Onaydan aferine, öfkeden nefrete uzanan U dönüşlü siyaset anlayışımız…

Bazı önemsiz sorunları meydan savaşı gibi görmek, beka diye yorumlamak ölüm kalım savaşı diye nitelemek, o kıvama sokmak ayrıştırıcı dile sığınmak son yılların siyasi modası olmuşken başlığın altı çok dolu…

Bugün belki etkili olur düşüncesiyle yine doğadan ve doğrulardan girerek söze başlarsak! Dağ taş çimentoya boğulmuş, yeşil yok gibi, sorunlar dağ gibi, sorumlular buz gibi, hava kurşun gibi ağır, faturalardaki artış ok gibi, kural ve kurum tanımayan yetkililer üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi, çarşı pazar kurulmuş ama halkın cebi bomboş. Bu böyle devam eder mi sizce? Elbette hayır.

O halde ne yapmalıyız? Sağımıza aklımızı, solumuza fikrimizi, önümüze Cumhuriyetin kuruluş felsefesini alarak siyasilerin dermansız, devasız reçetelerine aldırmadan, arşivleri kabarık yöneticilerin üzerimizde haklı kaygılar uyandıran, tepki kabarmalarına neden olan açıklamalarını asla unutmayarak yola devam etmeliyiz.

Çeyrek asırdır enlerden vaz geçmeyen; en büyük olanı açan, en uzununu yapan, en hızlısını hayata geçiren, en pahalısına mal eden, montaj ve kaset siyasetini çok içselleştiren (ne çok sever olduk bu işleri’) yönetim kadrosunun atılımlarını not ederek yola devam etmeliyiz…

Kendileri duymasalar daha doğrusu işlerine gelmese de ülke yönetiminde sorumluluk sahibi olanların ve olmak isteyenlerin olmazsa olmazları vardır. Nedir onlar? Sözünün eri olmak, halka ayırım yapmadan şefkatle yaklaşmak, U dönüşlerine sıcak bakmamak, günün adamı olmamak, yanlış yere bilet almış yolcular gibi savrulup durmamak, ilkelerinden ödün vermemek, üstenci, ısrarcı, inatçı dilin, rakip mi ortak mı belli olmayanların izinden gitmemek gibi…

Bitmedi. Biter mi? Yine siyasete atılmanın, karar mekanizmalarında görev almanın asgari ölçüleri, kırmızıçizgileri, anahtar sözcükleri vardır. Nezaket, duyarlılık, sabır, saygı, iş bölümü, mesleki ahlak, kurumsal ahlak, kişisel ahlak gibi, kültür ve sanatla başınızın hoş olması gibi, toplumun mayasına çalınan darbelerin izlerini ve etkilerini fark etmek kadar fark ettirmek sorumluluğu gibi…

Ülkelerinin en önemli krizlerini akıllıca çözen liderlere bakınca iç çekmek gibi, samimiyetle, zekâyla, bilgiyle, eğitimle, vicdanla ve ekip ruhuyla hareket edenleri görünce öykünmek gibi! Dertlerine çare bulamayan insanların suçun üstü örtüldükçe adalet ve hukuk kavramlarını sorgulaması gibi, doğru bildiğini söyleyip yalnız kalmakla, susup kalabalık olmak arasındaki seçimde ilkinden yana tavır almak gibi…

Yazılıp çizilenleri ister şefin önerisi sayın, ister yazarın notu deyin, ister ev ödevi olarak görün, ister karne notu alacağınızı farz edin! Size kalmış. Ola ki etkili olur, dikkat çeker diye yazayım dedim Bunların hepsi mi, dahası mı? Yoksa? Yoksası zaten yok.

Onayın, aferinin, öfkenin, nefretin, cehaletin neden oldukları...

Gerçekleri görmeyenlerin, yok sayanların, küçümseyenlerin, ortamı her sözüyle gerenlerin, saldırıyı ve nefret dilini sürdürenlerin yeni bir sayfa açıp açmayacağı belli ve netken başlığın altı çok dolu…

Bazı önemsiz sorunları meydan savaşı gibi görmek, beka diye yorumlamak ölüm kalım savaşı diye nitelemek, o kıvama sokmak ayrıştırıcı dile sığınmak son yılların siyasi modası olmuşken başlığın altı çok dolu…

Hal böyle iken eğitime kapı aralarsak! Ülkemizdeki üniversitelerin uluslararası sıralamada adı bile geçmiyorken, ya da en alt sıralarda geçiyorken, anlı şanlı üniversitelerimiz ilk 500’de yokken, Hacettepe, ODTÜ bile 800- 1000 bandında yer alıyorken, lisans, ön lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde kayıtlı toplam öğrenci sayısı 8 milyonu geçmişken, ilk kez üniversite mezunu işsiz sayısı lise mezunu işsiz sayısını geçmişken başlığın altı çok dolu…

Doğan her bebek 51 bin TL borçla doğuyorken, ülkenin yakıcı sorunları hakkında yetkili ağızlardan günü kurtarmanın dışında derde deva tek bir söz duyulmazken, ölçüsüz övgü peşinde olanlar sınır tanımazken, hele de gözleri her daim ışıldayan bakan hiçbir şeyin farkında değilken başlığın altı çok dolu…

Şimdi bir kez daha beyin göçüne bakma zamanı…

İnsanlar neden gider sorusunun yanıtı çok ve çeşitliyken, umutsuzluk, yılgınlık, iş bulma umudu, gelecek endişesi gibi nedenler başı çekerken, insanın evini, geçmişini, anılarını, arkadaşlarını kaç koliye, kaç valize, kaç bavula yerleştirebileceği, ya da sığdırabileceği bilinmezken başlığın içi çok dolu…

Gitmek mi zor, kalmak mı zor derken, değişimin zahmetsiz ve bedelsiz olabileceği akıldan çıkmazken, gidilen ülkelere hemen ve kolayca uyum sağlanıp sağlanamayacağı bilinmezlerle doluyken başlığın içi çok dolu…

Sürekli gittiği mekânları, doğup büyüdüğü mahallesini, her gün arşınladığı sokakları, yollarını aşındırdığı caddeleri, bayramını seyranını, modasını adasını, kafesini fırınını, güneşini kışını, yazını tozunu, çaresizliğine çözüm bulan annesini, belki bir daha göremeyeceği baba evini kaç kutuya sığdırabileceği soru işaretiyken başlığın içeriği çok yakıcı...

Eskiler bi yerlere göçerken “gidip de dönmemek var gelip de görmemek var” derlerdi. Bu söz hala güncel ve değerli iken, tanımadığın bir yere giderken, dönüşte tanıyamayacağın bir kenti de hesap etmek gerekirken, bizler gibi sımsıkı sarılmayan, dönüp dönüp bağrına basmayan, içten ve sıcak bakışlarla süzmeyen bir yere alışmak kolay değilken, yemeğinden tatlısından, mis kokulu simidinden vaz geçmek çok zorken başlığın altı çok dolu…

Anneler; sevgi, şefkat, ömür boyu kol kanat germe, babalar; kontrol, disiplin, otorite demekken! Son yıllarda giderek artan güvensiz, çalkantılı, huzursuz bir iklimde silkelenip duranların iç dünyası alt üstken, yürekte asılı kalan soru işaretleri yığın yığınken, kaçışlar, yok sayışlar, debelenme, yok oluşu körüklerken ve insanların iç dünyasında fırtınalar yaşanırken başlığın altı çok dolu…

Bir yanda yutkunup susanlar, bir yanda aslanlar gibi kükreyenler varken, bir yanda bin bir yetenek sahibi yürekli insanlar yok sayılırken, diğer yanda ben neredeyim ya da ben ne yapıyorum diye sormayanların sayısı hızla artarken, bir yanda çıkışsız kapılarda bekleyenler, diğer yanda geçmişe yönelik sorgulamalar, kaçışlar, verilen ya da verilemeyen sınavlar, yanıt alınamayan sorular, huzursuzluğun ve tutarsızlığın başrolde olduğu bir ortamda yaşananlar varken başlığın altı çok dolu…

Sözün özüne gelince! Farklı disiplinlerde ders verdiği kurumlarda gençlerin yurtdışına gitmesinin tanığı olan bir eğitimci olarak, içimi soracak olursanız! Sormayın. Sorarsanız; sessizlik, şaşkınlık, çaresizlik, boğazı dokuz boğum eden, yüreği acıtan, gözleri dolduran bir duygu fırtınası derim…

Etiketler
Muş