Amasra'dan notlar

Sosyal Haklar Derneği'nden avukat arkadaşlarla Amasra'ya doğru yola çıkmıştık. Tıpkı Soma'ya, tıpkı Şirvan'a, Aladağ'a, Çorlu'ya, Hendek'e çıktığımız gibi... Cumhurbaşkanı otobüsünün dönüş yolunda olduğunu gördüğümüzde saat bir hayli ilerlemişti. Şehre girişteki kontrol noktalarındaki yoğunluk hafiflemiş demekti bu.

Öyle de oldu, Amasra'ya girene dek yoldaki protokol gerginliği kalkmıştı.

Amasra'ya inen yolun girişindeki genzimize dolan kömür kokusu ve yükselen dumanlar ise madendeki yangının henüz sönmediğini gösteriyordu. Canlı yayın araçlarının ve kolluk kuvvetlerinin bir hat çizdiği maden alanını geçip şehre indik. Normal zamanlarda çevre illerin hafta sonları akın ettiği, yazın denize, kışın ise ılıman iklime kaçtığı Amasra, derin bir sessizliğe bürünmüştü.

KATİLİ TANIYORUZ

Ülkenin değişik bölgelerindeki ilçelerin yıllardır birbiri ardına eklenerek aynı "kadere" razı edilmesi, aslında katliama giden yolların benzerliğini, katillerinin ise aynı mahallede yaşadığını gösterdi bize... Soma'da, Ermenek'te, Şirvan'da ve daha nicelerinde enerjinin özelleştirilmesi ve rant adına iş güvensizliğinin sıradanlaştırılması. Aladağ'da eğitimin hem özelleştirilmesi hem de dincileştirilmesi için cemaatlere teslim edilmesi. Çorlu'da en temel kamu hizmetlerinden biri olan ulaşımın özelleştirilmesi gayretleri ile bakımsız bırakılması. Hendek'te sırtını iktidara dayayanların kar hırsıyla Çin mahallesine çevirdikleri üretim tesisini tüm tehlikelere açık hale getirmesi.

Amasra halkı yıllardır tarımına, turizmine, tarihine kastetmeye çalışan bir termik santral ile mücadele ederken, o santrale yol vermeye çalışan iktidar aklının kuşattığı devletin kömür kurumunda yaşama tutunmaya çalışıyor. Ama burada da özelleştirme gayretlerinin kokusu ortalığı öyle sarmış ki, bu uğurda küçültülmeye çalışılan madende yaşanan yangının kokusu bunu bastıramıyor, hatta daha da güçlendiriyor.

İKTİDARIN GÖVDE GÖSTERİSİ

41 madenciyi yaşamdan koparan, aileleri evlatsız, eşsiz, kardeşiz, babasız bırakan Amasra Maden Katliamı olduğu andan itibaren Cumhurbaşkanından ilgili bütün bakanlara, Amasra ve Bartın kamu bürokrasisi, askeri yetkililer, çeşitli bakanlıkların gençlik gönüllüleri, adını ilk kez duyduğumuz gönüllü kuruluşlar, diyanetin en üst düzeyden temsili ve çeşitli dini cemaatlerin temsilcileri bölgeye ciddi yığınak yaptı, kesenin ağzı açıldı, yara sarmak için seferber olundu. Görüntü buydu. Bu görüntüden bir ülke vatandaşı olarak gurur duyabilirdik, ama keşke bu yığınak ölüme değil, daha önceden yaşama, yaşatmaya yapılsaydı.

Keşke bunca gayret, "Kader Planımız" itirafı ile yerle yeksan edilmeseydi.

Amasra'da tek bir tane taziye evine dahi girseniz bu ölümlerin "Kader" olmadığını yüzünüze tokat gibi vuran annelerle, ablalarla, eşlerle tanışırsınız. Hiç kimse "kader" lafını ağzına dahi almıyor. Daha ilk günden, iktidarın tüm gücüyle ailelere "güzel bir ölüm sonrası" kader planı yaşatma gayretine rağmen, acıların en sıcak olduğu ilk gün dahi "bu çocuklar bile bile bu ocağa sokuldu, bu cinayet, bu katliam" çığlıkları duyarsınız:

KADERİN SORUMLUSU

- "Daha 3 gün önce "maden gaz kokuyor, demişti"

- "Daha 1 hafta öce, bu madende gaz var, bizi patlatacaklar, demişti"

- "Zaten işçi azaltıyor, burayı satacaklarmış, demişti"

- "Bir önceki vardiya gaz nedeniyle tahliye edilmiş, bizim çocukları niye soktunuz o zaman, bu cinayet değil mi?"

- "Hiçbir para oğlumu getiremez, bizi mezara soktular, buna sebep olan gün yüzü görmesin"

- "Devlet soruşturacağız dedi, bekleyeceğiz şimdi"

- "110 kişi olması lazım ama 87 kişi vardı, nerde geri kalanı niye girmemiş, nerde mühendisler, niye bizim işçileri sokmuşlar?"

- "Niye mühendis ölmemiş hiç, niye hep gariban işçi, bir de sendikayla arası iyi olan girmemiş, bizim garibanı niye sokmuşlar"

Burada bir duralım; elbette 3 gündür bir yandan cenazeler kalkar, diğer yandan madendeki yangın söndürülmeye çalışılırken söylentilerin, yorumların, dedikoduların arkası kesilmiyor. Bir yerlerde "kader" dense de herkes bu kaderin sorumlusunu arıyor.

MÜHENDİSE Mİ KALACAK

Bu isyanlarda madendeki mühendislere dönük bir tepki dikkat çekiciydi. "Neden mühendis yoktu" sorusu çok soruluyor. Gerçekten de ölenler arasında maden mühendisi yok. Bu konuda TMMOB Zonguldak Şubesi açıklama yaptı ve zaten havzada maden mühendisi sayısı konusunda sıkıntı olduğu, o sırada olan tek kişinin de iş tertibi vermek için madene inmeden önce patlamanın olduğunu söyledi.

Benzer sosyal cinayetlerde soruşturmanın yukarıya doğru yürümemesi için alt düzeyde birilerinin sorumlu ilan edilmesi ya da davayı başka bir yöne çekmek için farklı sorumlular işaret edilmesine rastladık. Örneğin Çorlu'da müdürler dururken hat bakım ve onarım memuruna ceza kesmek, ya da Aladağ'da yurt işletmecileri dururken itfaiyeciyi cezalandırmaya çalışmak gibi... Elbette burada mühendislerin sorumluluğu olabilir ama, mesela "yeterli işçi yok" diyen 2019 tarihli Sayıştay Raporu KİT Komisyonuna gelmiş olmalı. Bu raporları düzenli olarak gündeme getirerek iktidarı önlem almaya çağıran başta Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz ve diğer muhalefet vekillerini (şimdilik) tenzih ederek soruyorum: İktidarın KİT komisyonu üyelerinin, Enerji Bakanı ve Bakanlık bürokrasisinin, Çalışma Bakanı ve Bakanlık bürokrasisinin "olası kastı" ve "bilinçli taksiri" yok mudur?

BARUTÇUYA MI KALACAK

Mühendis burada parmakla en kolay işaret edilebilecek kişi. O da anlaşılan tek kişi. Ha bir barutçu var. Zira uzun yıllardır kömür madeni ve TTK ile yek vücut olmuş Amasralılardan evladını kaybetmiş biri "O barutçu da ölmüş, onun da sorumluluğu var ama inşallah tek sorumluluğu da ona yıkmazlar, ama yıkacaklar bu belli..." diyordu. Şimdi raporlara baktığımızda "Müessesede 2014 tarihli norm kadroya göre 110 olması gereken hazırlık işçi sayısının 35’e, 42 olması gereken barutçu sayısının 1’e, 53 olması gereken tarama söküm ve bakım işçi sayısının 13’e, 126 olması gereken nakliyat işçi sayısının 39’a, 43 olması gereken mekanizasyon işçi sayısının 23’e düştüğü..." diye diye devam eden bir ifade var.

Ölen işçinin ailesinin belirttiği barutçunun sorumluluğu nedir bilemiyorum ama şimdi o tek barutçu da mı öldü, on u da bilemiyorum? Hukukçu olmayarak, mühendis olmayarak, madenden anlamayarak ve bir vatandaş sorumluluğuyla tüm bu ifadelerin dinlenip, etkin bir soruşturmanın yürütülüp, gerçek sorumluların yargılanacağı bir davayı talep etme hakkım olduğuna inanıyorum. 20 Eylül’de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez ve 5 Ekim günü de Sayıştay Başkanlığı Enerji Grup Başkanı İbrahim Özkarcı’nın ziyaretlerinde çekilen fotoğraflardakilerin sorumluluk ve suç ağırlıklarının barutçudan ya da mühendisten çok daha fazla olduğuna inanıyorum.

ÖLÜME METHİYE

Bakanından rütbeli subayına, ailelere "şikayetçi misiniz, bir ihmal olduğunu düşünüyor musunuz?" sorusu yerine "oğlunuz nasıl bir evlattı, neler yapardı" sorusunu yönelten yandaş medyasından, ev ev gezen dua ve istiğfar heyetlerine dek Amasra için son derece donanımlı gelmişti iktidar.

Bu arada dikkatimi çeken bir konuyu da ilave etmek istiyorum: Gerek kendi özel ve sosyal hayatımda, gerekse milletvekili olarak katıldığım taziyelerde sıklıkla dua eden imam gruplarına denk düşeriz. Her zaman bu kişilerin diyanetin temsilcisi imamlar olduğunu görürdüm ve alışkın oluğumuz bir dua ritüeli dinlerdik. İlk kez burada muhtemelen bir cemaat üyesi olduğunu tahmin ettiğim değişik giyimli bir gruba (kendilerine imam, diyemeyeceğim çünkü duaları alışkın olduğumuzdan farklı idi) rastladım, ailelere taziye ardından dua ve istiğfar ediyordu. Ancak bu dualarda vurgu yapılan ve abartılı bir ölüm övmesi de dikkati çekiyordu.

Yakınını kaybetmiş insanın ölüsünün huzur bulacağı bir yerde olduğunun söylenmesi elbette rahatlatıcıdır. Ancak böyle bir durumda, ailelerin isyanı ateş gibi hepimizi yakarken "Allah herkese böyle hayırlı ölümler nasip etsin" cümlesini ne yapacağız? Aileler, sorumlulara hesap sormasınlar, ya da az sorsunlar da sorumluluk alt düzeyde kalsın diye yapılan telkinleri, en azından dün tanık olduğum kadarıyla pek dikkate almayacaklardır. Ancak duayı bitirirken edilen "tesettürsüzlere de tesettür nasip eyle" cümlesi de nedir? Ne yöne baksak en az 1 diyanet mensubu göreceğimiz Amasra'da bu tür söylemlerle insanların dini inançlarını ve acılarını sömürenlerden diyanet haberdar mı bilmiyorum. Eğer bilgileri dışında ise ve şikayet etmek isterlerse arabalarının plaka numarasını aldım, bende.

KADER PLANI

2012 senesinde Aşkale'de HES göletinde boğulan 5 işçi ağır ihlallerin ve tam manasıyla 4 bakanlığın dahli olan bir iş cinayetinin kurbanı olmuştu. Cenaze sonrası taziye evinde sorumluların bulunmasını isteyen kadınları "bu ne biçim söz, Allah verdi, Allah aldı" diye neredeyse azarlayan kadın duacıları hiç unutmam. İtiraz ettiğimde acılı aile bana hak verince apar topar kalkmışlardı.

"Birileri dalga geçebilir, biz kader planına inanmış insanlarız" cümlesindeki esas vurgu "kader planı" değil "birileri dalga geçebilir" ifadesi. Yani diyor ki acılı anneye "sen kadere inanan inançlı birisin, ama sana kaderini sorgulatanlar senle dalga geçiyor". Buraya vatandaşla, acılı ailelerle dalga geçenin kim olduğu üzerine bir bu kadar daha yazı yazılır, ama madende çalışanın kaderinin maden, sarayda oturanın kaderinin de saray olmadığını belirmekle yetinelim.

Ve dünyadan bir örnekle bitirelim:

Latin Amerikalılar, "kıtadan çıkarılıp Avrupa'ya taşınan altın ve değerli madenlerle Avrupa'dan Güney Amerika'ya köprü kurarsınız" derler.

Ve ilave ederler: "Dönüş köprüsünü de bu uğurda çalıştırılan, ölen insanların kemiklerinden kurabilirsiniz.

Etiketler
Melda Onur Amasra