Bir ödül töreninin düşündürdükleri…

Salondan çıkınca şunu düşündüm. Gözlerim dolu, boğazımda bir yumruk, ellerim alkışlamaktan kızarmış bir halde salondan çıkarken; Bu dünyada hem hancılar, hem yolcular var. Hancı olanlar sanat ve sanatçılar, yolcu olan bizlerdik diye düşündüm. K

İyi ki düşünsel, kültürel, toplumsal, siyasal DNA’mızda! Büyük Atatürk’ün derslerle dolu yol göstericiliği, sanata verdiği değer, önümüze açtığı ışıklı yol var…

İyi ki sanatsal DNA’mızda! Türk Beşleri diye adlandırılan Necil Kazım Akses, Hasan Ferit Alnar, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey ve Ahmet Adnan Saygun’lar var…

İyi ki opera DNA’mızda! Zeliha Berksoy’lar, Leyla Gencer’ler, Aydın Gün’ler, Ayhan Aydan’lar, Murat Karahan’lar var…

İyi ki kültürel DNA’mızda! Mozart, Beethoven, Bach, Bizet, Verdi, Vivaldi, Puccini, Donizetti’ler var…

İyi ki duygusal DNA’mızda! Geçmişin değerlerini geleceğe taşıyan, sanatsal mirasa sahip çıkan yazarlar, oyuncular, kurumlar, okurlar ve izleyiciler var…

İyi ki toplumsal DNA’mızda! Kültürel yozlaşmaya karşı çıkan, uygarlığı ve çağdaşlığı esas alan öncülerimiz, aydınlarımız, STÖ’lerimiz, derneklerimiz, bankalarımız, vakıflarımız, gönüllülerimiz var…

Bu girişi neden mi yaptım? Yanıtım hazır ve nettir. Kesin olan şu ki bu kurak ve yavan günlerde tiyatro, konser, opera, ödül töreni olmadan olmuyor, bi yanımız eksik kalıyor. 19 Haziran Pazartesi akşamı Süreyya Opera Sahnesi’nde sergilenen Semiha Berksoy Opera Vakfı’nın 2023 Opera Ödülleri Töreni’ne davetli idim.

İstanbul ve İzmir Devlet Opera Sanatçılarının ödül ve sahne aldığı törende bir kez daha; “Sanatı görmezden gelinen toprakların yüreği işgal altındadır!” sözünü, sanatın evrensel dilini düşünüp durdum. Yetinmedim. W. Shakespeare’in sanatçılar için “Çağın kısa ve özlü tarihçesidir onlar!” sözünü hatırladım. Yine yetinmedim. Bernard Shaw’ın; “Sanat var olmasaydı gerçeğin kabalığı katlanılmaz kılardı dünyayı!” sözünü anımsadım…

Ödül gecesinden belleğimde kalanlar…

Vakfın yöneticilerinden Zeliha Berksoy’un kısa ve vurgulu konuşması, Oğul Aktuna’nın “nenem” dediği babaannesi Zeliha Berksoy’la ilgili anıları, ödül alan sanatçıların vefa ve değerbilirlik içeren mesajları dinlemeye ve övgüye değerdi. Ödül töreninin ardından Hande Soner Ürben - Erdem Erdoğan - Burak Dabakoğlu üçlüsünün sergilediği düette; Mimikleriyle, hareketleriyle, edalarıyla, tavırlarıyla, bakışlarıyla, duruşlarıyla, olağanüstü ses ve yorumlarıyla sundukları duygu aktarımında salonla sahneyi birleştirmeleri izlemeye değerdi…

Onları dinlerken ve izlerken yer yer gülümsedim, yer yer iç çektim, yer yer kadınların başarısı adına mutlu oldum, en çok da sanatsal başarımızın geldiği yer adına kıvandım. Eskilere uzanan, dünyadan ünlü örnekler sunan duygusal, düşünsel, eğlenceli, sesli sedalı bu sanatsal yolculukta; Varoluş, yaşam, aşk, sevgi, neşe, üzüntü, yol ayrımları, pişmanlıklar, yanlış seçimlerle dolu iç hesaplaşmaların yetkin bir oyunculuk gücü olağanüstü ses ve yorumlarla hissettirilmesine şapka çıkardım…

Yürekte hissedilip sahneye taşınanları izleyince! Siyaset arenasından uzak nefes alanlarına, bağırıp çağırılmayan sakin vahalara ne çok ihtiyacımız olduğunu, yaratıcılığın, ustalığın, disiplinin, sahnedeki büyünün sonunun ve sınırının olmadığını düşündüm…

Salonda duygusal fırtınalar estiren, beğenilesi bir sanatsal şölen sergileyen, insanın aklında, gönlünde yer eden, yüreğine- anılarına yerleşen, içini ısıtan, geçmiş-gelecek bağlantıları kurduran, yaşayamadıklarımızı, söyleyemediklerimizi, acılarımızı, hüzünlerimizi, sevinçlerimizi, özetle iç dünyamızı anlatan, hayallerimize tanıklık eden bitmeyen alkışlarla uğurlanan bu yolculuğun uzun süre belleklerde yer edeceğini düşündüm…

Gecenin benim açımdan en sürprizli yanı olarak, ödül töreninin sponsorluğunu üstlenen bankanın üst düzey yöneticisi olan KAL’den öğrencim Emek Kaplangil’le yıllar sonra karşılaşmamızın ve onun övgü dolu sözlerinin vefa ve değerbilirlikle açıklanabileceğini vurgulamak istedim…

Böyle bir gösterimin büyük bir emek ve ekip istediğini, teknik kadro, müzik, ışık, makyaj, dekor, kostüm seçiminin ciddi bir özenin ve çabanın eseri, tüm ekibin çabalarının takdire değer olduğunu, her yaştan konuğun doldurduğu salonun görülmeye, sanatçıların performansının alkışa değer olduğunun altını çizmek istedim. Ancak boş rolde kim var dendiğinde “alın teri” demek istedim. Emeği geçen herkesi kutlayarak…

Kuşkusuz ki! Sanatsal yolda ilerlemek, dünya çapında bir müzisyen olmak insanın hem kendisine, hem yakınlarına ağır bedeller ödetiyor. Büyük özverilere katlanmak gerekiyor. Ardında güzel sesler, güzel duygular, başarılı öğrenciler bırakarak aramızdan ayrılanlara da selam olsun demek istedim…

Hele de sahnede her daim parlayan ışığıyla deneyimli soprano Hande Soner Ürben, tenorlar Burak Dabakoğlu ve Erdem Erdoğan’ın bir an olsun dikkatimizin dağılmasına izin vermeyen; şaşırtıcı, akıcı, sarsıcı, çarpıcı ses yorum, beden dili, jest ve mimikleriyle aldıkları ödülü sonuna kadar hak ettiklerinin altını çizmek istedim. Bu üçlüyü iki elin çıkaracağı en yüksek sesle ve ayakta alkışlayarak, bu sizin hakkınız, iyi ki varsınız demek istedim...

Salondan çıkınca şunu düşündüm. Gözlerim dolu, boğazımda bir yumruk, ellerim alkışlamaktan kızarmış bir halde salondan çıkarken; Bu dünyada hem hancılar, hem yolcular var. Hancı olanlar sanat ve sanatçılar, yolcu olan bizlerdik diye düşündüm. Keşke siz de orada olsaydınız, bana hak verirdiniz…

Not: İyi bayramlar dilerim…