Tuncer Cücenoğlu’nun Ardından…

Olmazların olura, değmezlerin değere dönüştürülüp içinin boşaltıldığı ülkemizde, iyi, güzel, doğru işler yapan, ilgiyi ve övgüyü sonuna kadar hak eden üretken...

Olmazların olura, değmezlerin değere dönüştürülüp içinin boşaltıldığı ülkemizde, iyi, güzel, doğru işler yapan, ilgiyi ve övgüyü sonuna kadar hak eden üretken bir aydındaha yaşama veda etti. Böylece; “Her ölüm erken ölümdür” diyen Cemal Süreya bir kez daha haklı çıktı.

Tuncer Cücenoğlu’nun bu zamansız kaybıyla; Doğum yeri olan Çorum has bir evladını, Müjdat Gezen Sanat Merkezi; “Dramatik Oyun Yazarlığı” dersleri çok sevilen hocasını yitirdi. Dost ve meslektaşları güzelliğe, sanata adanmış bir yaşamın erken gidişine, ailesi dağ bir yüreğin zamansız susuşuna tanıklık etti. Bunca çok yönlülük, ülke içinde ve dışında bunca ün ve ödül geride kalanları çok zorlayan bir başka taraftır kuşkusuz…

Tuncer Hocamın kişisel ve kurumsal olarak sanat yaşamının 50.yılını kutlamaya hazırlanırken, yaptığı bu acı şakaya, ya da sürprize kızmak mı, üzülmek mi, kırılmak mı, sitem etmek mi gerekir bilmiyorum! Ama tam da burada sanat yaşamının 40. yılında yazdığım yazıdan bir alıntı yapmam gerektiğini biliyorum!

Tuncer Cücenoğlu hepimizin bildiği, tanıdığı bir oyun yazarı. Bu sene 40. sanat yılını kutluyor. Araştırmayla, oyunla, sanatla, ödüllerle geçen koskoca bir 40 yıl. Ne denir bilmem ki? Bu emek karşısında şapka mı çıkarılır? Bu yapıtların yazarı ayakta mı alkışlanır? Aynı okulda yıllardır birlikte çalışmanın coşkusuyla oturup bir yazı mı yazılır? Ben tümü deyip önce şapkamı çıkardım, sonra yazımı yazdım, şimdi de ayakta alkışlamak için ders günümüzü bekleyeceğim…

Şimdi Azerbaycan’ın başkenti Bakü’ye gitme zamanıdır.

Devlet Üniversitesi’nin çağrılısı olarak gittiğim Bakü’nün geniş caddelerinde, kökleri bu topraklara dayanan aile büyüklerimi anarak, özleyerek, içimi çeke çeke ve boğazımda koca bir düğümle dolaşırken; Karşıma birden bire çıkan bir afişle kala kaldım. Bu Tuncer Cücenoğlu’nun oralarda çok tutunan ve yıllardır kapalı gişe oynayan “Kadıncıklar” adlı oyununun afişi idi. Ülkemden kilometrelerce ötede, bir Türk yazarın, çok saygı duyduğum bir yazar meslektaşımın, kadın sorunlarına duyarlı bir sanat insanının bu afişini görmek beni çok mutlu edip gururlandırmıştı. Oyunu izleyen Azerbaycanlı yazar ve sanatçılara dostluğumuzdan gururla söz edince, onlardan da çok güzel şeyler duyup, kendime pay ve payeler çıkarıp, dönüşte de bunu kendisiyle paylaşmıştım…

Kuşkusuz tanıyan herkesin yüreğine dokunan bu veda için söyleyecek sözüm çok, ancak söze nereden başlayacağımı bilemiyorum! Kadına yönelik eserlerinde sessiz kurbanların sesi olan, erkek egemen dünyada kadınların düşündürücü, ürkütücü yaşam öykülerine yer veren, acımasız ağızların acınası sözlerine çok gerçekçi yanıtları birinci ağızdan duyurmaya çalışan bir yazarın yapıtlarından mı girsem?

Bazen isyan ettiren, bazen öfke, bazen çaresizlik kokan, bazen çığlıklar attıran, kadın olmanın çilesini, kadın bakış açısını dillendirmenin naifliğini dile getiren anlatım gücüne mi değinsem?

Kadın cinayetlerinde yüzde 1400 artışın yaşandığı, günde ortalama 4 kadının öldürüldüğü ülkemizde; Ustalık isteyen bir dil ve yorum, usta işi bir anlatım, insanın yüreğini avucunun içine alan duyarlılığını mı dile getirsem?

Yoksa kitaplarında (oyunlarında mı demeliydim!) düşüncelerini sağlıklı, anlaşılabilir bir dil kullanarak ortaya koyan usta yazarın; dilinin akıcılığını, çok okunan ve çok oynanan eserlerinin 32 dile çevrilmesini, yaban ellerde sahnelenmesini, tüm bunların yazara pek çok ödül olarak geri dönüşünü mü alkışlasam?

Yine kitaplarını okurken, ya da oyunlarını izlerken; öğretmenliğinin ve kürsü hâkimiyetinin verdiği rahatlıkla mizahı, felsefeyi, düşündürmeyi, şiirsel bir dille ve roman tadında aktarırken ele aldığı kahramanların çok tanıdık oluşunu, o kimliklerde bazen arkadaşlarımızı, bazen öğrencilerimizi gördüğümüzün sırrını mı merak etsem?Ya da yaşamımızı zenginleştiren, çoğaltan, anlamlı ve çekilebilir kılan gerçek sanatçıların gidişiyle her gün biraz daha eksildiğimize mi üzülsem? Bilemedim.

Bildiğim o ki; Tuncer hocamla yıllarca aynı okulda çalışmaktan duyduğum mutluluk, yapıtlarının tiyatromuza katkıları, oyunlarının sahne başarısı sanat dünyamızı aydınlatmaya devam edecek. Işıklar içinde yatsın. Onu hiç unutmayacağım, onu hiç unutmayacağız…