Zihinsel Yalnızlık Duygusal Kırılmaları Artırıyor
"Toplum güvene ve huzura özlem duyarken, yaşama sevinci ve hevesi uçup gidiyor, umut, iyimserlik, dinginlik aranıyor."
Zorlayan ve geren ekonomik ve sosyal koşullar güvenilir limanları azaltıyor, yakınlarına- dostlarına zaman ayıran, emek veren, emeği görenler azalıyor, karamsarlık, şaşkınlık, hüzün, kaygı yüreklere yerleşiyor. Toplum güvene ve huzura özlem duyarken, yaşama sevinci ve hevesi uçup gidiyor, umut, iyimserlik, dinginlik aranıyor. Uzmanlar, ruh bilimciler; “Bu koşullarda hasarları düzeltmek zor ve zaman alıcı olacak, bakmak, görmek, duymak, dinlemek şart!” şeklinde açıklamalar yapıyor.
Nasıl olmasın ki diye sorarak ilerlersek; Eğitimde şiddet, sağlıkta şiddet, kadına şiddet, hayvana şiddet, sokakta evde, işyerinde şiddet dolu dizgin sürerken sağlıklı ruh hali mümkün mü? Hele de cumhuriyet kuşağının öngörüsüyle ve o değerlere inanan ailelerimizin özverisiyle bir baltaya sap olan kuşak için! Nice değerli dostun ve dostluğun adresi olan yurtlar, okullar, kurumlarda yetişen kuşak için! Özetle gelenekle gelecek arasında gidip gelen ama orta yolu bulan kuşak için…
Birilerine kızıp, birilerini kınıyoruz da ne değişiyor?
Sesi duyulmayanlara, sesini duyuramayanlara bakınca! Kaderine terk edilen eğitime, 24 yılda 9 kez bakan değişen MEB’e! Şehir Hastanesinde 2027 yılına verilen endoskopi randevusuna! Ne zaman bir kriz olsa ilk gözden çıkarılan sanat dallarına ve haksız darbelerin boy hedefi aydınlara bakınca!
Bu arada duvar örmeyelim, uzak durmayalım, kadınlığa dair yaraların çok benzer ve tanıdık olduğunu da unutmayalım derken; Bir yanda olmuyor, olamıyor, olmayacak diyenler var, diğer yanda bu bahar başka bahar deyip direnenler var, bir yanda gerçeklerin inşası için elini taşın altına koyan ve radikal kararlar alanlar var, pek çok alanda yok sayan ve görmezden gelen bir anlayış var…
Bir yanda ekonomik dalgalanmalar, tüketimin azalması, üretimin düşmesi, tünelin ucunda ışığın görünmez oluşu var. Diğer yanda konforlu, rahat, huzurlu bir hayatı seçmek yerine dikenli alanları tercih edenler var. Bir yanda sosyal sorumluluktan öte yurttaşlık görevi sayarak, bakış açılarını değiştirmek, sürekli bir şeyler yapmak için çaba sarf edenler, yaptığı işi ve gönül verdiği işi önemseyenler var.
Bir yanda hesap sormak yerine bir yere kapağı atanlar, gelen ağam giden paşam diyenler, diğer yanda gözlerinde soru işareti içeren bakışlarla olup biteni gözleyenler, yeri geldiğinde de sesini gür çıkaranlar var.
Bir yanda yerelden evrensele, spordan sanata, müzikten edebiyata, eğitimden siyasete düşlerimiz, hayallerimiz hedeflerimiz var, diğer yanda görmediğimiz, yok saydığımız, önemsemediğimiz ancak dikkatleri çekmese de, değeri bilinmese de; bilgi birikimiyle, dirençli, deneyimli, cesur, barışçı, halkçı, bilinçli ve değişmez çizgisiyle iz bırakan, üslubu olan, ustalığını kanıtlayan, üstatlığı tescil edilmiş yazarlar, sanatçılar, bilim insanları var…
Bir yanda yazıp çizmeyi çılgınlık olarak görenler, diğer yanda saygınlık olarak, özel bir emek olarak değerlendirenler var. Bir yanda koruma orduları, araba sevdası, uçak merakı, çakarlı konvoylar, israf, gösteriş, şaşaa ve debdebe var, diğer yanda; “Torunumu parka götüremiyorum, ya oyuncak isterse diye!” yakınan emekli dedeler var.
Buz üstünde yürümektense; Ya esaret ya cesaret mi demeli?
Şimdi sorulara geçersek; Muhasebe yapmak, özeleştiri de bulunmak neden unutuldu? Gelinen durumun karşılığı eyvah ki eyvah mı? Bazı dostlukların sürüyor olmasının nedeni tarafların özverisi olduğu kadar bir mucize olarak görülmeli mi?
Yoksa “Eskiden bardağın dolu tarafını görürdüm, bir baktım bardakta kırılmış benim gibi, hayallerim gibi!” diyen okurumuza hak vermekle beraber; Bazen yaşamı bir harf nasıl da değiştiriyor değil mi? Karar bize kalmış; Ya esaret ya cesaret diyerek noktayı koysak mı?