Ne hayal kaldı, ne heyecan…

Hele de iyi ki ve keşke dediğimiz zamanları ve adımları düşününce çok daha dikkatli adımlar atmalıyız. Ayrıca bizim siyaset anlayışımız bilime, aydınlanmaya, kadına, çağdaşlığa yüz vermiyor. Maalesef bu siyasette de, iş yaşamında da, özel hayatta da geçerli.

Başlığa bağlı kalarak soruyla devam edersek; Bugünü anlamak için geçmişi iyi okumak gerekmez mi? Kuşkusuz evet! Geçmişten örnek ya da ders almak gerekmez mi? Tartışmasız evet! Alınmazsa suçluluk hissi dipsiz bur kuyuya dönüşerek insanı rahatsız etmez mi? Yorumsuz! O halde konuları sütuna yatırma zamanı…

Yıl 2023. Her şey ateş pahası, patatesin kilosu 20 TL’ye dayanmış. Sağlık Bakanlığı hekimlere iki önlük parası 70 TL yatırmış. Sayın bakana bir hekim eşi olarak deontolojik duyarlılık çerçevesinde bir sorum olacak, bu paraya iki önlük nerede satılıyor? Adres verirseniz oradan alalım. Piyasada en az 400 TL civarında da…

Konu sağlıktan açılmışken hatırlatalım. Hasta başına düşen hekim sayısında Avrupa ülkeleri arasında, 29 ülke içinde son sıradayız. 459 hastaya bir hekim düşüyor. Ülkemizde hekim sayısı 183 bin 569. Almanya’da 377 bin, İtalya’da 243 bin, Fransa’da 216 bin, İspanya’da 213 bin. Giderlerse gitsinler öyle mi? Bunun sonu “ölürlerse ölsünler!” demek mi? Bu arada TBB açıklama yaparak; “2 bin 685 doktor gitti, aynı günde 3 doktor intihar etti!” diyor. Akademik Dayanışma Platformu 12 bin civarında akademisyen ülkeyi terk etti diyor. Sayılar ortada iken ülke nereye gidiyor desek mi?

Sırada muhalefete yönelik sorular var! AB İstatistik Kurumu et- balık, tavuk tüketimi verilerini paylaştı. Buna göre 2 günde bir etli yemek, beyaz et- tavuk- balık tüketimi esas alınıyor. Ülkemiz sonuncu olmuş. Şaşırtıcı mı? Değil. Ancak koltuk sevdası ağır basan muhalefet bu konuda ne düşünüyor doğrusu merak konusu…

ASO diyor ki; ülkeden gerçek yatırımcı gitti, rantçı yabancı geldi. Ülkemiz milli gelirde 40 yıl geriye gitti. Üretim ve ihracat küçüldü, tüketim ve ithalat büyüdü. Yeşil dönüşümde dünyanın gerisindeyiz. Bu ve benzeri pek çok konu ve sorun muhalefetin gündeminde mi? Yoksa önemli olan delege ağırlıklı seçimler mi?

Bir yanda ekonomik krizin emekçinin, emeklinin, yoksulun sırtına yüklenmesi, diğer yanda yönetimin yanlış ve yanlı politikaları yüzünden ciddi bir göçmen sorunuyla boğuşuyor olmamız kurucu partinin programında yer alıyor mu?

Yine bir kadın vekilin çıkıp Filenin Sultanlarına kuru bir teşekkürle yetinerek ve fakat bacaklarını buzlayarak sözüm ona kutlamasını nasıl karşıladınız? Ya da bir müftünün kalkıp; “Düğünlerde davetiyeye annenin adı da yazılıyor. Ne gerek var, babanın adı yazıyor kâfi, yok efendim eşitlik var âlemde, başkalarının senin eşinin adını bilmesine ne gerek var!” şeklindeki kadını yok sayan, kimliğini hiçe sayan açıklamasına ne diyorsunuz?

Tam da burada ve yeri sırası gelmişken aklıma geldi paylaşmadan geçemem.

Yıl 2007. Kocası Arjantinli olan arkadaşım Feray’ın kızı Rosaria’nın düğünü için Buenos Aires’teyim. Bizdeki düğünler gibi önce nikâh kıyılacak, sonra düğüne geçilecek. Nikâhı kıyan kadın görevli uzun bir konuşma yaparak, evliliğin önemini, boşanmamın zorlukların sıraladıktan sonra tanıkları çağırınca şaşırdım, çünkü nikâhın tanıkları gelin ve damadın anneleri idi. Anneler yerlerini alıp, uzatılan mikrofona çocuklarına ait özlü, vurgulu duygusal birer konuşma yaptıktan sonra nikâh töreni başladı. Çok merak ettiğim anne tanıklığı konusunu görevli memura sorunca aldığım yanıt ders verici, göz açıcı ve göz yaşartıcı idi; “Tabii ki anneler tanık olacak, en büyük emeği onlar vermiyor mu?”

Acı ama gerçek…

Sayın müftü! Oralardan ders mi alsak acaba? Afrika’nın ilkelliğinde, Afganistan’ın yoksulluğunda, Anadolu’nun çaresizliğinde, İran’ın acımasız dayatmalarında; adını da, yolunu da, dilini de bilmediği hemcinsleriyle birlikte hep aynı acıyı çeken kadınların adını davetiyelerden çıkarmaya mı sıra geldi? Başka neler var gündeminizde?

Demek ki biz kadınlar! Öfkelerini her fırsatta kusarak, iç dünyalarındaki sancıları aşamayarak, kendilerine alan açmak ve temize çıkarmak için bin bir takla atarak, toplumda derin bir güven bunalımına neden olup, el birliğiyle kaygan zemin yaratanları görünce çok daha dikkatli olmak zorundayız.

Hele de iyi ki ve keşke dediğimiz zamanları ve adımları düşününce çok daha dikkatli adımlar atmalıyız. Ayrıca bizim siyaset anlayışımız bilime, aydınlanmaya, kadına, çağdaşlığa yüz vermiyor. Maalesef bu siyasette de, iş yaşamında da, özel hayatta da geçerli.

Çünkü! Duymak istediklerimizi söyleyen çok az insan var. Acı ama gerçek…