Çilenin Coğrafyası Var mı?

Yıllar önce yazdığım kadın kitaplarımdan birinin adı; “Çilenin Coğrafyası Yok!” idi. Değişen bir şey olmadığını görünce bugün soru olarak başlığa çekmek istedim.

A+ Yazı Boyutunu Büyüt A- Yazı Boyutunu Küçült

Başlığı açmak adına sırayla gidersek; Bizim mahallenin nelere ihtiyacı var sorusu çok kapsamlı bir soru. Oysa benim hem yerim dar, hem yazı günüm kısıtlı, hem de okurun sabrı sınırlı. Onun için özenle ve önemle altını çizmek istediğim bir husus var ki öncelikle onu yazmadan geçemem. Kültürel kimliğimizde temel sütun olan ve bir kez tutulduk mu asla vazgeçemeyeceğimiz; Sanata, seyahate, kültüre, edebiyata, konserlere, kısaca bizi besleyecek kültürel ve sanatsal etkinliklere veda edeli ne çok oldu değil mi? Bu arada yeni giysiler almaktan, iki arkadaşla buluşup gönlümüzce eğlenmekten, ailece tatile gitmekten hiç söz etmiyorum, daha doğrusu edemiyorum.

Yetkililer bazen “Bireysel olayları kamusal alana taşımayın, ya da yansıtmayın!” diyorlar ya! İyi de biz pek yansıtmasak bile o dört duvar arasında neler yaşanılıyor, neler çekiliyor haberiniz var mı? Ayrıca yönetime göre haber değeri taşımasa da(!) her seferinde şiddetin giderek arttığını ve bir kadının daha hayattan koparıldığını nasıl yok sayıp, yansıtmayalım?

Doğrudur bizim geleneklerimizde; Baba; kontrol, disiplin, otorite demek, daha doğrusu erkekler. Oysa duygusal babalara, tırnak içinde anlayışlı erkeklere, güçlü annelere de çok ihtiyaç var. Aksi halde faturayı çocuk ödüyor, annenin eğitim düzeyi arttıkça çocuğun başarı oranı da artıyor, olmayınca hayata dair makas kapanmıyor, kuşaklararası çatışma başlıyor. Sonunda ne mi oluyor? Biz kadınların kalbini daha çok kalpten sevdiklerimiz kanatıyor. Çünkü sorun biraz da bizim her şeye evet dememizden kaynaklanıyor. Zihinsel, duygusal, fiziksel baskılar tavan yaptıkça, başkalarının yükünü de taşıma eğilimi kendi sınırlarımızı yok saymamıza neden oldukça içe kapanma, yaşamdan tat almama artıyor. Sakın bunu da tesadüf, geleneksel yapı, ya da kader diye geçiştirmeyiniz…

Nedense bu yazım için yetkililerden olmasa da hemcinslerimden teşekkür bekliyorum!

İsmet Paşa'ya sordular; “En büyük devrimleriniz ne idi?” “İki şey Türkiye’de artık geri çevrilemez, çünkü kalplere kazındı. Bunlardan biri kadın hakları, diğeri Latin alfabesi!” diye yanıt verdi. İsmet Paşa’nın cevabını yakıcı sorunlarımızın anahtarı olarak görmeli ve o zorlu koşullarda dünyada yoktan var edilmiş tek başkent olan Ankara’da alınan bu reform değerindeki kararları unutmamalı ve unutturmamalıyız…

Evet anlaşılabilir ve kabul edilebilir olmayan çok açıklama var. Örneğin namus cinayeti gibi cinsiyetçi kalıplarla geçiştirilen ölümlerin ardında hayatı ve hayalleri bitirilen kadınların, annesiz kalan çocukların, evlatsız kalan ailelerin, arsasını, tarlasını satıp okuttuğu kızının cenazesini teslim alan ana ve babaların ömür boyu kurumayacak gözyaşlarını unutmamalı ve unutturmamalıyız…

Daha fazla yıpranmamak için başta kaygı, öfke, üzüntü, stres kaynaklı duygusal boşluklarımızı yönetmeyi öğrenirken, etkilenerek, esinlenerek, bilgilenerek, bakmamız gereken pencereleri bize gösteren, hele de örnek ve feyz alıp okuduğumuz aydınları, yazarları unutmamalı ve unutturmamalıyız…

Kuşkusuz ki; Her kuşak kendine düşen ekonomik, siyasi karmaşayı, acıları, savrulmaları yaşar. Her kuşağın, her neslin kendine ve çağına özgü sorunları, derdi vardır. Kendi adıma bizim kuşağın şansı çok değerli cumhuriyet öğretmenlerinin ellerinde şekillenmek oldu. Yine onlar yol göstererek, bizler de onları örnek alarak eğitimimizin ve meslek seçimimizin mimarları olarak onları seçtik. Örneğin beni yazmaya teşvik eden lisedeki edebiyat öğretmenimdi, o yüzden minnet doluyum tüm hocalarıma…

İş yaşamı ve kadınlar…

Pek çok soru işaretini barındıran sonuca gelirsek! Pek çok konuda araştırma yapan, binlerce köşe yazısına, yüzlerce konuşma, panel ve konferansa katılan, 16 kitaba imza atan biri olarak; Kitaplarımı yazarken ve saha çalışmalarım sırasında geliştirebileceği ve değiştirebileceği çok şey varken önüne pek çok engel çıkarılan kadınlarla karşılaştım! İftira ve itiraf arasında gidip geldiğimiz bugünlerde; Duygusal ayrıntıları atlamayan, kendilerini önce tamamlayan sonra tanımlayan, bazen kapı ve pencereleri sımsıkı kapatan, bazen yüreğini ve yaşadıkların sonuna kadar açıp paylaşan kadınları tanıdım.

Dik bir duruşun bedelini genelde destek ve ilgi görmemekle ödeyen kadınlarla tanıştım. Kendimi teselli etmek adına altını çizerek söylemeliyim ki; göz kamaştırıcı hayalleri olan hemcinslerimi görmek beni mutlu etti ama sayıları çok azdı…

Bugünden geriye bakılınca insanın inanası gelmiyor. Bizi hep teğet geçen bir anlayış var. Oysa biz kadınlar kendimizi görünür kılmak, kendimize inanmak, eğitim, birikim ve tecrübeyle öne çıkmak, kişilik ve karakter olarak kendimizi kanıtlamak, itiraz ve onay arasında sıkışıp kalmamak zorundayız.

Kuşkusuz ki; Bazen yoksulluk ve umutsuzluk bir miras gibi kuşaktan kuşağa geçer, değişmez, sürüp gider nesiller boyu. Kaygı duymak, umutsuzluğu yüzüne ve bakışlarına yansıtmak, özel hayatlarda yaşanan dramların çaresizliğini belli etmemek için çabalamak, sınırları aşan acı ve çürümenin sonuçlarına katlanmak bir bakıma ortak sorunların, ortak yaşanmışlıkarın farklı yüzleri değil midir aslında? Ve bu durum toprağa kök saldığında acı ve çürüme artar, yeşerir, kök salar çünkü çaresizlik evrenseldir sınırları aşar ve her yerde aynı dili konuşur. Toplumlar için uyarı niteliği taşır, evrenseldir, sınırları aşarak yayılıp durur. Anlayan çıkarsa ne ala! Yoksa “çilenin coğrafyası yok!” diyerek nokta konulur.

Sözüm söz; Okur iletilerinde; “Neden tiyatro, sinema, kitap, konserlerden söz etmiyorsunuz?” şeklinde sorular var. Yangınlardan, görevden alınmalardan, sahte diplomalardan, baskılardan, tutuklama ve gözaltına almalardan, kadına şiddetten, ekonomik krizden göz açıp sanattan söz etmeye fırsat mı? Gündem izin vermiyor, ortam biraz sakinleşsin, etkinliklere gideceğim ve yazacağım sözzz...