Enkazın altında neler mi kaldı? Geçmiş, gelecek, anılar, umutlar ve bitmeyecek acılar…

"Ve enkazdan kurtarılan çocukların; “Baba yarın okulum var!” “Anne beni eve götür!” “Kardeşim nerede?” “Anne artık enkaz görüntüsü izleme!” gibi yüreğimize ve belleğimize kazınan sözlerini dağa taşa kazıma zamanı…"

Giriş notu: Pabucun pahalı, kahramanlığın ucuz, kadın hayatlarının ise sudan ucuz olduğu ülkemizde ilk kez içimden kadınlara ait bir yazı yazmak gelmedi. O nedenle bu yazımı 8 Mart Kadınlar Günü nedeniyle genelde her koşulda saran, sarmalayan, koruyan, arka çıkan, yol gösteren, rol model olan kadınların vefasına adıyorum. Özelde depremzede 11 ilimizde yaşayan hemcinslerimizin yarım kalan yaşamlarına ithaf ediyorum. Elde ettiklerinin bir anda kayıp gitmesinin yarattığı ekonomik sorunlarla, belirsizliklerle, güvensizlik, eşitsizlik, çaresizlik, geleceğe dair beklentilerini yitirme gibi soru işaretleriyle dolu yaşamlarında kolaylıklar dileyerek! Onulmaz acılarını yüreğimin en derinlerinde hissederek…

Gelelim gündeme! Günler geçtikçe sorgulama, hesaplaşma, özeleştiri, suçlu hissetme gibi duygular artarak sürüyor. Nedenleri çok sıralamaya çalışalım!

Ne diyor Meis halkı: “Ayrı toprağı, aynı havayı, aynı güneşi paylaştığımız dostlarımız! Sizin evlerinizle birlikte bizim de yüreklerimiz yıkıldı!”

Ne diyor Nazım Hikmet: “Uyanıp kaçamadılar/ Kuş olup uçamadılar.”

Ne diyor Prof. Şengör: “Yazılımcı, doktor, mühendis ihraç ediyor, çöp ithal ediyoruz!”

Ne diyor M. Barlas: “Ülkenin başında R.T.E gibi dünyanın en tecrübeli lideri bulunuyor. Hep sorunları çözerek ilerledi. Kriz yönetmeyi iyi biliyor. Zaten gücünü de zorluklardan alıyor!”

Farklı örnekleri uzatmak mümkün ama biz sorularla ilerleyelim.

Yatıştırma yerine ayrıştırma daha ne kadar sürecek? Binalarla birlikte dünyası yıkılanların, onarılması, sarılması, unutulması, rehabilite edilmesi zor bu yaraları nasıl sarılacak? Yukarıda bekleşen yaralı yüreklerin, enkaz altında biten yarım yaşamların, toprağın kucakladıklarının, yakınlarını kucaklayanların, herkesi sarıp sarmalayanların yanında yüksekten uçanların açıklamaları, suçun, ihmalin, sorumsuzluğun sonuçları nasıl unutulacak?

Kısa bir süre öncesine kadar sağlıklı, varlıklı, evi barkı olan, işi gücü olan, aşı ekmeği olanlar, çoluk çocuğu, ailesi, dostu, arkadaşı, ahbabı, yakınları, sıcacık yuvası ve hayalleri olanlar artık yarım ve yalnız kaldıklarına nasıl alışacak?

Şimdilerde rüzgârın, sağanak yağmurun, dondurucu soğuğun altında her şeyini yitirmiş, yalnızlığın, yoksulluğun pençesine düşmüş, yaralı yakınlarının derdine düşmüş, ekmek için, su için, bir tas çorba için, bir çadır için yollara düşmüş umutsuz ve kimsesiz depremzedeler bu zorlu yolu nasıl aşacak?

Bölgeden gelen haberlere göre hala sokakta ve soğukta insanlarımız karnını doyurmak, başını sokmak için çadır bekliyorsa! Hala insanlarımız bile bile, göz göre göre yerleştirilen liyakatsiz, yeteneksiz, sorumsuz kadroların umuduna terk edilmişse! Hala ihmaller, hatalar, yetersizlik “Suçla ve rahatla!” çıkışıyla kapatılıyorsa bu yaralar nasıl sarılacak!

Sorgulamak ve durup düşünmek zamanı…

Tayvan’dan Somali’ye, Nijerya’dan Yeni Gine’ye koşup gelenler imkânlarını seferber ederken günler sonra desinler amaçlı bölgeye giden siyasilere ne demeli? “Cennetten bir kare!” reklamıyla pazarlanıp yerle bir olan Hatay’daki 250 daireli Rönesans Rezidans için neler düşünmeli?

Saniyeler bile önemli iken arama kurtarma ekipleri ihtiyaç duyulan yerlere ulaşamıyorken, gönderilen yardımlara el konuluyorken, başlayan yağma önlenemiyorken, Kızılay satışlara doyamıyorken ortalarda çok az görülen yöneticilere ne demeli?

Hele de yakınmaları, geciken sağlık hizmetini, “bana milletvekili değil, yardım gönderin, niye kimsenin umurunda değiliz?” diyen yurttaşın sesini duymayanlara ne demeli? Sorunları görmezden gelip, ciddiye almayıp; “Her şey kontrol altında!” deyip savuşturanlara, övünülerek anlatılan 5 yıllık şehir hastanesi bile yerle bir olurken tek bir ses çıkarmayanlara ne demeli? Düşünmek yetmez hesap vermek zamanı…

Bilime sırtını dönenler, yandaşlarını kilit makamlara yerleştirenler, kaçak inşaatlara göz yumanlar, “Suçla” kolaycılığından medet umanlar! İnşaatlarda kullanılan kumu denizden, demiri hurdadan alanların yaptığı binalarda otururken betona gömülenleri kaderle açıklayanlar! Uygun olmayan zeminlere bina yapanlar! İnşaata dayalı büyüme modeliyle övünenler! Toplanma alanlarını ranta açanlar! Bel bağlanan modelin sonuçları hakkında ne düşünüyor, aç gözlülük, denetimsizlik, plansızlık, yeşili yok edip çimentoya boğma hırsının neden olduğu bunca ölüm ve yıkım karşısında neler hissediyor? Öğrenme zamanı…

Taraflı açıklamalardaki rahatlık…

Dayanışma rüzgârları yok sayılırken, STÖ’lerin çalışma ve işbirliği engellenmeye çalışılırken, tehditler, azarlamalar, hakaretler, cezalandırmalar hız kesmeden sürerken, feryatlara kulaklar tıkanırken, cehalet desteklenip, bilimin yol göstericiliği duyulmazken acı da öfkede artarak sürüp gider. Şimdi hesap sorma zamanı…

“Bendensin değilsin” ayrımcılığı hala sahada ve masada tüm hızıyla sürerken, ruhsatsız ve ruhsata aykırı yapılaşmaları kapsayan ve 47 yılda 8 kez, AKP döneminde 9 kez yapılan imar affının sonuçları görülmüyorken, ezber ettikleri üzere “bana oy vermedin seni yok sayarım!” mantığı yürürlükte iken acı ve öfkeyi haykırma zamanı…

Fay hattı üzerine, dere yataklarına, su havzalarına gökdelenler, hastaneler, kamu binaları ve havaalanları yapılırken, insan yaşamı yok sayılırken, sorulara cevap verilemiyor, sorular cevapsız kalıyorken her şeye rağmen söylenenlere hala inanılıyorken göz yumanları sorgulama zamanı…

Ülke genelinde 332 bin, İstanbul özelinde 60 bini bulan müteahhit, yüklenici, inşaatçı, ya da taşeron denilen iş kolları sahipleri; ezip geçen, yıkıp geçen, biçip geçen depremlerden sonra özeleştiri ya da bir iç hesaplaşmaya dahi gerek görmüyorsa bu hesap zor kapanır deme zamanı…

Hayalet kentlerde, molozların başında, derme çatma çadırlarda soğuğa mahkûm edilenler! Yakınlarını kurtarmak için enkazı kaldırmaya, toprağı elleriyle, tornavidayla kazmaya çalışanlar! Canlarını kurtarmak için canlarını tehlikeye atanlar! Yaşam boyu sürecek acılarla, ruhu da, bedeni de yaralı depremzedelerin iç acıtan, göz yaşartan görüntülerini unutmama zamanı…

Yardım isteyenleri, yardım etmek isteyenleri, en üst perdeden ve ağızdan defteri dürülenleri ve deftere not edilenleri, Sudan’dan Kenya’ya gelen yardımları kaydetme zamanı…

“Evimi, işimi, kentimi, geçmişimi kaybettim, enkazın altından çıkardığım canlarımı toprağın altına koydum. Bana bir ömrü bavula doldur çık diyorlar. Şimdi ben yaşıyor muyum?” diyen acılı babanın! Adıyaman’da enkazın altından çıkarılan “Biz kurtulduk ama Adıyaman silindi, geçmişimiz silindi. Koca bir hayatı, aile ve soy geçmişimi plastik bir torbaya doldurup bir bilinmeze doğru gidiyorum!” diyen G. Topbaş’ın gök kubbede acı yankılar uyandıran sözlerini sık sık hatırlama zamanı…

Ve enkazdan kurtarılan çocukların; “Baba yarın okulum var!” “Anne beni eve götür!” “Kardeşim nerede?” “Anne artık enkaz görüntüsü izleme!” gibi yüreğimize ve belleğimize kazınan sözlerini dağa taşa kazıma zamanı…

Etiketler
Okul