Bir ihtimal daha var. O da ihmal mi dersin!

1 dakikada hayatı sıfırlananlara, donarak ölenlere, geç müdahalenin neden olduğu kayıplara, uzmanlara göre 660 stadyum dolusu enkazın nereye döküleceğine, 100 binden fazla ağır hasarlı aracın ne olacağına dair fikir sahibi olan var mı?

Kıbrıs’tan yarışmalara katılmak için gelen ve depremde yaşamını yitiren 14 yaşındaki voleybolcu Selin Karakaya’nın babası diyor ki; “Hayatımız artık yok. Tek kızımızı kaybettik. Eşimle ben tüm hayatımızı onun üzerine kurmuştuk. Bomboş kaldık. Ne için çalışacağız, ne için uğraşacağız? Gelip gidene rağmen derin bir sessizlik içindeyiz!” Acılı babanın bu sözlerine; “Halka hizmet benim işim!” diyenlerin, kurumları hısım akrabayla dolduranların verecek cevabı var mı?

AFAD’ın; “Enkazlarda canlı kalmadı” açıklaması üzerine umutları tükenen depremzedelerin, günler geçtikçe yaşama tutunmaya çalışanların, “Ölüsünü alırsak bir mezarı olur” diyenlerin, Kahramanmaraş’ta 27 yaşındaki kızına 5 gün önce satın aldığı ev mezar olunca, “Meğer biz kızıma mezar almışız” diye dövünen annenin çığlıklarını duyan var mı?

Pandemide maske, yangında uçak, depremde çadır dağıtamayan, ama selde çay, depremde para dağıtanların “25 kişi aynı çadırda kalıyoruz” “40 bin nüfuslu mahalleye 320 çadır verildi” seslerini duymalarına imkân var mı?

Kul eliyle olup bitenler karşısında ortalarda zafer kazanmış komutan edasıyla dolaşanların; “Bu tür olaylar inanmışların imtihanı” diyenlerin, kadere, fıtrata sığınan, hesap ödemek yerine hesap soranların yaşanan insanlık suçu karşısında ve yaşanacak olan olası depremlere karşı söyleyecek sözü, alınacak önlemi var mı?

Uzmanlara kulak vermemenin, bilime sırt dönmenin ağır faturası…

Dere yatağına ev yapıp sel olunca suçu kadere yıkanların, yangın söndürme uçağı almayıp orman yangını çıkınca kaderi suçlayanların, denetlemeden kaçıp kader planını devreye sokanların, bilgiye, bilime, yetkin kadrolara, liyakate, teknolojiye, yasalara, yönetmeliklere sırtını dönenlerin kaderi sorumlu tutmaya hakları var mı? Ya da kaderi bu kadar suçlamak ve yormak yetmedi mi?

6 Şubat’tan bu yana 11 ilde doğan 11 bin bebeğin bundan sonraki yaşamı hakkında fikir sahibi olan, hele de keder ve korku yüzlerine sinen ve gözlerinden okunan deprem çocuklarını bekleyen tehlikeler, yalnızlık, kimsesizlik duygusu hakkında yetkili birimlerden ayağı yere basan projeleri olan var mı?

90 ülkeden gelen 11 bin 500 yardım ekibinin deneyimli, teknik donanımlı, bilimsel çalışmalarına bakınca; aklın yerini akıldışılığın, sağduyunun yerini kör inancın, azmin yerini hırsın aldığı, yardım edilen kurumun yardımları sattığı günümüzde hala başarılıyız diyenlere inanan var mı?

1 dakikada hayatı sıfırlananlara, donarak ölenlere, geç müdahalenin neden olduğu kayıplara, uzmanlara göre 660 stadyum dolusu enkazın nereye döküleceğine, 100 binden fazla ağır hasarlı aracın ne olacağına dair fikir sahibi olan var mı?

Tuzla buz olan hayatları kader çerçevesinde ele alıp, toplumun sinir uçlarıyla oynamayı huy edinenlerin acıları artırmaktan başka işleri var mı? Sadece inşaatı yapan değil malzemeyi çalan, kolonları kesen, denetimi aksatan, bilimi, liyakati yok sayanların günahı yok mu?

CB’nin 2019 yılında söylediği: “Ormanları betona çevirme gayreti içinde olanlar var” şeklindeki açıklamasıyla, 2023 yılında söylediği; “Deprem kader planımızda olan bir gerçek!” sözü arasında bilimle bilgiyle inatlaşmanın dışında bir ilişki kuran var mı?

Herkes yaslı, depremzedeler çaresiz ve karamsarken hamasete sığınanlar…

Çaresizliğimiz, öfkemiz tavan yapmışken yüksek perdeden gelen fetvaların sonu nereye varacak düşünen, önlem almak isteyen veya bu gidişe dur diyecek olan var mı?

Kucaklamayı gerektiren deprem siyasetinin içine saldırmayı, gözdağı vermeyi, itibarsızlaştırmayı katanlar içinde; “Tuvalet, elektrik, banyo, su, ekmek yok!” diyen sesleri duyan var mı?

CB’nın; “Bir gece ansızın gelebiliriz” gözdağına; “Arkadaşlar gece de gelir, gündüz de!” diyerek yardıma koşanlara, “Bugün hepimiz Türk’üz!” manşetiyle çıkan gazetelere söyleyecek sözü olan var mı?

Beton sevdamız yüzünden kendi yarattığımız bu korkunç ortamda, zihinsel, duygusal ve görsel hafızamızdan silinmeyecek bu sürece ilişkin başka sorular sormama gerek var mı diyerek susma hakkımı kullanacağım!

Demem o ki; Felaketin boyutlarına bakınca aklımıza geldi kalemimize de gelsin. Depremin enkazı er geç kalkar da halkın güvenini yitirdiği siyasi enkaz ne olacak? Yine depremzedelerin ruhlarına, ülkemizin toplumsal hafızasına kazınan korku ve kaygı nasıl aşılacak?

Kısaca! 6 Şubat’tan beri tarifsiz acılar içindeyiz. Acının tarifi de tanımı da zor. Bir yanda yüzlerine keder sinmiş çocukların onulmaz acısı! Diğer yanda hiçbir şeyden tat alamayan, ruhu sönmüş, yürüyen enkazlar haline gelen aileler! Bir yanda kendiliğinden başlayan ve büyüyerek artan inanılmaz bir dayanışma sergileyenler! Diğer yanda henüz ulaşılamayan enkazın altında kalan cesetler! Ne denir ki?

Son soru! Tümüyle yıkılmış binaların önünde; Evini, işini, kentini, geçmişini yitirerek, yüreklerini geride bırakarak bir ömrü bavula dolduranlar, ruhları toprak altında kalanlar adına sormak gerek! Ey istifa yerine istifadeyi düşünenler! Bir ihtimal daha var o da ihmal mi dersiniz? Ben ne diyeceğimi bilemedim. Bir bilene sorayım dedim…