Politikada nezaket dili niye yok! Ya da siyasette zarafet neden olmasın? Düşünsek mi?

Yıllardır yazıyoruz, yazıyorlar, yine yazalım. Siyasetin tonu, üslubu, ifade biçimi acilen değişmeli. Çünkü Devlet dili akıcı, edebi, doğrucu ve merhametli, şefkatli, kucaklayıcı olmalıdır.

Yıllardır yazıyoruz, yazıyorlar, yine yazalım. Siyasetin tonu, üslubu, ifade biçimi acilen değişmeli. Çünkü Devlet dili akıcı, edebi, doğrucu ve merhametli, şefkatli, kucaklayıcı olmalıdır. Bu bir güvencedir, ne derler, “devlet babadır.” Oysa günümüze baktığımızda siyasetin dili kapsayıcı olmak yerine, sevgi ve saygı aşılamak yerine ayrıştırıcı, tepeden bakan bir hal almıştır.

Evet, eleştiri gelişimi ve değişimi tetikler, ama dozunda olursa, hakarete girmezse, hele de demokrasi kültüründe tahdit ve tehdidin olmadığı taraflarca bilinirse! Oysa bizde parmak sallamayı, tehdit diliyle hitabı, gözdağı vererek geçmişi kıyaslamayı, sık sık mukayese yaparak rakipleri aşağılamayı çok sevdi siyasilerimiz. Üstelik derin siyasal öngörülere sahip olan yöneticilerin döneminde! Artık hoşgörü, temkin, tedbir, ihtiyat konuşma dilinde kaybolunca, bizim siyasiler de değişim ve dönüşümü böyle yorumlayıp bu kapsama alınca gelinen nokta şaşırtmadı ama toplumu hem yordu, hem gerdi…

Siyasal yaşamdan izlere bakınca…

Konunun uzmanlarına göre; Gözdağı vermenin 3 sırrı varmış. Korkutacaksın, yılmayacaksın, kararlı olacaksın. Aba altından sopa göstermek, “para vereyim aday olma, çekil!” demek, susturmaya, pes ettirmeye çalışmak, özellikle seçim döneminde adayların afişlerini yırtmak, silahlı saldırı düzenlemek, eril dili kullanarak yönetimin de çok sevdiği ve benimsediği kutuplaştırma ve öfke siyasetiyle böl ve ayrıştır politikası gütmek. Böylece şiddeti sıradanlaştırıp kabullenilmesini sağlamak artıkça arttı!

Bu arada şiddeti durdurmanın, kendine hâkim olmanın, öfke kontrolü yapmanın yolları yok mu? Tabii var ama eğer istenirse! Ama istenmediği, daha doğrusu işlerine gelmediği için uygulayan çıkmadı.

Ilımlı dil olmazsa ne mi olur? Denetim, yönetim açığı sürdükçe, bilimsel gerçeklerden uzaklaşıldıkça tarifi ve tahmini mümkün olmayan kırgınlıklar yaşanır, unutulmaz hakaretler havada uçuşur. Kendisini Olimpos’un zirvesinde konumlandıranlar, iç karartan ülke gündemine baş döndürücü bir hızla katkı sunmaya devam ederler. Çünkü amaç her şeyin onların istediği gibi olması, herkesin onlar gibi davranmasıdır.

Yazıyı uzattığımın farkındayım. Ama özellikle son yıllarda unutup inanan, inanıp unutan bir millet haline geldiğimiz için uzatmamak olmuyor Böyle ilerlersem bu yazı bitmez, iyisi mi somut örnekler vererek ilerleyeyim. Buz gibi soğuk havada ucuz et kuyruklarında saatlerce bekleyen emekli; “Mecburum beklemeye, bir zamanlar pazarda 100 liraya doldurduğum çantayı artık bin liraya dolduramıyorum!” diyorsa! Urfa’da 13 kişilik temizlik görevlisi kadrosuna rekor bir sayıyla 55 bin kişi başvuru yapmışsa! 4 kişiden biri muhtaç hale gelmişse! Yazı ve örnekler emekli kuyrukları gibi uzar gider…

TOBB’dan gelen verilere göre; Geçen yıl Şubat ayında 3 bin şirket kapanmış, bu yıl bir ayda 4 bin şirket. Açlık sınırı 20 bin TL’yi aşmış, yoksulluk sınırı 57 bin TL’yi bulmuş. DB, CB için “yeni yüzyılın kurtarıcı lideri!” demiş. O zaman tüm kurtarılacak işler ve başta şirketler kurtarıcı bekliyor demektir! Bu arada CB’nin; “Bugüne kadar eser ve hizmet siyaseti yaptım!” açıklaması! Politik gaf mı, espri mi, temenni mi? Çok doğru bir itiraf mı? Anlamak ve yorumlamak zor bilinen o ki; Çaresizliğin, mecbur bırakılmışlığın pençesinde yaşamak zorunda kalanların oranına bakınca Külliyenin işi daha da zor…

Rant merakımız

Öncelikle 2017 yılında 184 maden ocağı için izin çıkarken, bu sayı 2023 yılında 1330’u bulmuşsa! İstanbul’da toplanma alanları olarak belirlenen 470 alanın 300’ü imara açılarak, Rezidans, gökdelen, AVM yapılmışsa! Daha çok beton, daha çok inşaat, daha çok rant ve daha çok yeşile veda etmenin ülkemizi getirdiği yer, kendilerinin yönetim anlayışına göre tam bir eser ve hizmet siyasetidir!

Aslında hem alınan kararlar, hem de tablo son derece ürkütücüdür ama kime ne? Nasılsa deprem riski olmayan bir ülkeyiz! Bunun adı örgütlü kötülük müdür? Hesaplı kitaplı adımlar mıdır? Kamu ihale yasasına yapılan sık değişikliklerle ihalelerin yasaya değil, yasanın ihaleye uydurulması mıdır? Bilemeyiz. Bilinen o ki yeşili, doğayı sevmeyenler rant işini çok sevdi. Dolayısıyla Mecliste sandalye sahibi, devlette ihale adresi, piyasada söz sahibi olanlar bu işi niye sevmesin ve eksik kalsın ki?

Dev şehir hastaneleriyle çözülemeyen sağlık sorunumuz…

Sağlık politikasında bir derecemiz daha oldu! OECD ve Avrupa ülkeleri arasında kişi başına düşen doktor sayısıyla sınıfta kaldık. Enflasyon, işsizlik, yaşam koşulları gibi karşılaştırmalarda en kötü ülkelerden biri olarak başarılarımıza bu kez de sağlık alanında bir yenisini daha kattık. Şöyle ki; Bizde her bin kişiye 2.2 Dr. düşerken, OECD’de her bin kişiye 4 Dr. düşüyor. Yani Dr. sayısında Avrupa’da sonuncuyuz. Son beş yılda en az 10 bin hekim ülkemizi terk ederek yaban ellere gitmişse ve giderken; “Çalışma koşullarımızı bilseydiniz, bizi severdiniz, keşke bizi sevseydiniz!” demişse! “Giderlerse gitsinler!” denenler, gidiyorlarsa! Şapkayı öne koyup düşünme zamanı gelmedi mi?

Çözüm mü? Özgün, öncü, üretici ve çok yönlü duruşu olan, hayatı ve hayatın anlamını çoğaltan, bazen sığınak, bazen güvence, bazen umut, olan adresleri bulup, onların ardından gitmek! Zor mu? Zor. Ama denemeye değer. Çünkü sorun çok, çözüm yoksa aşmanın yolu çalışarak, dayanışarak, tavır sergilemekten geçer…

Sonuç ne mi olur? Temkin, tedbir, ihtiyat konuşmalarda kaybolup, yorgunluk, kırgınlık, yılgınlık artarsa iş başa ve kaleme düşer…

Daha sonra ne mi olur? Seçimlerde gereken ders verilir. Alınır mı? Yorumsuz…