Seçimsiz dört yılda yürünecek yol var mı?

Her şeye rağmen sol, ülkemizi düzlüğe çıkartacak tarihsel birikime, yarınları kuracak ilke ve fikirlere sahiptir. Seçimlerden çıkacak sonuç ne olursa olsun yürünecek, yürünmesi gereken bir yol vardır. Hayatın her alanında etkisi hissedilecek bir sol dalganın yaratılması mümkündür.

Seçimlerin bitmesine kısa bir zaman kaldı, klişe tabirle son düzlükteyiz. Son genel seçime ve 2019’daki yerel seçime göre tempo hayli düşük, heyecan az. Adaylık meselelerinin yarattığı hararet seçim sürecindekinden daha yüksekti. Seçim sonucunun ortaya çıkaracağı tablonun ülke siyasetinde esaslı bir değişikliğe neden olacağını söyleyenlere rastlamak pek mümkün değil. Bazı il ve ilçelerde seçim yarışı başa baş gidiyor ve hiçbir adayın kazanması şu anda kesin değil. Ama memleketin ekseriyetinde vaziyet hayli sakin.

İstanbul’un vaziyeti farklı. Çıkacak her sonuç ülkemizi, iktidarı ve CHP’yi etkileyecek. İktidar koalisyonunun sönük seçim kampanyasının enerjisi Murat Kurum’un kabiliyetsiz siyasetçiliğiyle daha da düşüyor. Bakanlar bu yüzden sahadalar, muhtemelen Erdoğan son hafta aktif bir şekilde İstanbul’da olacak. Kendisine oy verilmeyecek yerel seçimler için bile “son seçimim” demesi, “aday kim olursa olsun bana oy vermiş olacaksınız, bunu unutmayın” demek.

Murat Kurum’un kolay rakip olmasına rağmen İmamoğlu’nun kazanmasına kesin gözüyle bakılamaz. Vasat, beceriksiz, liyakatsiz olan seçim kaybeder diye bir kural yok. Muhataplar yalnızca adaylar değil; devletin bütün olanaklarını kullanan iktidar “kazanmak” için elinden gelen her şeyi yapacaktır. Elbette bu, istediklerini başaracaklar anlamına gelmiyor. “Ne yaptıysalar olmadı” diyebileceğimiz en iyi örnek yine geçtiğimiz yerel seçimlerdeki İstanbul örneği.

İKTİDAR İYİMSER BİR TABLO VAADETMİYOR

1 Nisan’dan itibaren memleketimiz geçtiğimiz on yıla nazaran uzun bir seçimsiz döneme girecek. Olağan koşullarda genel seçimlerin ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılacağı tarih 2028. Seçimin erkene çekilmesine sebep olabilecek olağanüstü gelişmeler yaşanabilir mi? Elbette yaşanabilir ama iktidar onu zorlayan sebep ya da sebepler olmazsa erken bir seçime gitmeyi tercih etmeyecektir.

Bizleri bugünden çok daha ağır ekonomik koşulların beklediği herkesin ortak kanısı. “Enflasyonu tek haneli rakama indireceğiz” türünden vaatlerin alıcısı hiç yok. İktidar, Erdoğan ve ortakları topluma hayal bile satamıyorlar. Yoksulluk, ekonomik çöküş, geleceksizlik, toplumsal çürüme ve adaletsizlik “Yüzyılının Türkiyesi” gibi maskelerle örtülemez.

Durumun bu olması iktidarın kendiliğinden gerileceği, çözüleceği anlamına gelmiyor. Bilakis yönetenler artık elindeki sopayı daha sıkı tutacaktır. Erdoğan’ın “son seçimim” demesi ne kadar inandırıcı değilse Bahçeli’nin “bırakamazsınız” çıkışı o kadar gerçek. Düşünün memleketin “en köklü dava partisi” olduğunu iddia eden bir partinin genel başkanı haftalık konuşmasında falan değil, parti genel kurulunda bu sözleri sarf ediyor: “Ayrılamazsın, Türk milletini yalnız bırakamazsınız. Yanındayız, beraberindeyiz. Yeni yüzyılın kurtarıcı lideri olarak sizi görmek istiyoruz.”

Bahçeli’nin halinin siyasi zafiyet olduğunu düşünen çok sayıda insan var. Ancak bu tutumun sebebi MHP’nin iktidar ortağı olmadan varlığını koruyamayacak olması değil. Ülkemiz rejiminin geçtiği merhaleler neticesinde oluşan yapının yalnızca partiler arası bir koalisyondan ibaret olmadığını görmek gerekir. Devleti ve rejimi sermayesiyle, güvenlik kurumlarıyla, bürokrasisiyle, hükümetiyle görünen ve görünmeyen her türlü organıyla birlikte anlamaya çalışmakta yarar var. Böyle söyleyince aksamaz, tıkır tıkır, birlik içinde dönen bir çarklar bütününden de bahsetmiş olmuyoruz. Krizler, gerilimler, kavgalar ve çatışmaların da eksik olmadığı bir yapı bu.

Önümüzdeki dönem kaşlar daha da çatılacak, hedefte mutlaka “düşmanlar” olacak, beka söylemi döneme göre kendini yenileyecektir. Kuzey Irak ve Suriye’deki mevcut girişimler, gelişmeler ve Erdoğan’ın açıklamaları oldukça net: “İnşallah bu yazın Irak sınırlarımızla ilgili meseleyi kalıcı olarak çözüme kavuşturmuş olacağız. Suriye sınırlarımız boyunca 30-40 kilometre derinliğinde bir güvenlik koridoru oluşturma irademiz bakidir.”

İktidar, bırakın “barış”, “çözüm”, “müzakere” için kapı aralamayı mevcut durumdan daha çatışmalı bir hale geçeceğini açıklıyor.

Derinleşen yoksulluk, çözülmeyen sorunlar ve milliyetçilikle, dincilikle, hamasetle teslim alınmak istenen bir ülke…

SEÇİM SONRASI YENİ BİR BAŞLANGIÇ MÜMKÜN MÜ?

Eğer öngöremediğimiz şeyler olmazsa seçimin hemen sonrasında iktidarla muhalefetin birbirine karşı pozisyonları değişmeyecek.

Oğul Erbakan’ın partisi iktidarın olası yıpratıcı hamlelerini göğüsleyebilirse AKP’ye küsen İslamcı topluluklar açısından Deva, Saadet ve Gelecek Partilerine göre daha cazip bir adres olacak gibi görünüyor. İYİ Parti “hür ve müstakil bir parti” olma iddiasıyla girdiği süreci büyük olasılıkla varlığı tartışılır hale gelmiş olarak tamamlayacak. Sonrasında kimlerle yürüyerek kendisine bir yol açmaya çalışacak göreceğiz.

CHP açısından İstanbul seçimlerinin sonucu kritik. Ekrem İmamoğlu İYİ Parti ve Dem Parti’nin resmi desteği olmaksızın seçimleri kazanırsa 2028 seçimlerinin en güçlü adayı haline gelecektir. Kaybettiğinde ise siyasi iddiasından vazgeçmeyeceğine göre, CHP’nin önümüzdeki olağan ya da olağanüstü kurultaylarında genel başkanlığa aday isimlerin başında İmamoğlu’nun olması muhtemeldir. Bununla birlikte seçim yarışına katılmaktan başka ana muhalefet partisi topluma ne vadediyor? Şimdilik bu soruya verilmiş esaslı bir cevap yok.

Toplumsal muhalefet bileşenleri, sosyalist yapılar yerel seçimlerde olağan akışı değiştirecek bir halde olamadılar. Bu, solun olmadığı anlamına gelmiyor. Açıkçası muhtarlık dahil olmak üzere solun hanesine “kazanım” olarak yazılacak en ufak başarının bile önemli olduğunu düşünüyorum. Kayyumlardan geri alınacak her belediye kazanımdır. Seçim sürecinde kendisine ve sola çeşitli toplumsallaşma kanalları açan her parti, kurum iyi bir iş yapmıştır. Sosyalistler tarafından kazanılacak ve başarılı örnek haline gelecek her belediye solu büyütür.

Hepsinden daha önemlisi önümüzdeki dönem ülkemizin emekçi halkının kendi kaderini eline aldığı bir mücadeleye ve solun kitleselleşmesine ihtiyaç vardır. Sağın bu ülkeye derinleşen yoksulluktan, işsizlikten, çürümeden, dincilikten ve hamasetten başka bir vaadi yoktur. İşçi sınıfı mücadelesi siyasetin belirleyenlerinden biri olamadığında emeğin hakkı yok sayılır. Sömürünün sonu yoktur ve işçisiyle işsiziyle milyonlar kapitalizmin modern köleleri haline gelmiştir. Sol yoksa Kürt sorunu demokratik bir şekilde eşitlik ve barış temelinde çözülmez. Sol yoksa laikliğin kırıntısı bile kalmaz.

Öyleyse seçim sonrası sol için yeni bir başlangıç olabilir mi? Olmalı!

Sol hep birlikte büyüyen, hep birlikte yenilen, birlikte geri çekilen, birlikte çözülen bir toplam. Yani sol ya hep beraber büyüyor, ya da istisna örnekler dışında gelişemiyor. O istisna örnekler de tek başına memleketin havasını tersine çeviremiyor.

Bazen yaşadığımız tarihsel aralıkta koşullar solun büyümesi için uygun da olmayabilir. Ama o koşulları tersine çevirecek iradenin olduğunu gösteren fazlaca tarihsel örnek var.

Var olan olumlu olumsuz pek çok birikimi yok saymadan yeni bir başlangıç mümkün. Şimdilik sol yanımızın ruh halinin buna pek uygun olmaması önemli bir sorun. “Birleşik mücadele”, “dayanışma” gibi kavramlar dilimizden düşmüyor ama pratikte işler pek öyle olmuyor. Yalnızca son bir iki aya dair onlarca örnek sıralayabilirim buna dair, ancak faydasının olacağını düşünmüyorum. Şu kadarını söyleyeyim; bizimle aynı dünya görüşüne sahip olan bir topluluğa, kuruma, partiye ya da bir zamanlar beraber yürüyüp yollarımızın ayrıldığı insanlara, zaman zaman iktidara ve sisteme karşı duyduğumuzdan daha fazla öfke duyuyorsak ortada çok ciddi bir problem var demektir.

Her şeye rağmen sol, ülkemizi düzlüğe çıkartacak tarihsel birikime, yarınları kuracak ilke ve fikirlere sahiptir. Seçimlerden çıkacak sonuç ne olursa olsun yürünecek, yürünmesi gereken bir yol vardır. Hayatın her alanında etkisi hissedilecek bir sol dalganın yaratılması mümkündür.