Zaman Yolculuğuna Çıkaran Konserden Aklımda ve Damağımda Kalanlar…
27 Nisan Pazar akşamı İstanbul Anadolu Medeniyetleri Müzik Topluğu; Başarının, emeğin, yeteneğin, çabanın, özverinin harman olduğu bir konser verdi. Şef Ümit Atalay’ın yönetiminde usta seslerin ve sazların icra ettiği konser tek kelimeyle harikaydı desem…
Klasik müzikten geleneksel tınılarımıza, içimize işleyen Anadolu türkülerinden tüm salonun iştirak ettiği unutulmaz parçalara kadar; Sanatın gücüne, insanlardaki yansımasına gönül veren ve inananların doldurduğu koca salondakiler; konseri zaman zaman içimiz titreyerek, hep duygulanarak, bazen coşarak, ama durmadan alkışlayarak izledik desem…
Aileden biri gibi karşılanıp, uğurlandığımız gecede; sunum, giysi, içtenlik, heyecan, kalite, başarı, yaptığı işin hakkını verme gibi özellikle sanat dalında olmazsa olmaz sayılan niteliklerin, hele de tüm ekibin ekvator sıcaklığındaki içi ısıtan bakışlarıyla salonu sarıp kavraması bana ve bizlere ilaç gibi geldi diye ilave etsem…
Yetinmeyip! Kimi ortamlar kimi insanların gelişiyle aydınlanır, gidişiyle kararır, ortam tenhalaşır, gönüller buruklaşır. Çünkü onlar sesleriyle, sözleriyle, enerjileriyle, esprileriyle ortama renk katar, aranan, sorulan, beklenen özlenen olup çıkarlar ve arkalarından hep dudaklarda bir gülümseme, yüreklerde bir sıcaklık bırakırlar diye bir de gönderme yapsam...
Hızımı alamayıp! Keşke yalnızca güzelliklerden, sakin sessiz, saygılı, sabırlı, kavgasız, gürültüsüz, patırtısız, özür dilemeyi, hoşgörüyü bilen, sanata ve kültüre değer veren bir iklimden söz edebilseydik, dünya yaşanmaya ne kadar değer olurdu demeye getirsem…
Ve konserin ayrıntılarına geçsem!
Sadece salonla sahneyi değil, sanatçıyla seyirciyi değil mekân-insan ilişkisini de ortaya koyan bu konserde seçilen parçalar, dinleyicilere sadece geçmişi, ustaları değil, bugünü, yarını değil, dünü ve geleceği de yaşattı. Bir kez daha ustaların kalıcılığını, beste ve güftelerin kuşakları nasıl etkilediğini hatırlattı. Böyle bir konserin büyük bir emek ve ekip işi olduğunu, ardındaki saz heyetinin, repertuar seçiminin, uyumlu seslerin ciddi çalışma, saatlerce süren provaların, özen ve özveri gerektirdiğini bir kez daha kanıtladı…
İki bölümden oluşan konseri izlerken, hele de hayranı olduğunuz birbirinden değerli müzik otoritelerinin parçalarını dinlerken, yüzlerde belirlenen gülümseme bazen gözlerden inen iki damla yaş, gözlere yansıyan tebessüm, yüreğe yerleşen geçmişe yolculuk görülmeye değerdi. Doğrusu…
Suat Sayın’dan Yıldırım Gürses’e, Nida Tüfekçi’den Muzaffer Sarısözen’e, Hicazdan Nihavende, Urfa’dan Malatya’ya çok geniş bir repertuarla dinleyicileri çok etkileyen konser için söyleyecek sözüm çok ama söze nasıl başlayacağımı, nasıl bağlayacağımı, nerede nokta koyacağımı bilmiyorum.
Bildiğim o ki; Bugün siyasetin çıkmaz koridorlarından uzaklaşıp, sanatın dinlendiren derinliklerine dalarsam; Şu soruyu sormam gerekir? Sizin hiç iki saat boyunca duygudan duyguya savrularak, sık sık duygulanıp hatta ağlayarak, yer yer içimizden, yer yer sesli sedalı tüm şarkılara eşlik edip tempo tutarak geçirdiğiniz bir zaman dilimi oldu mu? Benim oldu.
Nasıl oldu derseniz? Kültürlerin buluşmasına ve kucaklaşmasına çok ihtiyaç duyduğumuz! Buz üstünde yürür gibi tedirgin olduğumuz! Deprem korkusuyla, siyasi belirsizliklerle, sindirilmesi zor gerçeklerle, güven duygumuzun her geçen gün örselenmesiyle, başta İstanbul olmak üzere yerel yönetimlere yapılan şafak baskınlarıyla geçen, insanı üzen ve geren günlerden geçtiğimiz ülkemizde; ufuk açan, çoğaltan, zenginleştiren, 9 kişilik saz heyeti ve 8 kadın, 7 erkek sanatçıdan oluşan konseri izlerken oldu…
Başta koro şefi olmak üzere üslup, ustalık, üstatlık ve profesyonelliği bir araya getiren saz heyetinin, korist ve solistlerin kıymetli anları ve anıları oluşturduğu konsere tanıklık edince oldu. Repertuarın zenginliği, özgün ve özel yorumlar, beden dili, mikrofon hâkimiyeti, sahne alışkanlığı, salonla sahnenin bütünleşmesi gibi az bulunur faktörler bir araya gelince oldu…
Yine! Zorlayan günlerden geçerken, hele de sanatın kollayan, kucaklayan saran, kavrayan özelliklerine ihtiyaç duyarken, Büyük Atatürk’ün; “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir!” sözüne sımsıkı sarılırken oldu. Genelde sanat, özelde müzik diyerek daha çok konser izlemek gerektiğini, hatta kendi kendime bir yolunu bulup herhangi bir koroya girmek(!) şart derken oldu…
Kısaca! Soluğumuzu tutup ama gözyaşlarımızı tutamadığımız, ağlarken bile eşlik ettiğimiz sık sık BİS diye alkışladığımız koroyu dinlerken oldu…
Aslında geçilmemeli ama bu ara başlığa şimdilik virgül koyarsam!
Öncelikle! Kök salmış, yıllarca kuşaktan kuşağa aktarılmış, bilinen, ezber edilen, belleklere ve yüreklere kazınan şarkıları dinlemek harikaydı. Şarkı sözlerinin sahneden iri harflerle barkovizyona yansıtılması katılım açısından çok iyi düşünülmüştü. Ustaların çaldığı, kendini kanıtlamış seslerin eşlik ettiği, klasik ve otantik eserlerle Mardin’den Kars’a, Çanakkale’den Malatya’ya uzanmak tüm salona iyi geldi. Hakkını vererek icra edilen eserleri dinlerken, sanatsal yolculuğumuz tüm hızıyla devam ederken bazen iç acıtan anılar, çoğu kez liman gibi sığınılan yapıtlar herkese- hepimize çok iyi geldi…
Böylece bir kez daha sanatın insanın aynası, kişisel ve toplumsal yaşamın ruhu, dünden bugüne, bugünden yarına uzanan köprü, hem görsel, hem işitsel, hem zihinsel anlamda tüm sınırları zorlayan dalın adı olduğunu hatırladık. Her şeye karşın insanın beynine, yüreğine ulaşmanın en kestirme, en garantili yolunun sanat olduğunu, o nedenle sanatla yüz yüze gelmenin insana iyi geldiğini, sanata emek veren herkesin emeğinin teslim edilmesi, değerinin bilinmesi gerektiğini anımsadık…
Önemli Not: “Sanatın koruyucu, kollayıcı, daha da önemlisi yaratıcı etkisi ve yarattığı mucizeler malumdur. Bazen insanlar, bazen toplum bu yolla soluk alıp verir!” diyen Büyük Atatürk’ü bir kez daha andık, alkışladık…
Hatırlatma Notu: Daha geniş ve kapsamlı yorumları konseri izleyecek olanlara bırakıyorum. Yazının devamını Perşembe günü okuyacaksınız…