Bilgiyi Bilince Dönüştürmek...

"Haziran ayı başından beri çıkan orman yangını sayısı 1728. Yazıyla bin yedi yüz yirmi sekiz! Buna can mı, canlı mı, hava mı, yeşil mi, orman mı, toprak mı dayanır? Giden kim mi? Sadece ağaçlar değil, kuruyan toprak, çölleşen ülke, çatlayan barajlar, kirlenen içme suyu, azalan yeraltı suları acaba toprağı, insanı, suyu değil rantı önceleyenlere tüm bunlar bir şey ifade ediyor mu?"

A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Sevilmenin, sayılmanın, böbürlenmekten uzak durmanın, tepeden bakmamanın, haykırmadan konuşmanın, kinden, nefretten, öfkeden beslenmemenin, ilkeli ve yararlı olmanın okulu yoktur. Ancak bilgiyi bilince dönüştürmenin, tutkuyu birikimle harmanlamanın ve göze sokmadan kanıtlamanın yolları ve yöntemi vardır. Sayılanlar ve unutulanlar en çok da siyasi kadrolarda olması gereken özelliklerdir ama günümüzde her kademede ara ki bulasın…

Ülkemizde ve dünyada kötülük yapmak, kasıtlı adımlar atmak son günlerin vazgeçilmezi adeta. Oysa iyiliğe, vicdani ve insani adımlara, sevgiye, saygıya, ciddiye alınmaya, güler yüze, nezakete ve kibarlığa hasret kaldığımız bu günlerde bu tür değerlere ne çok ihtiyacımız var.

Şimdi gel de bilinci bilgiyle, tutkuyu birikimle harmanlayanları, yol göstericiliği ve erdemiyle iz bırakanları sevgiyle, saygıyla, özlemle anma, arama…

Şimdi gel de Büyük Atatürk’ün İstiklal ruhunu, diplomatik dehasını, laik, halkçı, bağımsız karakterini, önlemler ve öneriler konusundaki pratik zekasını, halkla, köylülerle, gençlerle, öğretmenlerle, askerlerle iletişimini özleme, anma, alkışlama…

Şimdi gel de annelerin inadının ve ahının nelere kadir olduğunu unutanlara; Bülent Arınç’ın Beylikdüzü Belediye Başkanı Murat Çalık’ı ziyareti sonrası; “Herkese insaf, merhamet, vicdan tavsiye ediyorum!” şeklindeki açıklamasının ne çok şey ifade ettiğini hatırlatma. Özellikle de eski yol ve dava arkadaşlarına!

Neden, niçin, nasıl sarmalında dönüp dururken…

Neden, niçin, nasıl sarmalında dönüp dururken! Şiddet, dehşet, vahşet üçlemesine sıklıkla tanıklık ederken! Geleceğimize ve doğaya ait insanın içine işleyen toplumsal kayıplarla yüzleşirken! Yüzlere sinmiş tarifsiz hüzünler, sıkılı yumruklarla dolaşırken! Hele de orman sahası içinde yer alan maden ruhsatı sayısını 22 bine çıkaran, kapatılan yangın eğitim merkezlerini önemsemeyen, her koşulda suskunluğunu koruyan ve sorumluluk almayan yöneticilerle baş etmeye çalışırken! Ya da gereksiz harcama, lüks tüketim, aşırı israf, anlamsız dış seyahatler vb. “tasarruf ve itibar” diye açıklanırken! İhmali, dikkatsizliği, duyarsızlığı kadere bağlayanları görünce; Gel de Sabahattin Ali’nin; “Bazen insan olmak haysiyetime dokunuyor!” sözünü hatırlama…

Bazı sözlerin ve gerçeklerin tarihin ve takvimin yaprakları arasında yer aldığını ve alacağını unutmuş olanlara hatırlatmak gerekir. Bir size ait olanlar vardır, bir de sizin ait olduğunuz yerler vardır. Bu ikisini ayırmak ve karıştırmamak gerekir.

Gündem artık yoğundan öte yorgun savaşçıların çabasına kitlendi…

Artık günlük sorunlar, ekonomik zorluklar, hatta sağlık bile ötelenir, ikinci plana atılır oldu. Sabah hangi haberle uyanacağımız, yatmadan önce ne gibi şeyler duyacağımız her şeyin önüne geçti. Yangınlar artarak, ikiye üçe katlanarak büyürken başka ne düşünülür ki?

Gün ağarıyor ormanın yarısı kül olmuş, akşam oluyor, yangın diğer yerleşim birimlerine sıçramış, insanlar, canlılar, kaygı ve korku içinde. Tüm bu sonuçlar hayatı ve geleceği tehdit ederken; Neden imar aflarıyla insanların teşvik edildiği unutuluyor? Ya da her yere bolca bulunan ve harcanan para yangın söndürmeye gelince bütçeden pay ayrılamıyor, mevcut ekipmanlar gözden çıkarılıyor!

Haziran ayı başından beri çıkan orman yangını sayısı 1728. Yazıyla bin yedi yüz yirmi sekiz! Buna can mı, canlı mı, hava mı, yeşil mi, orman mı, toprak mı dayanır? Giden kim mi? Sadece ağaçlar değil, kuruyan toprak, çölleşen ülke, çatlayan barajlar, kirlenen içme suyu, azalan yeraltı suları acaba toprağı, insanı, suyu değil rantı önceleyenlere tüm bunlar bir şey ifade ediyor mu?

Yine otel yangınlarında ölenlerden, yeşili yuva yapan canlılardan, orman yangınlarında yaşamını yitiren görevlilerden, trafik kazalarında hayatını kaybedenlerden, denizde boğulanlardan, yollarda telef olanlardan, gergin kocanın silahından çıkan kurşunlarla hayatı biten kadınlardan geriye kalan çaresiz aileler, yarım, yaslı, eksik hayatlar, yaşam boyu unutulmaz- onulmaz bir acı yönetim erbabına bir şey anlatıyor mu?

Fikrimiz sorulursa verilecek cevap bellidir! Olup bitenler onlara yetmese de bize “yetti artık” dedirtiyor. Çünkü attıkları her adım onları tatmin etmese de ya da onlara yetmese de bizi artık çıldırtacak kıvama getirdi…

Gelelim beklenti ve özlemlerimize…

Eleştiri kolaydır, direnç göstermek zordur, alay etmek mümkündür, duvar örmek hem kolay hem zordur, duygusal sığınaklar bazen gereklidir. Bunları biliyoruz. Ama tüm bunları anlamakta ve içimize sindirmekte zorlanıyoruz, başka yolu yok diyenlere karşı da içten içe bileniyoruz.

Keşke hayretle bakmak yerine, bulunduğu her konumda tevazuu sahibi olan, her koşulda gülebilen yöneticilerimiz olsa. Keşke susuzluğu artıracak, çölleşmeyi çoğaltacak Kanal İstanbul projesi için inat ve ısrarla yola devam edilmese! Tüm bu yanlı ve yanlış adımların sonunda da olanın doğaya, insana, ülkeye, geleceğimize, hayatlara mal olacağı hatırlansa ve unutulmasa. Keşke engellenebilecek, kontrol edilebilecek olan bu tür yangınların organize bir ihmalin sonucu olduğu kabullenilse…

Özetle! Bolu Kartalkaya’da çıkan yangında 78 kişinin yanarak ölümünün neden ve sonuçları hala açıklanmamış, aydınlığa kavuşmamışken! Bir süre önce Kuzey Irak’taki bir mağarada metan gazından zehirlenerek hayatlarını kaybeden 12 askerimizin acısı ve anıları tazeliğini korurken! Eskişehir’de yangında 5’i orman işçisi, 5’i AKUT görevlisi 10 kişinin daha yanarak ölmesi yürekleri dağlarken! Her seferinde yüksek tepelerden “takdiri ilahi, şehadete erdi, kader kısmet!” gibi açıklamaların gelmesi acıları azaltıp teselli eder mi?

Keşke gelişmiş batıdaki gibi özür ve istifa kavramları bizde de geçerli olsa. Böylesi bir özür açıklamasını veya istifa haberini öğrenemeyeceğimiz ve asla duyamayacağımız kesinken! Bizim ki de fazla mı iyimserlik oldu ne?

Neden derseniz? Şundan. Bugüne kadar duyulmadı, görülmedi ve yaşanmadı da ondan…