimlerle sarsılmış, pek çok ülke ulusal bağımsızlığını elde etmiştir. Bu yüzden antikomünist siyaset 2. Dünya Savaşı sonrası sistematik bir savaş olarak sürdü.

Bazı filmlerde izlediğinize inanmayın, dünyayı Hitler’den ABD kurtarmadı. Faşizmin her türlüsü kapitalizmin bağrından çıkarak halkların başına bela oldu. Bundandır ki Hitler yıkılınca antikomünizm konusunda uzmanlaşmış isimler ABD’nin hizmetine giriverdi. Nazi istihbaratının Sovyetler Birliği Birim Başkanlığı’nı ve Doğu Yabancılar Orduları Komutanlığı’nı yürüten Reinhard Gehlen bu isimlerin başında gelir. Führer’i ve düzeni yıkılmıştır ama inancı tamdır; Sovyetlerle ancak ABD başa çıkabilecektir. ABD, onun sadece istihbarat bilgisine sahip biri olmadığını kısa sürede anlar. Antikomünist mücadelenin yeni döneminde çok önemli görevler üstlenecektir. CIA’nın organizatörlüğünde Gahlen, Avrupa başta olmak üzere pek çok ülkeden ordu kökenli kişileri ABD’de eğitmeye başlar. Kontrgerilla faaliyetleri resmi, gayrı resmi her türlü aracıyla uluslararası bir organizasyon çerçevesinde kurumsallaştırılıyordu. Eğitim, öğretim sürecinin ardından İtalya’da Gladio, Fransa’da Roses des Vents, Portekiz’de Aginter Pres, Belçika’da Glaive, Almanya’da Anti-komünist Saldırı Birliği… gibi birçok kontrgerilla yapılanması kuruldu. Bu yapılanmalar CIA tarafından finanse ediliyordu.

Gahlen’i bu süreç açısından çok simgesel olduğu için andım. Konunun özeti şudur: Başını ABD’nin çektiği kapitalist emperyalist devletler amansız düşmana karşı topyekün bir mücadeleye girişmek için çok daha kurumsal bir hamleye kalkışırlar. Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü, kısa adıyla NATO sosyalizmin ilerleyişini durdurmak ve en nihayetinde tamamen ortadan kaldırmak amacıyla 4 Nisan 1949’da kuruldu.

Soğuk Savaş, “komünizm tehlikesine” karşı ideolojik, politik ve askeri çok boyutlu adımları içeriyordur. NATO bu kapsamda kendi askeri varlığı dışında yasal ve yasadışı kurumlardan oluşan geniş bir organizasyonu hedefler. Kalkınma ajansları, enformasyon merkezleri kurar. Medyaya, siyasi partilere sızar ve yönlendirir. Büyük tekeller, bankalar NATO’yla işbirliği halinde çalışır. Ülkelerde yasadışı kontrgerilla yapılanmaları hızlıca yukardan aşağıya kurumsallaştırılır. Resmi ve gayrı resmi araçların yayında antikomünist sivil faşist hareketlerin örgütlenmesi NATO’nun önemli bir başlığıdır.

Kurulduğu 1949 yılından bugüne NATO’nun suç dosyası oldukça kabarıktır. Onlarca faşist darbe, katliamlar, provokasyonlar, suikastlar, milyonlarca insanının maruz kaldığı insanlık dışı işkenceler… Ülkemiz dahil olmak üzere sayılan insanlık suçlarının hepsinde NATO’nun parmak izi vardır.

DÜŞMANSIZ YAPAMAZLAR

Bakmayın öyle söylediklerine NATO halklar için bir savunma örgütü falan değildir. Bilakis işçi sınıfı mücadelesine, halklara karşı bir saldırı örgütüdür. O yüzden varlığını sadece “Sovyet tehdidiyle” sınırlamamıştır. Sovyetlerin yıkıldığı 90’lı yıllarda NATO varlık gerekçesini güncelledi. Zorlanmadılar; “terörist devletler”, “diktatörlük rejimleri”, “uyuşturucu ticareti” gibi pek çok gerekçeyle kendisini yeniledi. Örneğin 1993 yılında ABD’de Dünya Ticaret Merkezi'ne yönelik düzenlenen bombalı saldırı önemli bir “varlık gerekçesi” olur. 90’lı yıllarda biz dizi “faili meçhul” suça imza atan NATO’nun halkların korunması gibi bir amacının olmadığının en acı göstergesi Avrupa’nın ortasında yapılan, 8000’den fazla insanın katledildiği Srebrenica Katliamıdır.

2001’de yapılan 11 Eylül saldırıları ise ABD emperyalizminin dolayısıyla NATO’nun yeni bir döneme girmesinin bahanesi oldu. “Terörizme karşı savaş” bahanesiyle önce Usame Bin Ladin gerekçe gösterilerek Afganistan işgal edildi. Sonra terör örgütlerini beslediği, kitle imha silahları geliştirdiği iddiasıyla Irak’a yönelik savaş başlatıldı, savaş işgalle sürdü. 2010 sonrası Suriye başta olmak üzere Ortadoğu coğrafyasındaki kanlı planlar devreye sokuldu. Kısacası savaş, ölüm, göç, ülkelerin yıkılması gibi insanlığın başına açılmış ne kadar bela varsa NATO’nun mutlaka parmağı vardır.

“İLERİ KARAKOL”

Biraz önceki Gahlen bahsine dönersek ülkemizde de kontrgerillanın önemli şahısları haline gelecek isimler Gehlen’in öğrencisi oldu. 1948’de “Özel Harp” eğitimi almak üzere 16 subay ABD’ye götürüldü. Bilindiği gibi aynı yıllarda Komünizmle Mücadele Dernekleri gibi oluşumlar ABD merkezli planla kuruluyordu. ABD’de eğitilenler öğrendiklerini 1950’de başlayan Kore Savaşı’nda pratik olarak da tecrübe ettiler. Hemen ardından işkenceli sorgu tekniklerini, suikastları ülkemizde sosyalistlere dönük kullanmaya başladılar.

Şunu da kısaca belirtelim, Türkiye’yi yönetenler daima kapitalist dünyanı parçası olmak istediler. 2. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yenileceği ortaya çıkana dek tarafsızlık görüntüsü altında Almanya Sovyetler’e karşı desteklendi. Bu yüzden 1945’te yenilenmesi gereken 1925 Türk-Sovyet Saldırmazlık Paktı, Sovyetlerce feshedildi. Bu egemenlerin sınıfsal tercihinin sonucudur. Sovyetler Birliği’nin bazı talepleri de bu tercihin netleşmesine bahane oldu ve 1939’dan sonra ABD’yle bir dizi gizli anlaşma yapıldı. Bu doğrultuda 1950 yılında NATO’ya giriş için başvuru yapıldı. ABD tarafından başvuru önce reddedildi. 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti, NATO’ya girmeyi bir seçim vaadi olarak sundu. DP iktidarı döneminde Kore Savaşı’nda gösterilen performansın ödülü oldu. Savaşta Anadolu'nun yoksul 722 evladı hayatını kaybetti. Kayıplar, yaralananlar da düşünüldüğünde Türkiye, ABD'den sonra en çok kaybı olan ikinci ülke oldu. 8 Şubat 1952’de Türkiye ve Yunanistan’ın NATO üyeliğe kabul edildi.

Nâzım Hikmet, iktidarın aldığı bu kararı şiirinde sert bir dille eleştirdi:

"Mister Dalles,
sizden saklamak olmaz,
hayat pahalı biraz bizim memlekette.
Mesela iki yüz gram et alabilirsiniz, koyun eti,
Ankara'da 23 sente,
yahut iki kilo kuru soğan,
yahut bir kilodan biraz fazla mercimek,
elli santim kefen bezi yahut,
yahut da bir aylığına
yirmi yaşlarında bir tane insan."

Türkiye’nin NATO’ya girişiyle özel bir protokolle kontrgerilla yapılanması kuruldu. Adı “Özel Harp Dairesi”, resmi adı “Seferberlik Tetkik Kurulu” oldu. Meclisin, hükümetin dahi olanlardan haberi yoktu. Yalnızca protokolde imzası bulunan Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri Bakanı ve Milli Savunma Bakanı’nın ordu üzerinden kurulan bu yapıya dair bilgisi vardı.

Kıbrıs meselesiyle ilgili örgütlenmeler ve yapılanlar Özel Harp Dairesi’nin (ÖHD) ilk önemli işlerinden sayılabilir. Demokrat Partili yıllarda Türkiye, bölgesindeki en Amerikancı, antikomünist siyaseti en başarılı biçimde yürüten ülkelerin başında sayılıyordu.

Sonrasındaki bütün olaylarda bu yapının parmağı vardır. 6-7 Eylül, Kanlı Pazar, Taylan Özgür’ün katledilmesi, 12 Mart Faşist Darbesi ve devrimci önderlerin katledilmesi böyle bir örgütlenmeyle yapıldı.

Antikomünizm doğrultusunda, yükselen toplumsal muhalefeti durdurmak için resmi güçlerin yanında sivil faşist güçler gayrı resmi biçimde örgütlendi. Sivil faşizm bir kitle hareketi haline getirildi, bunun yanında komando kampları gibi yapılanmalarla paramiliter güçler oluşturuldu. Özel Harp Dairesi başkanlığı yapmış tümgeneral emeklisi Daniş Karabelen’in MHP’li öğrencilerin eğitilmesi için Komando Kamplarının kurulmasını önermesi durumu daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır.

12 Mart’ın hemen ardından yükselen toplumsal muhalefet yine bu resmi ve gayrı resmi güçlerce engellenmeye, ezilmeye çalışıldı.

ABD-CIA-NATO-Özel Harp Dairesi bağının resmi olarak da gün yüzüne çıkmasını sağlayan gelişmeler 1974 yılında ABD’ye rağmen yapılan “Kıbrıs Barış Harekatı” sonrasında olur. ABD’nin yaptırımları söz konusu olunca bu zamana kadar giderleri ABD tarafından karşılanan gayrı nizami harp yapılanmasının bütçesi kesilir, bazı personellerin maaşları dahi ödenmez. Bunun üzerine Ecevit’e para için başvurulur ve Ecevit böyle bir yapılanmadan yeni haberi olduğunu açıklar. Bu tarihten sonra “kontrgerilla var mı yok mu?” sorusuna hep maruz kalır ama konunun üzerine gitmez.

12 Eylül’e kadar zaman zaman Ecevit’in kendisine de yönelen bu yapılanma 1 Mayıs 77 Katliamı, 16 Mart Katliamı, Bahçelievler Katliamı, Maraş Katliamı, Çorum Katliamı gibi birçok kanlı saldırıyı gerçekleştirir. Aynı zamanda devrimcilere, aydınlara, sanatçılara, akademisyenlere dönük suikastlar bu yapılanma tarafından tezgâhlanır.

En nihayetinde 12 Eylül dünyanın başka coğrafyalarındaki darbelerdeki gibi ABD, CIA, NATO onayı, desteği ve gözetimiyle yapıldı. 1980’li, 90’lı ve 2000’li yıllarda ülkemizi yönetenler ABD-NATO siyaseti neyi işaret ediyorsa onu yaptılar. Emperyalist siyasetin ihtiyaçları doğrultusunda her ihtiyaca cevap verdiler, kontrgerilla yapılanmasını bu eksenden çıkmayarak Türkiye’nin kendi özgül koşullarına göre güncellediler.

NATO HALKLARIN DOSTU DEĞİL

Ülkemizde sosyalistlerin ekseriyetinin NATO konusunda şirazesi kaymadı. 1968’li yıllardan bugüne ülkemizde emperyalizme ve NATO’ya karşı süren güçlü bir mücadele geleneği var. Son yıllarda antiemperyalist mücadeleyi arkaik ilan eden çok yönlü bir ideolojik saldırının olduğu da aşikâr. Şüphesiz antiemperyalist mücadele yalnızca tarihten miras kalan ezberlerle değil somut ve güncel mücadeleyle sürecektir. NATO’nun ileri gelenleri dünya halklarının başına yeni çoraplar örmek için kafa kafaya veriyorken karşısındakilerin yeterince omuz omuza veremiyor olması en büyük eksiğimiz. Eksiği görmek de söylemek de bu eksiğin giderilmesi için elinden geleni yapmak da insanlık görevi. Lafı dolandırmaya gerek yok, NATO’ya hayır!