Kayıtsız koşulsuz itibar merakımız…

“Başarının anahtarı nedir?” sorusu uzmanlara göre üç sözcükten oluşuyormuş: “Sevgi, saygı, güven.” Günümüzde özellikle yönetim katında bu üçlüye ne kadar yer var, ne kadar yer veriliyor diye bakarsak? Güç ve servetin iç içe geçtiğini, gücün serveti tetiklediğini, servetin gücü tamamladığını, sonunda da emir, buyruk, itaat ve yetkinin birlikte yol aldığını görürüz.

Özellikle de; İtibarı saraylarda arama merakının, altın yaldızlı koltuklarda oturma iştahının, koruma ordusu, çakarlı konvoylar, arabalar, uçak filoları, israf, gösteriş, kayıtsız ve koşulsuz egemenlik arzusunun, anlamı da gereği de olmayan arka çıkma ve kayırmaların, tonu yüksek çıkışların, konak ve köşk sefasının, araba sevdasının her kademede yer aldığına tanık oluruz.

Yine geçmişle gelecek arasında köprü kurmaya gerek olmadığını, önemli olanın günü kurtarmak, cebi doldurmak, geleceği garantiye almak olduğunu, ülkenin ciddi sorunlarının, ekonomik çöküşün, kitlesel yoksulluğun, artan umutsuzluğun kimselerin umurunda olmadığını, muhasebe yapmanın, bilanço çıkarmanın, özeleştiri vermenin benimsenmediğini anlarız.

Temkinli hareket etmek, önceden tedbirler almak, ihtiyatlı olmak, kontrolü elden bırakmamak yönetici olmanın olmazsa olmaz kuralları ise; Bunlar azaldıkça neler mi olur? Haksız, hukuksuz, kanunsuz, kuralsız müdahaleler artar, karamsarlık ve umutsuzluk çoğalır, geniş tanımlı işsizlikte zirveye oturan halkın gerçek gündemini geçim sıkıntısı, ardı arkası kesilmeyen zamlar, zorlayan hayat şartları, yayılan şiddet ortamı ve giderek artan hiddet iklimi belirler.

Yaşanan değişim rüzgârının sonuçları…

Sabit, sağlam, sürdürülebilir gelir ve yaşam koşulları olmayınca; Mutluluk, hayaller, umutlar uçup gider, arayışlar ve kaçışlar başlar, hayal kırıklıkları artar. Sandık zamanı gelince de pahalılık, israf, talan, yok sayılma, borçla doğup, borçlu yaşama, 3 kişiden 2’sinin tatil yapamaması gibi nedenlerin sonuçları sandığa yansır. Böylece her konuyla ilgili, ilişkili, alakalı olan, “her şey benden sorulur, her şey benden beklenir” diyen zihniyete bir bakıma halkın oyuyla dur denilir.

Sonra ne mi olur? Yaş ortalaması 47 olan 35 kadın belediye başkanı göreve başlar. Kadın muhtar sayısı yüzde 100’e yakın artarak bin 134’ten 2 bin 150’ye yükselir. Böylece genelde kadınların zaferi, özelde Ankara’da kadın muhtar sayısının 125’ten 225’e çıkması biz kadınların yüzünü güldüren sonuçlar olarak kayıtlara geçer.

Gelelim ekonomik fayda ve halkın refahının yolları nedir sorusuna…

Örneğin açlık sınırı 20 bin lirayı, yoksulluk sınırı 57 bin lirayı geçen bir ülkede yurttaş ne kadar mutlu olur? Ne ucuzsa oraya koşan bir halk, yağmur çamur, soğuk sıcak, sabah akşam, gece gündüz demeden kuyruklara girerek ucuz ekmek, et, mercimek, nohut, makarna vs. almak için koşturup duran bir toplum nasıl huzurlu olur? Bayramda memleketine gidemeyen, torununa harçlık veremeyen, zorunlu harcamaları bile yapamayan emekli ve dar gelirli ne kadar rahat olabilir?

Dünya nereye gidiyor, ekonomik krizin faturasını kimler ödüyor, denetimsizlik nelere mal oluyor gibi can yakan konulara dalınca aklıma geldi yazayım dedim. Abla olan, anne yarısı sayılan, evlat gibi görülen kadınlar olduğu gibi, abi olan, kardeş, oğul gibi görülen erkekler vardır. Her iki cinste sevgiye, coşkuya hesapsız, çıkarsız karşılık verirler, sevinçte, acıda yanı başınızda yer alıp size yalnız değilsin duygusunu yaşatırlar. Onlar arkadaştan öte, dost, hatta kardeş sayılırlar, ana ayrı baba ayrı öz kardeş misali! Bizim gibi toplumlarda halk özellikle siyasilerden bu tür bir yaklaşım bekler, ona göre adımlarını atar, çoğu kez de hayal kırıklığı yaşar.

Kadınları korumakta aciz kalan yasalarla, onları korumakta yetersiz kalınan uygulamalarla, hafif kalan cezalarla şüpheli kadın cinayetlerinin arttığı, kanayan yaraların bir türlü kapanmadığı, faillerin elini kolunu sallayarak dolaşıp, yeni hedefler kolladığı günümüzde! Olan da suçsuz, günahsız, sevdiği için öldürülen eşlere, annelere, kadınlara olunca da iç açan, umut veren konulara, kurumlara ve kişilere ihtiyaç artar.

Gelelim teşekkür faslına…

Deniz fenerinin inatçı ışığı gibi bellekte yer eden öncü kişilikleriyle yol açan, umut verenlere teşekkür etmeli, kendilerinden sonra gelenlere ve gelecek olanlara gösterdikleri hedefler için onları kutlamalıyız…

Özellikle kadın haklarına, kadının eşitliğine sağladıkları önemli katkı için, azim, çalışkanlık, girişimcilik, yaratıcılık, dirençleri için onları alkışlamalı, tüm engellere rağmen deniz üstünde- yelken başında, mikrofon önünde, sahnede, siyasette güler yüzle, tatlı dille, gözlerindeki ışığı hiç eksiltmeden açtıkları kucak, verdikleri destek için onlara saygı duymalıyız…

Yaşamı anlamlı kılan dayanışmaları, sadece ben diyenlerin dünyasında biz dedikleri, biz de varız dedikleri için onları tebrik etmeli, onlara yolunuz ve şansınız açık olsun demeliyiz…

Hatırlatma Notu: Spordan siyasete, sanattan eğitime kadının gücünü görmezden gelenlere, yok sayanlara elbette söyleyecek sözümüz var. Farkında mısınız? Her alanda tarih yazan Atatürk’ün kızları sözlerinde durur, boyun bükerek, evet diyerek kenara çekilmez. Hemcinslerimizin başarılarını bu yazının sınırlarına sığdıramam borcum olsun. Yeri geldikçe söz yazacağım…

Bunca örnekten sonra bu yazımı nasıl bitirmeliyim? Tamam buldum! Teşekkür ederek; “Geçmişe, anılara, çocukluğa özlem!” başlıklı yazıma gösterdiğiniz ilgiye, özlü sözleri seçme duyarlığınıza teşekkür eder, Amin Maalouf ve J.J Rousseau’ya ait sözlerin açık ara önde olduğunu belirtmek isterim…