Değişim CHP’de yeni bir kavram mı? Ortanın solu ülkeyi kurtarır mı?

Yalnızca ülkemiz değil dünya siyaset tarihinin de en eski siyasi partilerinden biri olan CHP elbette geçmiş yüzyılda defalarca kez değişti...

Seçimlerin ardından CHP’de başlayan “değişim” tartışmalarının en önemli aşaması kurultaydı. “Değişim” kimsenin itiraz edemeyeceği tılsımlı bir kavram. Kılıçdaroğlu ve onunla yürümek isteyenler de değişimden yana oldukları, bunu en iyi kendilerinin yapabileceğini iddia ediyorlardı. Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu ve birlikte hareket ettikleri isimler genel başkan değişiminin topyekûn bir değişim için en önemli şart olduğunu söylüyorlardı. Bu şart yerine geldi, Genel Başkan artık Özgür Özel. CHP nasıl bir değişim süreci geçirecek göreceğiz.

Yalnızca ülkemiz değil dünya siyaset tarihinin de en eski siyasi partilerinden biri olan CHP elbette geçmiş yüzyılda defalarca kez değişti. 1980 öncesine kadar yaşanan değişimlere bakmaya çalışalım. Bununla birlikte bugün çokça gündeme gelen ve CHP’nin kerteriz alması istenen “ortanın solu” çizgisinin o dönem vardığı yeri görelim. Acaba bu çizgi memlekete, halka ne vadetmiş ne getirmiştir?

CHP DEĞİŞTİRMEK İÇİN KURULDU

CHP ilk defa değişmiyor.1923’ten bugüne defalarca çeşitli değişimlere uğrayarak bugünlere geldi. Kurulduğu tarih büyük bir değişim döneminin başıdır. Cumhuriyet Tanzimat’tan bu yana süren değişimin sıçrama noktasıydı. CHP yeni ülkenin, yeni rejimin inşasının en önemli aracı olacaktı. Tek parti iktidarı döneminde CHP’yle devleti birbirinden ayrı tartışamayız.

Bu dönem batılı, modern kapitalist dünyaya yetişmeye çalıştığımız bir dönemdir. Buna uygun adımlar Kemalizmin var olan ve güçlenme potansiyeli taşıyan rakiplerinin ve her türlü muhalefetin devre dışı bırakılmasıyla birlikte atıldı.

Altı ilkenin resmiyet kazandığı 1929’da dünya derin bir buhranın kucağına düştü. Yoksul ülkemiz bu bunalımdan fazlasıyla etkilendi. CHP artık yalnızca fiilen değil resmen devlet partisi haline geldi, parti ile devlet teşkilatları birleştirildi. Valiler il başkanı, İçişleri Bakanı parti Genel Sekreteri oldu. 1937 yılında CHP ilkeleri Anayasa’ya dâhil edildi. Böylece parti ile devlet arasında bir fark kalmadı.

Atatürk’ün ölümünün ardından 11 Kasım 1938’de İsmet İnönü TBMM tarafından Cumhurbaşkanı seçildi. Gerek kendisiyle rekabet etmiş Bayar gibi isimlerle gerekse Mustafa Kemal’le ters düşmüş Kazım Karabekir, Fethi Okyar gibi isimleri tekrar CHP bünyesine kattı. 1939’daki 5. Kurultay’da “halk iradesi”, “milli denetim”, “halkın seçimlere katılması” gibi sözler sarf etti. “Müstakil Grup” adında bir organ kurularak parti içi denetim mekanizması oluşturulmak istendi. İçişleri Bakanı’nın parti genel sekreteri, valilerin partinin il başkanı olması gibi uygulamalar kaldırıldı. Devlet memurlarının parti üyesi olması yasaklandı. Bunlar sivil bir parti olmanın ilk adımlarıdır.

2. Dünya Savaşı doğrudan dahil olmadığımız halde ülkemizi derinden etkiledi. CHP dahil her şey savaşın gölgesinde şekillendi. Kısa ömürlü Bayar Hükümeti’nin ardından Refik Saydam, Şükrü Saraçoğlu hükümetleriyle geçen savaş yılları çok zor geçti. Savaş ekonomisinin faturasını yoksul halk ödedi ama yalnızca bu kadarla da kalmadı. Varlık Vergisi gibi uygulamalar tarihimize kara sayfalar olarak geçti. Savaşın bitmesine yakın bir zamana kadar Almancılık etkisini sürdürdü. Irkçı, Turancı fikirler palazlandı. Basın; Tan ve Vatan gazeteleri dışında Nazi Almanyası yanlısı yayın yapıyordu. 1944’e gelindiğinde savaşın sonucu ufukta belirince ortam değişti. Türkiye ve CHP için savaşın bitmesiyle artık yeni bir dönem başlıyordu. Türkiye bundan sonrasında ABD’nin başını çektiği kampla yola devam edecekti.

Tek Parti iktidarı batılı kapitalist sistemlerle tam olarak uyum sağlamak için “ılımlı” mesajlar veriyor, “Bizim tek eksiğimiz, hükümet partisinin karşısında bir parti bulunmamasıdır” diyordu. İnönü ülkede demokrasi ilkelerinin hâkim olacağını söylüyordu. Bu konuşma çok partili hayata geçişin sinyali olarak algılandı. Sola karşı bir demokratik açılım olmayacağı ise Aralık 1945’teki Tan Gazetesi baskınında görülmüş oldu.

DP’YE BENZEMEYE ÇALIŞARAK DEĞİŞİM ÇARE OLDU MU?

Toprak Reformu meselesinin tetiklemesiyle başlayan süreç DP’nin kuruluşuna kadar vardı. DP tek parti döneminin uygulamalarını hedefe koyuyor ve “demokrasi” vadediyordu. CHP değişen koşullara ayak uydurmaya, Tek Parti dönemindeki görüntüsünden uzaklaşmaya çalışıyordu. 2. Olağanüstü Kurultay’da İnönü’nün “Milli Şef” ve “Değişmez Genel Başkan” unvanları kaldırıldı. Genel başkan artık kurultay tarafından seçilecekti.

Fakat değişim kolay olmuyordu. DP’nin “hileli” ilan ettiği 1946 seçimleri sonrası hükümet Recep Peker tarafından kuruldu. Peker, Alman ve İtalyan faşizmlerinden ilham aldığını gizlemeyen, agresif bir devletçilik savunusuyla hareket eden bir isimdi. Mesela İnönü devleti partinin önünde tutarken, Peker partiyi bir adım öne koyar. “Kurultay ve parti kararlarının, yasalardan hatta Anayasadan üstün” der. Peker, DP muhalefetine karşı oldukça sert ve tehditkârdır, İstiklal Mahkemeleri’ni hatırlatır. İsmet İnönü ise iki parti arasında tarafsız bir görüntü sergiler.

Bu dönemde CHP içinde Peker’in temsil ettiği devletçi totaliter zihniyetle, daha demokrat kanat arasındaki tartışmalar artıyordu. Nihat Erim, Ali Fuat Cebesoy, Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Memduh Şevket Esendal gibi isimlerin başını çektiği isimlere “35’ler” İnönü’nün desteğini de alıyordu. 1947 yılına gelindiğinde Peker’in istifasıyla sonuçlanan bir süreç yaşandı.

CHP’nin Yedinci Kurultayında tek parti dönemindeki tüzük ve program değiştirildi liberal esasların daha fazla benimsendiği daha esnek bir program ve tüzük hazırlandı. CHP değişiyordu, değişirken DP ölçü alınıyor, DP’ye benzemekte çare aranıyordu. Bu dönemde ilkokullarda din dersleri okutulmaya başlandı ve üniversite bünyesinde İslam Din Fakültesi kuruldu.

1948’den itibaren emperyalist kapitalist sistemle bütünleşme adımları Tek Parti iktidarı döneminde atıldı. CHP’deki değişimin önemli bir dinamiği bu bütünleşme çabasıydı. Tek Parti döneminin son hükümeti İslamcı-Türkçü Şemsettin Günaltay tarafından kuruldu. Günaltay hükümeti için yükselen DP karşısında aranan son çare de denebilir. Bu dönem Cumhuriyet’in ilk yıllarında laiklik ilkesi doğrultusunda atılan adımlar geri alınıyordu.

CHP kendinden emindi kapitalist sistemle bütünleşmeye dönük, sermaye sınıfını da memnun edecek adımlar atılmıştı. Rejim çok partili hayata uygun şekilde yumuşatılmıştı. Laiklikten pek çok taviz verilmiş “dini hassasiyetler” giderilmişti.

Seçimler 14 Mayıs 1950 tarihinde % 88’lik bir katılımla yapıldı. Sonuç, Tek Parti döneminin büyük bir seçim mağlubiyeti ile çöküşüydü.

MUHALEFETTEKİ CHP’DE AŞAĞININ ARTAN ETKİSİ

CHP artık muhalefetteydi. Uzun süre “halk yanıldı, yanlış tercih yaptı” minvalinde değerlendirmeler yapıldı. Tekrar iktidar olmanın yolunu yaygın bir örgütlenme atağı yapmakta görenler, partinin yöneticilerinin gençleşmesini isteyenler vardı. Seçimlerden kısa süre sonra kırsala dönük örgütlenme çabaları başladı. Tek Parti dönemini ısrarla savunanlar Partinin DP’ye fazla taviz verildiğini söylüyor, daha liberal kanat ise seçim yenilgisini Tek Parti döneminin uygulamalarını ısrarlı biçimde savunanlara bağlıyordu.

Yıllardır devletle özdeşleşmiş, bürokratik bir yapıdan sıyrılmak mümkün olacak mıydı? Eski kurultaylarda milletvekillerinin ağırlığı varken CHP’nin muhalefet yıllarında artık çoğunluk delegelerdedir. Tek parti döneminde aşağının, yerellerin görevi yukarıdan, parti merkezinden gelen talimatları uygulamaktır. Bundan sonrasında yerellerin, parti örgütün sözü aşağıdan yukarıya doğru etkili olacaktır. Parti ile ilgili kararların karara bağlanacağı en yüksek makam bundan sonra kurultaylardır. Genel Sekreter ise artık atamayla değil kurultay tarafından seçilecektir. İl başkanları da artık atamayla değil il kongreleriyle belirlenecektir. Parti üst yönetimin yetkileri artık sınırlıdır, delegeler iradesi güçlenmiş, seçimlerde aday gösterileceklerin parti teşkilatı tarafından seçilmesi kararlaştırılmıştır. CHP’de “aşağının” gücü artıyordu. Bununla birlikte ayrıntı “Kemalizm” yerine “Atatürk yolu” kavramı kullanıma sokulmak istenir.

1950’lerin ilk yarısı DP açısından işlerin yolunda gittiği bir dönemdi. CHP bütün adımlarına rağmen tek parti iktidarı döneminin imajından kurtulamadı. 50’lerin ikinci yarısında ekonomide, dış siyasette işler kötüleştikçe DP baskısı arttı. CHP, grev hakkı, insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi kavramları siyasetinin merkezine, günlük söylemine taşıdı. Adil bir seçim sisteminin getirilmesi, üniversitelerin özerkleştirilmesi, basın özgürlüğü, Anayasa Mahkemesi kurulması ve anayasada değişikler yapılması CHP programına girmişti. Bu dönemde CHP’nin yaşadığı politik değişime DP’den demokratik gerekçelerle kopan Hürriyet Partisi’nin, Forum Dergisi’nin katkısı çok önemlidir. Bu dönem açıklanan “İlk Hedefler Beyannamesi” demokratik talepleri içeren bir belge niteliğindeydi. "Demokratik inkişafımızı durduran, gerileten bütün antidemokratik kanunlar, usuller, zihniyet ve tatbikat kaldırılacaktır", deniyor, “insan haklarına dayanan milli, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” olma hedefi ortaya konuyordu. Bildirge daha sonra 1961 Anayasası’na temel olmuş bir metindir.

Bunun yanında bu dönem diğer partilerle ittifak yapılmasına karar verildi. Son seçimde sağ partilere kontenjan ayrılması çok tartışıldı ve tartışılmaya devam edecek. Bu tutum CHP açısından yeni değil, 1957 seçimleri öncesi kurulan ittifakın kararı şuydu: Üç partinin kazandığı sandalyelerin yüzde 45’i CHP’li vekillerden oluşacak, yüzde 55’i diğer partiler arasında paylaşılacaktı. Ama DP İktidarı çıkarttığı yasayla ittifak yaparak seçime gidilmesine engel oldu.

ORTANIN SOLUNA DOĞRU

İlk Hedefler Beyannamesi’nin 61 Anayasası’na temel olan bir metin olması CHP’nin kurtulmak istediği Tek Parti dönemi imajının tazelenmesine neden oldu. 1965 yılına kadar süren üç İnönü Hükümetinin ardından CHP tekrar muhalefet oldu. 1965 yılında “ortanın solu” kavramı ilk kez İsmet İnönü tarafından dillendiriliyor, CHP siyasal yelpazede kendisini daha belirgin bir noktaya sabitlemeye yöneliyordu. Dünya devrimlerin ikinci dalgasını yaşıyor, ulusal kurutuluş mücadeleleri zaferlerle sonuçlanıyordu. Sosyalizmin ışığı parlıyorken ülkemizde işçi sınıfı büyümüş, örgütlenmeye başlamış, büyük tarihsel adımlarla sermaye sınıfının karşısına dikilmektedir. 1961’de TİP, 1967’de DİSK kurulmuştur.

1965 sonrası CHP’nin değişim ve dönüşümünü sağlayan birkaç unsur aynı anda bulunuyordu. Yaşanan toplumsal dönüşümün sonucu olarak büyüyen işçi sınıfı CHP’nin içini dolduruyordu. Edebiyattan sanata, akademiden fikir dünyasına sol fikirler etkili oluyordu. Dünyada rüzgar soldan esiyor, ülkemizde büyüyor kitleselleşiyordu. Bu dönem CHP Gençlik Kollarında solun etkisini görebiliriz. Bu dönem yayınlanan gençlik kolları bildirisinde “anti- emperyalist", "anti- feodal" ve "anti- bürokrat" kavramları göze çarpar. Yükselen gençlik hareketi CHP gençliğini etkiliyordur.

CHP’nin Ortanın Solu en başından beri kendinden daha soldakilere bariyer olma hedefini ortaya koyuyordu. Bu aynı zamanda hem kapitalist dünyaya hem de sermaye sınıfına sunulmuş bir güvenceydi. İnönü ve Ecevit "aşırı sol" akımlara karşı olduklarını defaatle söylediler. "Aşırı sol" elbette sosyalistleri kasteden bir nitelemedir. 1970’te kongrede yaşanan hadise Ecevit’in bu konudaki tutumunu anlamaya yardımcı olabilir. İstanbul İl Kongresine Dev Gençli bir grubun katılması CHP gençliğini, sol kanadın önemli bir kısmını heyecanlandırır. Fakat Ecevit yaptığı konuşmada sosyalistleri ve gençlik hareketini eleştirir. Dev Gençliler bunun üzerine salonu terk eder.

Bu tutum sosyalizm karşıtlarını ikna etmez, “Düzen Değişecek”, “Toprak İşleyenin, Su Kullananın” sloganları radikal sola meyyal bir söylem olarak görülür. CHP’nin 1970 sonrasında yükselmesini sağlayacak ortanın solu çizgisine yerleşmesi hayli sancılı oldu. Kemalizmin sağ yorumunu sahiplenenler sola hayli karşıdır, ortanın solunun CHP'yi sosyalist yapma hedefi taşıdığını iddia ederler ve bunların önemli bir kısmı CHP’yi sonra terk eder.

ORTANIN SOLU HALKIN DERDİNE ÇARE OLDU MU?

Ortanın solu çizgisiyle özdeşleşen Ecevit’in genel başkanlığa yükselmesinde darbeciler tarafından kurdurtulan Nihat Erim Hükümetine karşı durması önemlidir. Ortanın solu siyaseti toplumsal karşılığını bulmaya başlıyordu. 1973 sonrası ortanın solu yerine daha çok "demokratik sol" kullanılmaya başlandı.

1973'te yapılan yerel seçimler CHP açısından başka bir dönemin başlaması demekti. Bu dönemde Ankara, İstanbul, İzmit, Çanakkale, Adana gibi şehirlerde Toplumcu Belediyecilik örnekleri ortaya çıktı. Sonrasında "halkçı belediyecilik" olarak da tanımlanan bu dönemin yerel yönetim örneklerindeki başarılar CHP'nin hükümetleri dönemlerinde yakalanamadı.

1965 sonrasından 1980’e kadarki zaman dilimi CHP’nin Ortanın Solu yılları olarak yılları olarak tanımlanabilir. 1970 sonrası CHP’nin yükseldiği, “Halkçı Ecevit” sloganın memleketin her köşesinde yaygınlaştığı bir dönemdir. Bu dönem sistemin ve sağ siyasetin sola karşı savaş konseptinde hizalandığı yıllardır. MC Hükümetleri bu yüzden sola karşı savaş hükümeti olarak nitelendirilir. CHP de bu saldırının hedefindedir. 77 seçimlerine giderken ülkemizdeki kontrgerilla varlığı, uluslararası bağlantıları, resmi ve sivil ayakları fazlaca tartışıldı. Esasında kontrgerillanın varlığını daha önce, başbakanlığı döneminde ilk açıklayan Ecevit'ti fakat bu tartışmayı sürdürmemiştir.

CHP, 80’e doğru tarihinin en yüksek oy oranına ulaşır. Emekçi kitlelerin, orta sınıfların ve aynı zamanda egemenlerin de CHP’den beklentisi vardır. Düzen restore edilebilir miydi? Sertleşmekte olan sınıf mücadelesi yumuşatılabilir miydi? Uluslararası sermayeyle ve devletlerle ilişkiler toparlanabilir miydi?

Ecevit hükümeti dönemi faşist saldırganlığın yükseldiği, bir dönemdir. Sol, devrimciler, toplumsal muhalefet baskıya ve faşist teröre boyun eğmez. Bir süre sonra okullarda, mahallerdeki faşist işgaller kırılır. Bu defa namluların, bombalar aydınlara, akademisyenlere, sanatçılara ve bir süre sonra sıradan halka yönelir. Çok sayıda CHP üyesi, yöneticisi de bu saldırılarda hayatını kaybeder.

CHP bu dönem emekçi sınıfların taleplerini karşılayamadı. Ekonomik sorunlar IMF reçeteleriyle, dış borçlarla çözülmeye çalışıldı, temel ürünler zamlandı, halkın alım gücü daha da düştü. Sosyalist sola Ecevit'in koyduğu mesafe bu dönem daha da açıldı. Ecevit can güvenliği vadediyordu, ama faşist saldırganlığa dur diyemedi, saldırılar daha da arttı. Aydınlara dönük cinayetlerden Maraş Katliamına, Türkiye tarihinin en kanlı süreci bu dönem yaşandı. Ecevit faşist terörün "çaresini" güvenlik politikalarında aradı. Mesele "anarşiye", sağ sol çatışmasına" indirgendi. Güvenlik güçleri ve devlet tarafsız olmalıydı! Poliste, jandarmada yeni düzenlemeler yapıldı. Sola dönük operasyonlarda bu dönemde gözle görülür bir artış oldu. Baskı politikaları arttı, POL-DER üyesi polislere baskı yapıldı, gözaltına alındılar. Sıkıyönetime muhalefetteyken karşı olan ve MHP'yi bu yüzden eleştiren Ecevit, Maraş Katliamından sonra 13 ilde sıkıyönetim ilan etti. Nihayetinde ne halk ne de sermaye memnun edilemedi. TÜSİAD Ecevit Hükümeti'nin çekilmesi için gazete ilanları vermeye başladı.

Sonrası 12 Eylül’e varan gelişmeler.

CHP’nin, sosyalist partilerin, demokratik kitle örgütlerinin geleceğe dair plan yaparken en çok da en iyi tarihsel dönemlerini şiddetli bir şekilde eleştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Başarısızlıkların, çözülmelerin ve yenilginin “en iyi zamanlarda” yapılmayanlardan kaynaklandığını görmek gerekir.