Fas dünya şampiyonu olsun ama komşum olmasın

Nihayetinde, kültürel olarak Faslıları değil Fransızları makbul gören, ama Fas gibi muktedirler tarafında olmayan bir takımın Fransa gibi muktedir karşısında başarısını arzulayan bir haleti ruhiye hâkim.

Güzel kardeşim Adem Erkoçak sosyal medyada çok basit bir soru sordu. Mealen aktarıyorum: Herkes Fransa’ya karşı Fas’ı tutuyor ama kaç kişi acaba komşu olarak Fransız yerine Faslı ister?

Üstelik bu yeni de değil. Benim bu hayatta takip ettiğim tek dünya kupası İspanya 82’de de Cezayir bir Almanya yenmişti Türkiye bayram ilan edecekti neredeyse. Kimse Cezayirli komşu da istemez.

Ne çok şey var burada… Bir yandan mazlumu kolla. Ama sadece Dünya Kupası’nda filan. Öte yandan komşu yapma. Bir yandan Fransa’ya düşman ol. Öte yandan ilk fırsatta oraya gitmeye çalış. Buradaki çeşit çeşit kıskançlık ve düşmanlığı; bütün bunların nasıl iç içe olduğunu Ulaş Tol çok güzel anlattı. Bu yazının sonunda bulabilirsiniz.

“Benim Ermeni komşularım” oldu. Ne süper klişedir değil mi?

“Çok şükür çok şey değişti bakmayın” diyesim geliyor önce. Öyle ya, “Ermeni uşağı, i*ne kanarya” diyen mi kaldı? Ya da “Kürt yoktur kara basan Türk vardır” diyen filan?

Sonra fark ediyorum ki bir arpa boyu yol kat etmişiz. Karikatürler çekilmiş gerçekler kalmış. Baksanıza şu Fatih Altaylı’nın ettiği lafa:

“Messi milli forman yerine o acayip katar zımbırtısını ile kupa kaldırıyor. Sıçayım böyle futbola. Katar para ile her şeyi sayın aldı. Rezillik. Utanç. Terbiyesizlik. Saygısızlık.”

Hepimiz biliyoruz ki bir Batı ülkesinde geçse yerel giysi hadisesi sorun olmayacak. İskoçya’da olsa mesela ve Messi etek giyse (yani bir başka ayrımcılık klişesine kapı açsa) Altaylı hala bu kadar rahatsız olmayacak. Kültürel bir ırkçılık söz konusu.


(Katar'ı savunmuyorum. Katar paçoz bir ülke. Fiyakasının yegane temeli toprağının altından fışkıran petrol. Hatta kölelik Katar ve benzerlerinde kalkmadı. Daha önce yazmıştım: Kimse neden Ortadoğu'daki kölelikten bahsetmiyor? )

Çocukken çok sevdiğim bir akrabam anlattığı için aklımda kalmıştı. Araplar bir yemek yiyormuş yağlarıdirseklerine kadar süzülüp üzerlerine damlıyormuş. Hiç umursamayıp yemeye devam ediyorlarmış.

İnanmıştım elbette. Gözümde canlandırmıştım, iğrençti. Nasıl bu kadar pis olabiliyorlardı? Sonra Mardin’in Siirt’in filan çoğunun Arap olduğunu öğrenince ve bir miktar tanıyınca bir şüphelenmiştim bizler gibi insanlar olabileceklerinden. Belki kuyrukları bile yoktu.

Aslında ergenlikle birlikte insanın belletilmiş ırkçılıktan vazgeçebilmesi gerekiyor. Ama ülkemizde ergenlik ömür boyu sürebilen bir şey olduğu için bir çok insan bırakamıyor.

Mahalledeki bütün siyah köpeklerin adı Arap’tı. Arap sakızı çiğnerdik. Arap bacı camdan bakardı. Fotoğrafların negatifi Araptı. Ne Şam’ın şekeri ne Arabın zekeri (ya da yüzü) vardı.

Daha komiği bütün kara Afrikalılar Araptı. Türkiye’yi Arap biliyorduk biz diye başlayan video var ya… “Sensin lan Arap videosu”. Seyretmeyen kalmamıştır muhtemelen. Müthiş. Afrikalılar daha beyaz olana Arap diyor. Biz de malumunuz daha siyah olana Arap diyoruz.

Ama burada Arap düşmanlarına kötü bir haberim var. Bizler Araplara daha çok benziyoruz onlara nazaran. Yani biri birine Arap diyecekse biz daha yakınız. Cilt önemli ya. Cilt cilt Arap yaşıyor zaten ayrıca Türkiye’de. Öteden beri. Türkçe konuşarak.

Bir de iyi olup olmadığını bilmediğim haberim var, Güney ve Orta Amerika’da da bütün Ortadoğu’ya Türk diyorlar. Yani Araplar da Türk. Ben bilmem. Düşman olan yapsın hesabını. Irkçı değilim diye başlayıp Araplardan nasıl tiksindiğini anlatanlar yapsın.

Bu ulusalcı/ırkçı/milliyetçi takımının işi zor. Kendi içlerinde çok tartışıyorlar. Hepsi Arap düşmanı ama biri herkes Türktür diyor, öbürü hiç kimse Türk değildir. Allah kimseyi gerçek olmayan meselelere taktırtmasın.

Benim için bir başka anlaşılmaz şey de bu Arap tiksinmesini yıllardır besleyen insanlar günde beş kere binlerce minareden Arapça ezan dinliyorlar ve bir şey olmuyor. Ben bir yığın Arap düşmanı olmayan Müslümanın bundan çok rahatsız olduğunu biliyorum. Ama bu Arap düşmanları arasında da çok yaygındır malumunuz: Ezan susmaz, vatan bölünmez.

Bugün, Suriyelilerle birlikte iyice tavan yaptı bu düşmanlık. Fakirleri fakir diye zenginleri zengin diye suçlu. Eskiden ırkçılığı sadece cilt renklerine indirdikleri için “Bizde ırkçılık olmaz” modası vardı. Artık bunun da değiştiğini düşünüyorum. Afrika düşmanlığı var külliyen. Somalili Saab Cafe’nin başına gelenleri düşünsenize.

Afgan düşmanlığı zaten cepte. Pek bulunmadığı için Hintli, Pakistanlı düşmanlığı yok. Yarın gelsinler yarın onlara da düşmanlar.

Bir de komşuluk meselesi var. Ev alma komşu al. Fransız’ı herkes komşu ister. Ama Arabı, Afganı istemez. Bunu açık açık da söyler. Ülkücü bir emlakçı yıllar önce ülkücü sembolleriyle dolu bürosunda gururla pazarlamaya çalışmıştı Cihangir’deki kiralık evi: “Abi hiç merak etme bir tane Türk yaşamıyor apartmanda. Hep Avrupalı.”

Bugün olsa şöyle derdi muhtemelen: “Merak etme bir tane Suriyeli oturmuyor. Türk de yok. Hep Avrupalı.”

Komşuluk önemli tabii. Kim komşu olarak ister komşusunu bu şekilde seçen birisini? Araştırmacıların sık sordukları sorulardan birisi bu. “Komşunuz şu olsun mu bu olsun mu”.

Ben de bunu iyi bir araştırmacıya sorayım dedim. TEAM, Toplumsal Etki Araştırmaları Merkezi’nden yılların araştırmacısı Ulaş Tol’a ulaştım. Tol’dan gelenleri olduğu gibi bırakıyorum aşağıya. Tol Fransa’nın tutulmayışındaki kıskançlığı, Fas’a duyulan empatiyi, toplam akıldışılığı mükemmel anlattı. (O da İskoçya örneği verdi.) Yazının geri kalanı onundur:

Türkiye toplumunun Batı ve diğer kültürlerle çelişkili duyguları var. Batılı gibi olmak isteyip, doğululardan (ki daha da çok Ortadoğululardan ve Araplardan) "ileride" olmaya çalışırken, Batıları da düşman görmekten kendilerini alıkoyamıyorlar.

İmkânı olsa toplumun her kesiminden önemli bir kesim Batı’da yaşamak istiyor. En dindarı bile böyle, İslam ülkelerinden birindense Batı ülkelerinde yaşamayı hayal ediyor. Dindar bir genç kadın, inanç özgürlüğünün dahi Batı’da Türkiye’den daha iyi olacağına inanıyor. Buna karşın Batı karşıtlığı da hem tarihsel hem de kültürel nedenlerle hep diri.

Bu her türlü spor müsabakasına da yansıyor. Toplum Batı karşısında yükselmeye çalışan Türkiye’ye özdeş gördüğü diğer ülke takımlarını (Asya, Afrika, Latin Amerika nereden olursa olsun) kendine yakın görüyor. Onların başarısını Batıya kafan tutan, onların hakimiyetini, baskınlığını sekteye uğratan bir anomali olarak görüyor. Bu bir yandan da biz de başarabiliriz duygusunu çağırıyor. Bu yüzden Fransa karşısında Fas değil, başka bir Afrika takımı da bu şekilde kazanma olasılığı ile orada olsa, hele de sömürgeci tarihi ile bilenen bir ülke karşısında, o takım desteklenirdi.

Buna karşın aynı seyirci kendinin kültürel olarak Fas’a değil Fransa’ya daha yakın hissediyor. Aslında Fransızlarla aynı yerde olması gereken bir toplum iken, hatta belki de hak etmediği halde Fas ve benzerleri ile aynı yerde durduğu için, Fransa’nın yenilmesini daha fazla istiyor. Faslılara kültürel olarak değil mücadeleleri bağlamında empati duyuyor. Yoksa Türkiye’de kuvvetli bir Arap düşmanlığı var. Bunun tarihsel kodları var ama güncel olarak da Batıya yaklaşma arzusundaki bir toplum için Arap kültürü gayrı-medeniliği sembolize ediyor. Altaylı’nın malum Tweet’indeki tepkisine benzer bir durum diyelim İskoçya’daki bir kupada karışımıza çıksa asla konu olmazdı. Örneğin yine Hırvat taraftarların damalı formalarını yansıttıkları yerel kıyafetlerle maçlarda görünmeleri bir gerilik değil bir renk olarak tarihe geçti. Dünya kupalarının bu tür bir yerel ile etkileşim özelliği har zaman vardır zira.

Nihayetinde, kültürel olarak Faslıları değil Fransızları makbul gören, ama Fas gibi muktedirler tarafında olmayan bir takımın Fransa gibi muktedir karşısında başarısını arzulayan bir haleti ruhiye hâkim.

Etiketler
Fransa