Bir şey olmak mı? Bir şey yapmak mı? Bütün mesele bu soruda saklı!

İyisi mi hal ve gidişata bakınca son sözü Türk Edebiyatı’nın ünlü kalemlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar’a bırakarak aradan çekilelim. Ne diyor yazar; “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor.” Yorumsuz…

Sorunlarla ilgili, konulara ilişkin soru işaretlerine bakınca! Büyüdüğü yol başka, yürüdüğü yol başka olanların çokluğunu görünce! Yaşanmışlıkları, ödenmiş bedelleri, sorgulanan yaşamları, keşke’leri, iyi kileri düşününce! Toplumsal kutuplaşmanın yarattığı iklimi, bu iklime katkı sunanları, yangına körükle gidenleri seyredince! Hele de yetkili zevatın kronikleşmiş toplumsal sorunlara gerçekçi, samimi, güvenilir çözümler yerine günü kurtaran açıklamalarını duyunca! Gel de çık işin içinden! Ama önce biraz yüreklere su serpelim, sonra devam ederiz iç karartmaya!

Çık sık yazdığım için gururumu, sevincimi, mutluluğumu fonda tutarak ve onları ayakta alkışlayarak, voleybolcularımızın yüz güldüren, göğüs kabartan, ayağı yerden kesen başarılarına girmiyorum. Ancak hatırlatıyorum! Kadın voleybolcuların başarısı karşısında celallenen bir din görevlisi demiş ki; “Spor mu yok? Peygamberin yaptığı sporu yap. Güreş tut, ata bin, ok at! Futbolun batsın senin!” Eyyy görevli! Merak etme sen! Güreşte de, okçulukta da, at binmede de destan yazar Atatürk’ün kızları…

Bu arada CB’nin ABD gezisi için ülkemizde atılan manşetlere değinmeden olmaz. “Başkan BM’de insanlık manifestosu yazdı. CB BM’ye damgasını vurdu. Dünya medyası onun sözlerini gündeme taşıdı. Tarihi konuşma dünya basınında yer aldı. Dünyayı yine ayağa kaldırdık. Sporda, sahada, masada lider!” Demek ki neymiş? Batıya bir kıskanma nedeni daha vermişiz. Bilgi, liyakat, özgüven, çalışkanlık birleşince ortaya böyle bir mucize çıkıyormuş. Bu şans karşısında daha ne isteriz?

Bazı basına göre hem sahada, hem masada oyun kurucu olan, ayrıca siyasi bir marka olan CB seçimlerden önce; “1 milyona yakın mültecinin dönmesi için Suriye’de konut yapacağız, onların ülkelerine dönmesini sağlayacağız!” demişti. ABD gezisinde ise; “Muhalefet geri gönderecek ama biz göndermeyeceğiz! 5 milyon mülteciye ev sahipliği yapıyoruz, yapmaya aynen devam edeceğiz!” dedi.

Çok haklı! Ülkemiz artık mülteciden geçilmiyor, demografi değişmiş, Afrikalı, Arap, Özbek, Suriyeli başta olmak üzere 25 farklı ülkeden sığınmacıya ev sahipliği yapıyoruz. Gelenler 13 milyonu aşmış, kendi iş yerlerini, okullarını açmışlar, ama olsun, biz şanımız yürüterek ev sahipliğimizi en iyi şekilde sürdüreceğiz. Ne diyor MEB; “Türkiye’de 977 bin yabancı öğrenci var, bunların 790 bini Suriyeli! Daha ne isteriz?

Birebir gözlem notu: Cemil Topuzlu Harbiye Açıkhava Sahnesi’nde davetli olduğum bir etkinliğe katılmak üzere yola çıktığımda uzun süredir gitmediğim İstiklal Caddesi’nden geçeyim, ben gitmeyeli neler olmuş göreyim dedim. Arapça tabelaları, son derece yüksek sesle çalınan Arapça müzikleri, nargile içen Arap konukları, bol baharatlı kebap kokularını görünce kendimi Arabistan’da sandım. Bir yanda zenginler her türlü imkânı sonuna kadar kullanırken adım başı yoksullar mendil, su satarak, kucağındaki bebeği gözünüze sokarak para dileniyordu. Şaha kalkan, destan yazan, masada ve sahada oyun kurucu olan ülkemizle gel de gururlanma!

Konuya dönersek! Ülkemizde! Geçim derdinin boyutları, ekonomik krizin sonuçları, sinirleri yıpratan- evlilikleri aşındıran zam yağmurları, yanlı yanlış eğitim politikaları, iktidarın öncelikleri, bastırılmaya çalışılan öfke nöbetleri, işsizlik, muhalefetin tavrı, gibi nedenlerle psikolojimiz bozulmuş! Bundan doğal ne var!

Yine mutsuzluk, çaresizlik, enerji düşüklüğü, günlük yaşamın getirdiği sorunlar, kaygı, sıkılan diş ve yumruklar, gerilen sinirler, “yemek yok, servis yok, çocuğuma kitap alacak param yok” diyen yurttaşlar antidepresanlara sığınmış. Bu yılın ilk 8.5 ayında 66 milyon kutu satılmış! Bu koşullarda bu bile az! Çünkü sorun ekonomik değil, psikolojik! CB yine haklı çıktı bir süre önce sorun ekonomik değil, psikolojik demişti ya! Halkımızı yine yanıltmadı…

Aslında kafaları kurcalayan soru şudur, ya da sorular!

Basına yansıyan açıklamalar iyi de! Yenilmişlik ve öfke duygusu nasıl çözülecek? Beslenme çantaları boş olarak okula giden çocuklara, “Beslenme sorun, kırtasiye sorun, forma sorun, çanta sorun, yol sorun, servis sorun!” diyen velilere ne cevap verilecek? Öfke patlamalarının önüne nasıl geçilecek?

Ya da sessiz, kendi koltuğuyla meşgul, kendi çarkını döndürecek süreci inşayla meşgul bir muhalefet iktidar için neden bulunmaz bir nimet sayılmayacak? Hele de ülkenin çözülmesi gereken bunca sorunu varken ve koltuk her şeyin önüne geçmişken…

İktidar- muhalefet fark etmez! Ne şiş yansın, ne kebap kıvamında; Kuru, renksiz, duygusuz, içeriksiz, heyecansız, anlamsız, boş hatta bomboş konuşmalar, kutlamalarla amaçlanan nedir? Ne verirsem kabul edin demek midir? Hesaplı kitaplı adımlarla giderek artan antipati katsayısını artırma çabası mıdır? Bir kenara çekilerek olacakları bekleme hesabı mıdır? Gerçeklerle yüzleşme kapasitesi midir? Yaşama verdikleri değer midir? Yeni yollar arayıp bulma yaratıcılığından uzak olmak mıdır? Sorunların nedenleri arayıp bulmaktan kaçınmak mıdır? Psikolojik dayanıklılık konusunda karşısındakine “vay be!” dedirtmek midir? Hayallerimizi umutlarımızı, enerjimizi çalanlara karşı hiçbir şey yapmadan yapmış gibi görünmek midir? Anlamak zor…

İyisi mi hal ve gidişata bakınca son sözü Türk Edebiyatı’nın ünlü kalemlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar’a bırakarak aradan çekilelim. Ne diyor yazar; “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor.” Yorumsuz…