Devamlı nükseden halifelik sevdası

Fakat gözümüzü dikmemiz gereken şey hilafet modelinin gelip gelmeyeceği tartışmasından ziyade hayatın her alanının teslim alınması için yürütülen saldırganlığın nasıl durdurulacağıdır.

Bizde hilafet meselesi, Siyasal İslam’ın ortaya çıktığı ilk zamanlarından bugüne en çok üstünde durduğu başlıklardan biri oldu. Şeriatla yönetilmek ve dünyadaki bütün Müslümanların Halifelik kurumuna bağlı olması ülküsü, gerçekleşmesi mümkün olup olmadığı hususu fazlaca tartışılmadan uzun zamandır savunuluyor. Bugünlerde tekrar gündeme gelen Hizbuttahrir’den Milli Görüş’e, tarikatlardan IŞİD gibi radikal İslamcı örgütlere Siyasal İslam’ın geniş bir yelpazesi hilafeti savunuyor. Elbette hepsinin kastettiği hilafet aynı şey değil.

Necip Fazıl bir şiirinde cumhuriyet karşıtlığını, hilafet özlemini şöyle ifade eder: “Elde yeşil bayrak, başta fes mi var? / “Hilâfet geliyor!” / diye ses mi var? / Meydan yeri sizin; / baylar, sadece / Kubbeler altında / geçit resmi var”

AKP döneminde, özellikle son yıllarda sıkça Halifelik konusu gündeme geliyor. Son günlerde yine bu konuyu tartışıyoruz. Artık “bunca yoksulluk, işsizlik gündemi varken iktidar bizi oyalıyor” diyen hala var mı bilmiyorum. Zira AKP, emekçi sınıfların boğazını her geçen gün biraz daha sıkan sermaye politikalarıyla toplumsal yaşamı dini esaslara göre düzenlemeyi amaçlayan adımları aynı anda atıyor. Malum anayasanın, Anayasa Mahkemesi’nin dahi hiçe sayıldığı bir sürecin içindeyiz.

Böyle bir ortamda Filistin’e destek olma iddiasıyla yapılan nümayişlerde hilafet çağrıları yapılıyor, hilafet bayrakları açılıyor. “Filistin sorunu Hilafetle çözülür” bile diyen var. Bir akademisyenin 2015 yılında yaptığı “seküler hilafet” tartışması bugünlerde tekrar gündeme geldi.

AKP önceki yıllarda bir yandan bu çıkışların önünü açar, diğer yandan da vaziyeti idare etmeye çalışırdı. Ayasofya hamlesi, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması gibi adımlar sonrasında bazıları fazlasıyla cesaretlenip, “hilafet isteriz” manasına gelecek çıkışlar yaptıklarında AKP Sözcüsü Ömer Çelik Türkiye’nin “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğunu söyleyerek hilafet tartışmasının açılmasını “siyasal rejimimizle ilgili ortaya çıkan sağlıksız bir kamplaşma” olarak tarif etmişti. O zamanın Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın tartışmayı “yersiz” bulmuştu. Demek ki iktidar için hilafetin savunulması şimdilerde yersiz değil, vaziyeti toparlamaya çalışan iktidar mensubu şimdilik yok.

Peki, kısaca değinirsek İslam Dünyası için tarih boyunca Halifelik ne anlama geldi?

BÜTÜN MÜSLÜMANLAR BİR HALİFE ARKASINDA SAF TUTTU MU?

İslamiyet 1400 yıldan beri yeryüzünde. Hz. Muhammed’in ölümünün ardından başlayan Halifelik aynı zamanda kanlı mücadelelerin konusu oldu. İlki, Ebubekir’in halifeliği anlaşmazlık konusuydu. İlk dört halifeden üçü katledilirken Müslüman devletler ve devlet yöneticileri kendi aralarında yüzyıllar boyu sürecek mücadeleye başlamıştı. Emevi döneminde tartışmalar, mücadeleler, cinayetler sürdü, Abbasiler döneminde de durum değişmedi. İslam dünyasının siyasi birliği hiçbir zaman sağlanamadı ve tek bir önderliğin arkasında saf hiçbir zaman tutulmadı.

Halifeliğin sağladığı dini imkânlar, siyasi hâkimiyete sağladığı katkı çerçevesinde değerlendirildi. Şimdi özellikle de ülkemiz merkezli bir halifeliğin Müslümanların önderi olacağı iddiası öne sürenler tarih boyunca Müslümanların tek bir halife arkasında saf tutmadığından bahsetmezler. Mesela 10. Yüzyılda Abbasi Halifeliği, Fatımi Halifeliği, Endülüs Emevi Halifeliği aynı anda vardı. Üstelik aralarında mücadele ediyorlardı. Sonra hepsi tarih sahnesinden çekildiler, Mısır’da kurulan Memluk Devleti, Halifeliğe sahip çıktı. Peki, bütün İslam âlemi Memluk Halifesini tanıdı mı? Elbette hayır.

OSMANLILARDA HALİFELİK

Türkler Anadolu’ya yerleşirken tarih sahnesine çıkan büyük devletler, önce Selçuklular sonra Osmanlılar Halifeden daha çok Bey, Han, Sultan, padişah, hünkâr oldular ama ekseriyeti “Halifeyim” demedi.

Bu makamı Osmanlı adına devraldığı söylenen Yavuz Sultan Selim Mısır’ı Osmanlı topraklarına katınca, "Hadim'ül Haremeyn el-Muhtemereyn" (iki kutsal şehrin hizmetkârı) sıfatını kullandı. Diğer İslam ülkeleri de Yavuz Sultan Selim artık halifemizdir demediler.

Kanuni Sultan Süleyman “cihan hâkimiyeti” arzusunun da gereği olarak hükümdarlık görevinin Allah tarafından kendisine verildiğini güçlü şekilde vurguladı. Batıda Habsburglara, doğuda Safevilere karşı girişilen mücadelede bu söylem elini güçlendirebilirdi. Selim, halifeliğe bu yüzden Yavuz’dan daha fazla ehemmiyet göstermiştir denilebilir.

Siyasal İslam Osmanlı Devletinin yönetim şekline dair aydınlanmaya, aydınlatmaya yönelik tartışmalar yapmaz. Osmanlı Devleti sadece şeriatın kurallarıyla mı yönetiliyordu? Yönetim şeklini belirleyen esaslar örfi yasalar, padişahın buyrukları ve şeri kurallardan oluşuyordu. Pratikte şeriat diğerlerinden önde olmadı. Şeriatı temsil eden ulema hemen her zaman padişahın ve devletin yaptıklarının dine uygun olduğunu açıklamakla yükümlü oldu. Şeyhülislam fetvalarıyla “en olmayacak işleri” olur hale getirdi, şeriata uygun olmayan bir şey varsa şeriat ona uydu. Meraklısı Kanuni döneminin şeyhülislamı Ebussuud Efendi’nin fetvalarına basit bir taramayla ulaşabilir.

Osmanlı çözülürken Halifelik Makamının “avantajları” yeniden keşfedilmeye başlandı. Küçük Kaynarca Anlaşmasının ardından Rusya’nın Ortadoksların koruyucusu olma iddiası karşısında Osmanlılar da Kırım Müslümanlarına dair böyle bir hak iddia ediyordu.

1876’da Kanuni Esasi’de padişah aynı zamanda İslam Halifesi olarak tanımlanıyordu. 2. Abdülhamit Osmanlı coğrafyasında olan ve olmayan Müslüman halkları etkilemek için Halifeliği öne çıkardı. Bu dönem günümüz Siyasal İslam’ının uzandığı köklerin yeşerme dönemiydi.

Makam Osmanlı üzerinde türlü planları olan batılı emperyalist devletlerin de görüş alanına girmişti. Almanya bir adım öne geçerek defalarca 2. Abdülhamit’in Müslümanların halifesi olduğunu beyan etti.

Abdülhamit’in ardından iktidara gelen İttihatçılar da Halifeliği etkili hale getirmeye çalıştılar. Sultan Reşat 1. Dünya Savaşına girilirken Müslümanların halifesi sıfatı ile cihat ilan etti. Elbette çağrısı Müslümanların üzerinde bir etki yaratmadı. İttihatçılar, makamın gücünü kullanarak Hindistan gibi coğrafyalarda isyanların çıkmasına önayak oldular.

Kısacası çöküş döneminde Halifelik Osmanlı için uluslararası ilişkilerde siyasi bir güç elde etmenin aracı olarak işlevlendirilmeye çalışıldı. Almanya ve İngiltere ise bu makam üzerinden emperyalist planlarını hayata geçirmenin derdindeydi.

ÖNEMLİ OLAN HALİFELİĞİN BUGÜN MÜMKÜN OLAMAYACAK OLMASI DEĞİL

Osmanlı başkentinde ve Anadolu’da ise Halifeliğin manevi anlamı kuvvetliydi. Modern bir ulus devlette saltanatın varlığı nasıl mümkün değilse, hilafet makamının sürmesi de düşünülemezdi. Ancak cumhuriyetin ilanı sonrasında kaldırılacağına dair çıkan söylentiler bile rahatsızlığa neden olmuştu. Öyle ki saltanatın kaldırılması halifelikten daha önce oldu. 1922 yılında Lozan Görüşmelerine hem Ankara hem İstanbul Hükümeti aynı anda çağırılınca ikilik durumunun çözülmesi acil hale geldi. 1 Kasım’da TBMM’de alınan kararla saltanat kaldırıldı.

Osmanlının son padişahı Vahdettin ülkeyi terk ettikten bir gün sonra 18 Kasım 1922’de meclis kararıyla halifelikten düştü, yerine Abdülmecit halife oldu. Nihayetinde 3 Mart 1924’te halifelik makamı kaldırıldı.

AKP iktidarı şimdiye kadar “Hilafet istiyoruz” demedi. Ama bütün Müslümanların önderi olma ya da öyle görünebilme amacını açıkça dile getiriyor. Bu açıdan Milli Görüş, Necmettin Erbakan’ın hilafet anlayışına paralel bir çizgi tutturmuş görünüyor. Böyle davranması zinde güç olarak arkasında saflaştırdığı tarikat-cemaat ağlarının motivasyonunu diri tutuyor.

AKP bütün Müslümanları tek bir devlet haline getirecek bir hilafet modelinin hayal olduğunu biliyor. İstediği tüm Müslümanlar adına konuşabilen, tanınan bir kurumsallık. Bu açıdan da emperyalist kapitalist sisteme uyumsuzluğu değil uyumu vadediyor.

Bu isteğin gerçekleşme ihtimali var mıdır? Abdülhamit dönemindeki Hilafet modelinin, Osmanlıcılık hayallerinin gerçekleşme ihtimali yoktur. Fakat gözümüzü dikmemiz gereken şey hilafet modelinin gelip gelmeyeceği tartışmasından ziyade hayatın her alanının teslim alınması için yürütülen saldırganlığın nasıl durdurulacağıdır.