Bugünkü Yazımın Konusu ve Konukları! Koruyamadığımız Kadınlar ve Çocuklar
"Türkiye’de çocuk ve kadın olmanın bedeli giderek ağırlaşıyor. Yoksulluğun pençesi önce onları vuruyor."
Öncelikle başlığın nedenini hemen açıklamalıyım. Hayatın içine, arşivlere, yaşananlara, haber ve istatistiklere bakınca, tarihe ve gerçeklere sığınarak ilerleyince ortaya bu başlıkla bir yazı çıkması doğal değil mi?
Toplumun kırgınlığı, kızgınlığı, yorgunluğu o kadar arttı ki! Buna bağlı olarak cinayetler, boşanmalar, evi terk etmeler, kavgalar, yaralamalar öylesine tavan yaptı ki. İstanbul’da 33 bin, Ankara ve İzmir’de 14 bin çift boşandı. Bu sonuç geçim derdinin toplum psikolojisi üzerindeki yıkıcı etkisi değilse nedir diye sormayalım mı?
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı diyor ki; “Her 7 Ankaralıdan biri et, ekmek, doğalgaz, kömür, süt, öğrencilere de kırtasiye okul giysisi, sınav ücreti, kantin desteği başta olmak üzere belediyemizden yardım alıyor!” yardım alamayan, bazı yerel yönetimlerin, kişi ve kurumların desteğine ulaşamayan hanelerde durum nedir diye merak etmeyelim mi?
MEB’in nedense ekonomik gerekçelerle köylerdeki çocukların eğitim hakkından tasarruf ederek, 19 bin 708 köy okulunu kapatması, çocuklardan bir tas çorbayı esirgemesini hangi gerekçelere dayandırdıklarını sormayalım mı?
Ülkemize; buluş, beceriklilik, tutumluluk, verimlilik derken akla gelen toplam 10 milyon kadın işçi var! Üretimin, emeğin, tekstilin ve hazır giyim sektörünün kraliçesi olan, tekstil fabrikalarında, atölyelerde iplikçi, terzi, model çıkarıcı, overlokçu, aksesuarcı, ütücü, paketleyici, makastar olarak çalışan, ülkemizin en çok ihracat geliri sağlayan üçüncü sektöründe (1.otomotiv, ikinci turizmmiş!) çalışan, ancak bugünlerde piyasayı Çin, Bangladeş ve Vietnam’a bırakan kadın emekçiler diyor ki; “Artık işten çıkaracak işçi kalmadı, elimizde sadece kapanacak fabrikalar kaldı, giyim sanayi can çekişiyor, biner biner işsiz kalıyoruz!” Bu açıklamayı yerli ve milli kalkınma can çekişiyor diye okumayalım mı?
İşten atılmalar, cinayetler, kadın katliamları dur durak bilmiyor…
2025’in ilk 2 ayında 321 bin emekçi işten atıldıysa! Yanlış tarım politikaları sonucu sebze ve meyvede ağız uçuklatan zamlar yağmur gibi yağıyorsa! Kadına yönelik şiddet hız kesmiyor şüpheli ölümlerde olağanüstü artış yaşanarak 3 ayda 67 kadın öldürülürken 83 kadının ölümü şüpheli bulunuyorsa! Kadın katliamı durmuyor farkında mısınız diye yazmayalım mı?
En temel hakları kullanırken şiddete uğrayanlar! Açlıkla sınanan milyonlar! Ezilen emekçiler, beslenemeyen çocuklar, işsiz gençler, atanamayan öğretmenler, tarih bilgisi ve tarih bilincinden yoksun olanlar tarafından hakarete uğrayan muhalif yurttaşlar bunca çokken halkın morali nasıl bozulmasın diye sormayalım mı?
Türkiye’de çocuk ve kadın olmanın bedeli giderek ağırlaşıyor. Yoksulluğun pençesi önce onları vuruyor. 1.5 milyon çocuk okula gidemiyor. Her 10 çocuktan 4’ü yoksul. Beslenemiyor, yeni giysiler alamıyor, düzgün ayakkabıya sahip olamıyor, sosyal dışlanma riski taşıyor, çalışırken hayatını kaybediyor, UNICEF’e göre ülkemiz 39 ülke arasında 38. sırada yer alarak çocuk yoksulluğunun en yüksek olduğu ikinci ülke oluyor. Ama bir özelliği var. Çocuklarına bayram armağan eden ilk ve tek ülke olma onurunu ve özelliğini hala taşıdığı için çocuklar her 23 Nisan’da Atasına koşuyor.
Sert önlemlerin yarattığı gergin iklim, gözümüzü kapatarak göz ardı ettiğimiz konuların çokluğu, geçim derdi, gelecek kaygısı, önlenemeyen enflasyon, mutsuzluk derken alım gücü her geçen gün azalan 25 milyon dar gelirli varken; Tüm bunlara sessizce ve uzaktan izleyerek bakmak acaba yaşamın olağan akışına uygun mudur?
Gençlerin anayasal haklarını kullanmalarına şefkat yerine şiddet göstermek, öğrenim haklarını ellerinden almak, insana, doğaya, karşı sevgiyi, saygıyı, acımayı yok eden sert ve hoyrat bir tavır sergilemek ne kadar doğrudur? Hele de olup biteni kanıksamak ve sessiz kalmak!
Özetle: Cumhuriyetimizin ilk kurulduğu yıllarda çocuklara, gençlere, kadınlara çok önem verilirdi. Çünkü destansı cumhuriyeti kuranlar başta Büyük Atatürk o olmak üzere gençti. Onlar omuzlarının üstüne toplumun yükünü koyan, gönlünü ve ömrünü barışa, özgürlüğe, çağdaşlığa adayanlardı. Tam da burada soralım? Dünyanın neresinde çocuk ve gençlik bayramı var? Keşke bu öngörüyü, çocuklara ve gençlere verilen değeri yöneticiler görebilse! Ne diyor İzmir Atatürk Lisesi mezunları; “Şu dağlar olmasaydı/ Çiçeği solmasaydı/ Güzel İzmir ne yapardı? Atatürk olmasaydı” Gelin İzmir’in yerine Türkiye’yi koyalım? Neyi, nasıl yapardık?
Özetin özeti: Yazıp çizmeyi çılgınlık olarak görenler, saygınlık olarak değerlendirenler ne der, ne düşünür bilmem ama! Bildiğim şu ki; Biz kadınlar ve gençler Atatürk dedikçe ve O’nun izinden ayrılmadıkça karanlıklar aydınlığa çıkacaktır.
Demem o ki; Yazarken gözlerim neden dolup boşalıyor, anlatırken sesim neden titriyor, boğazım niçin düğümleniyor? Gençler bizi uyandırdığı ve umut rüzgarları estirdikleri için olmasın?
İç karartan yazıya iki anekdotla nokta: ABD Başkanı Trump; “Ben ülkeyi ve dünyayı yönetirken çok eğleniyorum. Ben çok dürüst bir insanım!” demiş. MEB Yusuf Tekin: “20 yıl önce ilkokul bile yoktu, şimdi ise var ve hem de kaloriferli!” diye buyurmuş.
Soru notu: Ülkeyi ve dünyayı yönetenlerde olmasa bu toz duman arasında neye gülümseyecektik?
Kutlama notu: 1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı Dayanışma Günü kutlu olsun. Emeğin yok sayılıp, dayanışmadan korkulduğu günümüzde nasıl kutlanacaksa!