Franz K. Âşıkları: Kafka’ya ihanetin bedeli ne olmalı?

Sözün kısası Franz K. Âşıkları bizi edebiyat tarihinin mühim bir tartışması aracılığıyla 1968’deki İstanbul’a, Berlin’e, Fransa’ya, oradan İkinci Dünya Savaşı karanlığına, 6-7 Eylül utancına götürüyor. Kitabın son sayfasını çevirirken Kafka’ya, Brod’a, Fisher’e doğru yöneliyorsunuz.

Burhan Sönmez’in kitaplarını merakla bekleyenlerdenim. Bir yazarın kitabını hemen okumak neden isteriz? Bunun nedeni şüphesiz yazarın önceki kitaplarından aldığımız edebi hazdır. Kuzey, Masumlar, İstanbul İstanbul, Labirent, Taş ve Gölge edebiyatımızın son dönemi için oldukça önemli eserler.

Roman, hayata, ülkeye, insana gerçeğin sınırlarını aşarak, kurgusal bir dünyadan bakmak için çok güzel bir pencere. Hikâyenin özgünlüğü, dili, yerel olsa da evrensel olabilmesi, kurgusu, çarpıcılığı ise onu sanat yapıyor. Burhan Sönmez romanı bu özelliklere sahip.

Sönmez’in yeni kitabı önce yazarın anadili Kürtçe Evîndarên Franz K., geçtiğimiz günlerde de Türkçe “Franz K. Âşıkları” adıyla yayınlandı. Bildiğiniz gibi Kürtçe roman denilince akla ilk gelen isimlerin başında Mehmet Uzun geliyor. Uzun’un Türkçeye çevrilmiş romanları çok sevildi ve çok okundu. “Franz K. Âşıkları” ise Kürtçeden Türkçeye çevrilmemiş, iki dilde de yazılmış bir roman. Burhan Sönmez anadiline karşı sorumluluk üstleniyor, bütün diller gibi Kürt dilinin de saygıyı hak ettiğini, edebi olarak değerli olduğunu hatırlatıyor. Bununla birlikte Türkçenin, Kürtçenin ve topraklarımızda konuşulan bütün dillerin, kültürlerin bir arada yaşamasının mümkün olduğunu söylüyor.

1968’DE İSTANBUL ve BERLİN ARASINDA

Ne yalan söyleyeyim, kitabı elime alana kadar kısacık bir zamanda okunabilecek, yüz yedi sayfalık bir roman beklemiyordum. Şöyle üç beş gün sindire sindire güzel bir roman okumak iyi gelecekti. Fakat ilk sayfalardan itibaren olayın geçtiği mekânı ve zamanı aşan bir hikâyeyle karşı karşıya olduğumu anladım. Hacim kelime sayısında değil, hikâyenin derinliğinde ve özgün kurgusundaydı. Sade bir anlatımın çarpıcı bir dilin önünde engel olmadığı ise bir kere daha ispat ediliyordu.

Kitabın adından da anlayacağınız üzere 1924’te hayatını kaybeden Franz Kafka hikâyenin başlamasının nedeni. Olay 1968’de geçiyor. Diğer romanlarına göre başka bir tarz denemiş Burhan Sönmez. Diyaloglarla ilerleyen hikâyeye ara metinler eşlik ediyor.

Nazi taraftarı Alman bir anne ve Türk babanın oğlu Ferdy Kaplan onların Berlin’de ölmelerinin ardından küçük yaşta nene ve dedesinin yanına, İstanbul’a gönderilir. İstanbul’da büyür, okur ve tanıştığı Amalya’ya âşık olur. Amalya’nın Fransa’ya gittiği günlerde 68’in rüzgârı İstanbul’da da esmektedir. Ferdy meydandadır.

Ferdy Kaplan Berlin’de gözaltında, mahkemede ve hapishanede bir üniversite öğrencisini öldürmekten, yaşlı bir adamı yaralamaktan sorgulanmaktadır. Nazi sempatizanı bir anne babanın oğlu İstanbul’da öğrenci eyleminden gözaltına alınmış, sonra Berlin’de ortaya çıkmıştır. Üniversite öğrencisi bir genci neden öldürmüş, yaşlı bir adamı neden yaralamıştır? Cinayetin sebebi nedir? Bir örgütün planıyla mı işlenmiştir? Saldırgan olduğu düşünülen ve kaçmayı başaran kadın kimdir?

Ferdy Kaplan “büyük resme” bakmaya çalışan komisere, savcıya, yargıca başka bir yere bakmalarını işaret eder. O yerde yaşlı, yaralı adam Max Brod durmaktadır.

BROD’UN KAFKA’YA İHANETİ

Max Brod tıpkı Franz Kafka gibi Prag’da doğmuş, onun en yakın arkadaşıdır. Kendisi de yazar, besteci olmasına rağmen daha çok Kafka’la anılmıştır. Edebiyatın son yüzyılına damga vuran Kafka’nın dünyanın en çok okunan yazarlarından biri olmasında Brod’un çok önemli bir rolü vardır.

Kafka’nın hayatı edebiyatçılar, edebiyat tarihçileri ve okurlar için her zaman ilgi odağı oldu. Yaşamı, fikirleri, iç dünyası, babasıyla olan ilişkisi, aşkları yazdığı pek çok mektubun ölümünden sonra okunmasıyla ortaya çıktı. Hayattayken çok az eseri basıldı, klasikleşen kitaplarının çoğu ölümünden sonra yayınlandı. Kırk bir yaşında ölmeden önce ise arkadaşı Max Brod’a, yazdıklarının kesinlikle basılmasını istemediğini söylediği mektuplar yazdı.

“Sevgili Max

Son arzum: Benden geriye kalan her şey... defterler, el yazıları, mektuplar, bana ait olanlar ve başkalarından gelenler, taslaklarım olduğu kadar –sende veya başkalarında kalan ve senin benim için onlardan geri alacağın– yazı ve notlarım da okunmaksızın son sayfasına kadar yakılmalı. Sana teslim edilmeyen mektuplarsa en azından onlara sahip olanlar tarafından dürüstçe yakılmalı.

Sevgilerimle, Franz Kafka.”

Max Brod arkadaşına “ihanet etti”. Kafka’nın çekmecede duran bütün yazılarını, hikâyelerini, mektuplarını yayınladı. Bu “ihanet” edebiyatın yıllardır süren tartışmalarından biri. Brod “metinleri yayınlayarak doğru bir yapmıştır” diyenler de, “ihanet etmiş, bedelini ödemelidir.” diyenler de olmuş.

Bu arada başka bir ayrıntıyı da kitabı bitirdikten sonra fark ettim. Öldürülen üniversite öğrencisinin adı Ernst Fischer. Fisher, Kafka’nın yazılarını, hayatını incelediği “Kafka” kitabının yazarı.

Roman, edebiyat tarihinin bu ilginç tartışmasına dair soruyu yinelemiş oluyor. Bir yazarın yayınlanmasını istemediği metinleri ölümünün ardından yayınlamak doğru mu? Ya da metinler üzerinde oynamak, kitapların adlarını değiştirmek? Bilmiyordum, romanı okuyunca öğrendim, kitabına “İlahi Komedya” adı Dante öldükten sonra verilmiş, aslı sadece “Komedya” imiş.

Doğal olarak başka örnekler de aklınıza geliyor. Mesela yayınlaması edebiyat tarihimiz açısından da çok önemli olan Ahmet Arif’in Leyla Erbil’e yazdığı mektuplar…

Sözün kısası Franz K. Âşıkları bizi edebiyat tarihinin mühim bir tartışması aracılığıyla 1968’deki İstanbul’a, Berlin’e, Fransa’ya, oradan İkinci Dünya Savaşı karanlığına, 6-7 Eylül utancına götürüyor. Kitabın son sayfasını çevirirken Kafka’ya, Brod’a, Fisher’e doğru yöneliyorsunuz.

“Franz K. Âşıkları” hikâyesiyle, biçimiyle, sorularıyla ilgiye fazlaca mazhar olacak. Bence hak ediyor.